1. iç sancısı, ızdırap, derin üzüntüden kaynaklı rahatsızlık.

    örneğin: bebeği babasıyla birlikte defnettiler bugün.
  2. "uzaktakini çağırıyordu en uzaktakini.
    mevsimlerin tekrar edemediği bir şeyi çağırıyordu,
    gelmesi mümkün olmayanı.
    ve bir adım öne çıkıyordu mayıs.

    derindekini çağırıyordu, fırtınayı, tekneyi,
    yokluğu fark edilmeyeni.

    iyiliği çağırıyordu cücelerdeki, kamburlardaki,
    kendi içine kıvrılanı çağırıyordu
    gökadaların, çiçeklerin her şeyi içine alan sarmalını.

    parmağının ucuyla aşka dokunuyordu
    bir yıldızın ucuna dokunur gibi yanıp sönen.

    yürüyordu sonra, birbirine açılan sokakların,
    meydanların, pazaryerlerinin ezberini bozuyordu:
    darmadağınık bir şarkıydı, çağrısı.
    yürüyordu koşuyordu kreşendo toz duman
    ne kadar eşlik etse de keman, dile gelmiyordu acısı." ^:bizim büyük çaresizliğimiz - barış bıçakçı^
  3. "dünyanın bütün acılarını kendi acısı gibi yaşayan insanları bir de siz üzmeyin."
  4. "elbette acı çekerek insan çok şey öğrenir. ne yazık ki, acı çekmek öğrendiklerimizden yararlanacak güç bırakmaz bizde. bir şeyi sadece bilmek, hiçten de az bir şeydir."

    cesare pavese
  5. acının en kötüsü kendini ağırdan alandır. mesela bazen beklediğiniz bir ölüm için, yeter artık diyebilirsiniz. çünkü bu acı ve canınızı vermeye hazır olduğunuz kişinin çektiklerine şahit olmak sizi süründürür.. böyle durumlarda sizi sakinleştirecek şeylerle zamanı geçirebilirsiniz. huzuru kovalamak ve teslimiyetçi yaklaşmak acıyı dindirir..

    hayatınız 4 üzerinden 3.5 ise de acıyı yaşarsınız. unutmayın, cennet ve cehennem vardır; ama kimse araftan bahsetmez. en acımasızı odur çünkü. şimdi ihtiyacınız olan şey en iyiyi kovalayacak efor değil, sizin notunuz odur zira, notunuzu sevmektir. sevgi ve kabullenme duygusu acıyı yok eder.. siz notunuz üzerinden ilerlemeye bakın, 3.5'un meşalesini taşıyan siz olun mesela? 4'lere karşı savaşın?

    olmaması için hiçbir sebep yokken olmayan şeyler de acıyı çok güzel besler. kafanızda türlü senaryolar kurdurur, bünyenizi alt üst eder. sonra acınızı bastırmayı başardığınız an hiç alakasız bir yerde ve anda o şey oluverir ya da olay başka bir şeye evrilir. sebebini bulamadığınız şeylerin üstünde, veya sizinle bir bağlantısı olmadığına mantıksal olarak kanı getirdiğiniz durumlarda lütfen kendinizi üzmeyin. dozu ayarlanmış yüzeysellik bir noktada acıyı yok eder..

    tercihleriniz dışında gerçekleşen durumlarda da acı çeker hatta isyan noktasına gelirsiniz. iyi de, bunu ben mi istedim diye kızarsınız bir yerlere. bunun içinse sizin -anında- yapabileceğiniz bir şey yoktur, zaman ve bu süreçteki doğru adımlarınız acıyı yok eder..

