1. zonguldak'a son gidişimde bir kez daha şehrin girişinde, şehrin kendine has hüznünü hissettim -belki de bunu sadece ben hissediyorum-. ankara tarafından şehre girişte dar bir cadde, kırık dökük evler, dükkanlar, köprüler karşınıza çıkar. sonra yıkılıp inşaata dönüştürülen alanları görürsünüz. kendimi çok bunalmış hissederim bu manzaraların içinden geçerken. hüzünden sonra yıkımlar, şantiyeler, yeni binalar, eskilerin arasında sıkışmış yeni binalar... çok can sıkıcı.
    sanki bir kaybedilmişlik var. tozun, kömür karasının içinde yıllardır çalışan işçilerin artık bugün büyük bir kabullenmişlikle yenildiklerini hissediyorum.
    bu, bütün türkiye için ve bütün dünya için geçerli şuan. saçma sapan koşullarda sabah 8'den gece 10'a kadar çalışan market işçileri, sosyal hakları olmayan hamallar, inşaat işçileri, taşeronlar, sendikası bile olmayan dersane öğretmenleri, hakkını aramaktansa iş arkadaşlarının kuyusunu kazmaya çalışan her türlü beyinsiz emekçi fena halde yenilmiş durumdalar. ve farkında bile değiller. o yüzden bu başlığa büyük bir şaşkınlıkla yazıyorum. 1991'de zonguldak'ta başlayan direnişe imreniyorum. bunca yıldır bu bilincin gelişmektense geri gidişine hayret ediyorum.
    ve tüm bunları da en son yine zonguldak'ta görüp hissettim.

    son olarak tanım: zonguldak maden işçilerinin ve halkının destansı başkaldırısıdır.

    çocuk
    halk