-
yıl bin yıl önceki gibi bir yıl,
testi taşıyıp davarın sırtına vuruyor
ekin biçip kıştan habersiz
şıra içiyor ve bilmiyoruz ki
pek yakında unutulmuş olacağız
mısralar da çözülecek ev önünde kar misali.
yıl bin yıl önceki gibi bir yıl,
ormana bakıyoruz feleğin ağılına bakar gibi,
yalan söylüyoruz elma armut sepeti örer gibi,
biz uyurken soğukta kalmış
kapı önünde pabuçlar kirli.
yıl bin yıl önceki gibi bir yıl,
hiçbir şey bilmiyoruz,
bilmiyoruz batışı,
ne yok olmuş kentleri, ne de atların
ve insanların boğulduğu akıntıyı.
***
kim ölür
çölde
bir ev
ya da kuru bir ağaç için.
kim ölür
kül olmuş
ateş,
tahtan indirilmiş
bir kralın şarabı
ya da bir komutana
şölen olsun diye
yakılmış tarlalar için.
kim ölür
bir başkası için
tohumlar uçuşurken
ve baharda
ölüm ve kuşlar
kara çalarken bulutsuz ufka.
evet,
kim ölür.
***
uyandıklarında unutulmuş olacaklar
tepelerden kopup gelen kahkahalarda,
bir kurtlar fırtınasında
koyun kafalarını dumanlı kentlerin üzerinden
estirip
toz eden.
ama sen toz olma
yıldızların kıyısına varan o tükenmez açlığınla
geceleyin mısraların oraklarına tepinerek
gözlerini geçirecekler şişine
ölümsüzlüğün, ama sen toz olma.
sıkı çek kürekelrini kemiklerine kadar
dağıt
ne doğuya ne batıya yas'lanmayan rüzgârı,
evet, asla acı vermediklerini yok eder acı.
***
horoz öter, etten
bir bezi geçer
kanıma girer,
göğsümü deşer.
kızılımı içer
bir ay içer gibi ve güller
tepelerde
kızıl dansına
yldızların.
***
dağlarda yıldızlar basar sağanağı
sen çaresizliğimin dudaklarına dokundukça
ve kilise kulesinin altında
kıştan gelin yatağında
her dolan saatin vuruşunu ayarladıkça.
ağızlardan taşar bir buğday seli
sessiz ışır dereler
mehtaplı gece seslerinde,
bırakılmış birinkitilerden
sonuna dek içilmiş denizlere doğru.
martılara serp gözlerinin tuzunu
ama
hiç koklanmamış yazlarda
boğduğun ne varsa aç
ve yok ol yaramın ağzında.
***
ağızda yırtık bir gökle
ölen çok olur ve anarlar o günü
yeşil örtülü masalarda
pembe jambonlu
soğuk tabaklarda
bir iç geçirmeyle bitiveren.
ama aşkları yitiktir
tıpkı çürümüş ağaçların
ayaklarını
kuzey karlarının akına saran bir yel gibi.
aşkları yitiktir
şaşkın ceylanların hıçkırıklarında yaşlanan
koyu karanlık ormanlarda
bir buluttan bir buluta.
***
yalnızdı sabah erken
kuşlarla göğün altında
dedi ki cehennem yeşil olacak
kazıklar çiçek açarsa.
ana pınarından içip
yumdu yorgun gözlerini
yaşam boyu dilimize yabancıtaşlı yollarda.
yaz gelince sayrı düştü
baktı yükselmekte deli bulutlar
karanlık rüyalardan,
gırtlağı yanık bir savaşçı
koymuş elini yitik
ölü tepeler arasına uzanmış âşıklara,
ekim gelince
kar kadar yabancı
yaralı dağ tepelerinde
ve sesi boş
ve susamış sütümsü bir yas içinde.
kimseler taşımaz bu mektubu
kış günü
yükselen ay'ı deli sanan
destan bir ömrün zirvesindeki mezarına.
***
baharımın ak çiçekleri
kan içinde açar,
ancak keder ölüşümü çöllerde eser,
ancak çimen hem sözler hem yazar şarkıları göğe
ağır bulutların ağladığı kasvetli mart günlerinde,
artık ne bir ırmağa kulak ne bir taşa dua
yıldızların kürekçisi de ölür,
testisi boş mavi eşekler neşeyle gezinir
sararıp solmuş yapraklarda.
nerede ne zaman söyleyecek bana tanrım,
ne zaman sokacağını çuvaldızı ete zamanın?
geceler saatlerimi tüketir,
yüreğimi duvarlar yağmalar,
yok olup gideyim,
soğuğum yapraklarda, uykum yaban evlerde kalmş,
yorgun dualarımı deler vadilerde
deli ışık,
yazı ayaklandırır can
mezarda ölümü
yaralı dudaklarım sayrı güneşler örter
kızıl küllü uyurların yeşil dünyasına
örter ay ve süt ve yel ve yaşla.
***
çaresizliğim gece yarısı gelir
bakar sanki çoktan ölmüşüm
gözler karadır ve alnım çiçek yorgunu
hüznümün acı balı
sayrı toprağa dökülür
kızıl gecelerde beni uykusuz bırakır
görmek güzün huzursuz ölümü.
çaresizliğim gece yarısı gelir
güneş ve yağmurun karmaşık düşlerinden,
çok erken övmüşüm her şeyi
kapıma da korkularıma da yabancıyım ben,
soğuk duvarlardan üstüme inen binlerce yıl
alır beni bir az kışa götürür.
çaresizliğim gece yarısı gelir
vadi değişmiş, ay çayırlara inmiş,
kızgın akşamın kırık orağı
pencereye yaslı, gözlerini bana dikmiştir.
bilirim ki artık yenilmişim
şu orak gibi, kimse yanıltamaz beni şimdi,
sabah olmadan hükmünü okuyan
nehir bile yanıltamaz beni.
ağaç ve ırmak altında bana yabancısın.
sen güneşin o dayanılmaz safında,
kara gecede, hayvan tanıyan
açılmış ormanlarda,
yüzen bir aya doğru sallanan
aşkıma çaresiz,
böğürtlenler altında incinmiş,
köklere gülen, tıslayan
bir yılan gibi
sopamın her vuruşunda,
susamış yamaçlara,
ey anamın düşü yerin iliğine kadar,
yaz şarkıları zincirinde bu yalnızlık,
külden saç, kurumuş
uzuvların ve harcında
yanmış yasımın sonsuza kadar,
ta ki anılar kutsal karlarını
zorla açılan vadilere taşıyıp
dondurucu soğuk şarkı ve arzuları
titreyen havada durdurana kadar.
***
bütün bir kış boyu sadık kaldığım sen,
yazın ateşi içinden duydum
seslenişini -ey sahte bakış,
gönlünün bir kenarında yok et beni.
uyuyan cennettedir hem cehennemde
kendi evindedir, org sesleri duyar
çiçeklerden, kış gibi
soğuk uzuvların suyunu içer.
yeminler ölür ormanlarda,
ağaçların kuru gövdelerinde
geçmişi açar ve üşüyerek
sel basmış vadilere ine aşağıya.
boş hanelerde beyni dikenini
akan etin yasak aşkına sokar.
sabaha şaşkın çıkar
ellerinde hâlâ bir sürü ölünün düşü. -
şiir kitapları o dili bilen şairlerce yahut şiiri gerçekten iyi bilen biri tarafından çevrilmeli aksi takdirde çeviri yavan kalıyor, bu çeviride bir yavanlık yok fakat bir şair çevirse nasıl olurdu diye düşündürüyor.