1. tarihcesi sanildigindan cok eskilere, henuz icten yanmali motorlarin yeni icat edildigi yillara dek uzanan alternatif yakit cesidi, oyle son yillarin icadi filan hic degil...

    petrolun arz talep iliskisi daha ilk uretilmeye basladigi 1850li yillardir beridir hep kitlik ve bolluk donguleri arasinda gidip gelmekte... dolayisiyla talebin uretimin cok ustunde oldugu zamanlarda, ozellikle birinci dunya savasi sirasinda misal, biyoyakit, biyodizel, etanol vs hepsi yaygin olarak uretilmis ve kullanilmistir.
  2. içerdikleri karbonun kaynağı, elde ettikleri bitkilerin fotosentez sırasında parçaladıkları karbondioksit olduğu için, fosil yakıtların aksine atmosferdeki net karbondioksit miktarında artışa neden olmazlar. biyoyakıtın çevreci veya sürdürülebilir olarak değerlendirilmesinin yegane sebebi budur.
    ("abi koy tarlaya büyüsün, oh işte sonsuz yau" değil yani.)
  3. işin teknik boyutunu detayları ile bilecek donanıma sahip değilim. ancak bu tip "alternatiflerin" sistem içi çözümler olup olmadığı, dolayısı ile de çözüm olup olmadığı yönünden değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum; biyoyakıt için de organik tarım için de bu böyle. çok uzun bir süre önce başka bir yerlere yazmış olduğum bir yazımda bu bahsettiklerimi dilim döndüğünce şöyle anlatmışım:

    "...
    yaşadığımız yaklaşık son otuz yıllık süreç “sermayenin sınırsız tahakkümünü tüm dünyada hayata geçirmeye dönük bir saldırı” ile geçmekte. sistemin kendi içerisinde bu saldırıya süslü kılıfı ise küreselleşme terimi ile yerini buldu. geçici bir süre kaybedenler olabileceğini lütfedercesine kabullenmekle beraber uzun vadede sistemin dünya çapında kazan-kazan şeklinde bir raya oturacağı ve toplam bir ilerlemenin gerçekleşeceği palavrasıydı burjuva ideologlarının pompaladıkları. deniz bitti, kara göründü; dünyanın bir ucunda birileri obeziteyle savaşıyorsa diğerleri açlıkla savaşıyordur; birileri otomobillerinin benzinini gıda hammadesiyle doldurmakla meşgulse birileri mutlaka midesini dolduramamaktan kıvranıyordur. birileri çok uluslu, sayısı dünyada onu geçmeyen şirkete vermişse gıda fiyatlarının ipini, sokakta birileri mutlaka bağırmaya başlamıştır “açlığa son!” diyerek. tüm dünyanın ‘ilerleyeceği’ne inanıyordunuz da yolun sonuna gelindiğine mi şaşırıyorsunuz? emperyalizmin olmazsa olmaz saldırgan yüzünü saklamak gereği saldırı fikrinin karşısında direnme fikrini de geliştireceği endişesiydi. endişelerinin ne kadar haklı dayanaklara sahip olduğu, saklamaya çalışsalar da ortaya çıkan direnişlerle görülüyor. mısır’da ekmek fiyatlarına gelen zam ardından genel grev çağrıları yapıldı. haiti’de açlığa isyan kitleleri sokağa taşıdı. somali’de tüccarların eski kağıt paralarla alışveriş yapmak isteyenlere gıda ürünleri satmaması üzerine öfkelenerek gösteri düzenleyen yüzlerce kişi tüccarlara saldırırken bir gösterici vurularak öldürüldü. gıda fiyatlarının yüksekliği nedeniyle aç kalmaktan yakınan göstericiler eylemlerine, bu paralar kabul edilinceye kadar devam edeceklerini söylediler. madalyonun diğer tarafındakiler çocuklarında küçük yaşlarda ortaya çıkan obeziteyle nasıl savaşacaklarını tartışıyorlar. bm’ye bağlı dünya gıda programı’ndan josette sheeran “bu (gıda krizi), sessiz bir tsunami” diyor. bir ingiliz gazetesinin ekonomi editörü gıda krizi ve biyoyakıt üretimi arasındaki ilişkiden bahsederken “we drive they starve” diyor. ve çözüm önerilerini hep bir ağızdan fısıldıyorlar: “krizden en çok etkilenen ülkelerdeki zorluklara karşı atılacak ilk adım, dünyanın emniyet ağındaki delikleri onarmak.” pardon, hangi delik? “you drive we starve!”
    ...
    kissenger’in sözü her şeyi açıklar nitelikte: “enerjiyi kontrol edersen ülkeyi, gıdayı kontrol edersen insanı kontrol edersin”. ikisini de yapmaya çalıştılar.

    oysa dünya halklarını patlama noktasına getiren açlığın temel nedenleri başka. bundan önceki dönemde tarıma destek politikaları hemen hemen her ülkede uygulanır, küçük köylünün tarımsal üretimi sınırlı da olsa bu yolla korunurken, geçtiğimiz son otuz yıllık süreçte imf ve dünya bankası’nın gelişmekte olan ülkelerde (abd’de ve ab ülkelerinde bu destekler artarak sürdü) sistematik olarak uyguladığı uyum programları sonucunda bu ülkelerin üreticileri açısından rekabet etme, yaşama şansı da ortadan kaldırıldı. gıda üzerindeki hakimiyetin birkaç çokuluslu şirketin eline geçmesi gıda fiyatları üzerinde bu şirketlerin istekleri doğrultusunda arzla oynayarak fiyatları da etkileyebileceği noktaya geldi.

    öte yandan, gıda krizi için aranan hayali sorumlu olarak küresel ısınma ve etkileri belirlendi. dünyanın ekolojik olarak sürdürülemez noktaya geldiği gerçeği bir kenara atıldığında, bu gerçeğin temelinde sistemin ve getirdiği tüketim kültürünün yattığı, abd ve benzeri büyük devletlerin sera gazı salımında başı çektiği gerçeklerine gözler kapatıldığında çözüm bulundu; biyoyakıtlar. hem de bu öyle bir çözüm ki yakıta bağımlılık azalsın diye değil, petrole olan bağımlılık azalsın diye. hem de öyle bir çözüm ki bu, birleşmiş milletler, 232 kilo mısırdan 50 litrelik bir depo benzin çıktığını, bunun bir çocuğun bir yıllık beslenmesine karşılık düştüğünü hesaplamış. abd ektiği mısırın yüzde 25’ini biyoyakıt üretimine ayırıyor. brezilya hükümeti ülkesinde 6 milyon hektarı buna ayırdı. afrika ülkelerinde 379 milyon hektar. birilerinin otomobillerine binmeye devam edebilmesi için birilerinin ölmesi pahasına alın size çözüm. “kanlı elmas ve kanlı petrol dönemlerinden sonra kanlı gıda” dönemi kapımızda."
    mesut