    acımız ne kadar büyük olursa olsun, biz insanoğlu hepsinin üstesinden gelebilecek kapasiteye sahip bir bünyedeyiz. teslim olursak, sadece kendi ipimizi çekmiş oluruz.. bu yüzden karakteri sağlam tutmakta ve ipleri elden bırakmamakta her daim fayda var..
  6. umudun son durağı.
  7. yukarıdaki entryden hareketle;
    çaresizliğin ilk durağıdır.
  8. tek suçlunun kendiniz olduğunu bilmektir galiba. ceza, suçu ister ve suç, cezasını - ancak acı, suçlusunu ister. (galiba)
    dag
  9. bir organizmayı tedirgin eden duygulanım; elem ve ıstırap anlamlarına gelen ve ruhsal olabildiği gibi bedensel de olabilen bir duygu. ruhsal acı, üzüntü terimi ile anlamlandırılıp anlatılırken, bir deri algısı olan ise bedensel acı, daha çok ağrı terimi ile dile getirilmektedir. bedensel acı, basınç ve ısı gibi dokunma ile birlikte algılanan deri duyumlarından birisidir. bu ağrıyı hissetmemizi sağlayan şey, ağrıya duyarlı deri bölgelerinde çok sayıda özelleşmiş sinir uçlarıdır. bir uyarıcı doğrudan ya da dolaylı yoldan ağrı verdiği takdirde, bu uyarı genellikle basınç ve ısı kaynaklı olduğundan ağrı, deri duyumlarından ısı ve basınç ile birlikte algılanıyor. bedensel acının evrelerinden ziyade sebeplerinden birisi, organizmanın dokusunda bir yıkkınlıktır.

    ruhsal acı ile bedensel acı arasında bir ayrım olmadığından bahseden théodule ribot, ortaya şu kanıtları koydu: (1) her iki acıda da kan dolaşımının, solunumun düzeni bozuluyor; hareket birdenbire duruyor. (2) iki acı da aynı ilaçlarla yatıştırılıyor. (3) özellikle hastalık hastalığında iki acı özdeşleşiyor.

    pavlov ise o meşhur deneyinde (bkz: pavlov'un köpeği) bu konuya daha bilimsel bir bakış açısı getiriyor. pavlov deneyinde acı veren uyaranlardan acı duyumlarının; hoşlanım yaratan uyaranlardan da hoşlanım duyumlarının alındığını belirlemiştir.
  10. acı, fiziksel bir nedenden mütvellit ise kendime sorduğum "eee acıyorsa ne olacak yani?" şeklinde bir soruyla savuşturabiliyorum. hakikaten bazen acıdan kaynaklı değil refleks olarak sızlandığımızı, göz yaşı döktüğümüzü düşünüyorum bu konuda. çünkü öyle ah tüh edecek bir durum yok. vücudunuzun bir bölgesinde bir şeyler ters gidiyor ki kırmızı alarmlar çalıyor. bunun vücuttaki karşılığı ise duyduğumuz acıdır. bu durumda gözle görülen şeylerde tepinmenin kıvranmanın bir manası yok gibi, zira zaten farkına varabiliyoruz sorunun ne olduğunun.

    ancak ne olursa olsun çoğu zaman bunu akıl edemiyorum ve şok etkisi yaşatan acılarda istemsiz olarak aciz konuma düşürüyorum kendimi. alışmışlık gibi tamamen, yukarıda belirttiğim soruyu kendime sormadan bu halden çıkamıyorum. "acıyorsa acıyor işte ne yapayım şimdi" demedikçe tuhaf tuhaf hallere bürünüyorum.

    acıya olan bu bakış açımın hayatımda değiştirdiği en büyük şey iğne korkusudur. öncesinde iğne olacağımı öğrenir öğrenmez; baş dönmesi, mide bulantısı yaşayan ve soğuk terler döken biriydim. şuan ise solak olmam hasebiyle "iğneyi sağ kolumdan yapsanız?" şeklinde bir ricada bulunuyorum. iğneyi yapan görevli iğneyi yaparken de iğnenin vücuda girişini ve çıkışını izliyorum. ilginç oluyor. iğne sonuçta ne olabilir. bu işi yapanda ilk size yapmıyor zaten, işinde deneyimli.