• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.74)
det sjunde inseglet - ingmar bergman
film, on yıl süren bir haçlı seferinden vebanın kol gezdiği ülkesine dönerken yolu ölüm tarafından kesilen bir şövalyenin öyküsüdür. ölüm’ü bir satranç oyununa davet eden şövalye eğer onu yenebilirse yaşamına kaldığı yerden devam edecektir.
yedinci mühür, kıyamet tehdidi altında yaşamın anlamını çözmeye çalışan yalnız bir adamın çarpıcı bir portresidir. film, inanç sistemlerinin erozyona uğradığı, nükleer bir kıyametin gündelik tehdit olduğu 1950’lerin dünyasında insanlığın hangi değerlere sarılması gerektiğini sorgular. bu özelliğiyle yeni bir tür varoluşçu sinemanın da ikonu olmuştur.


  1. türkçe'ye "yedinci mühür" adıyla çevrilen 1957 yapımı bir ingmar bergman başyapıtı. vebanın kol gezdiği bir dönemde yaşayan bir şövalyenin tanrının hükmüne karşı verdiği mücadelenin ve inancını kaybetmesinin anlatıldığı film, aslında bir çeşit yol filmidir denebilir. bu yol boyunca yaveri, bir tiyatro kumpanyası, bir rahip, kaçak bir kadın ve kocası da şövalyeye eşlik eder. şövalye umarsızca ölümün gazabını yağdırmadığı bir yer arar, yanındaki yaverinin aksine içten içe o'na inanmak ister. ancak veba öyle etkilidir, ölüm öyle kaçınılmazdır ki, şövalye de artık kaderine razı olmaya başlamıştır. yalnız ona göre tek bir çıkar yol vardır; ölümle satranç oynayıp, onu yenmek. peki hile yapıp yapmadığından emin olmadan ölümü yenebilmek ne kadar mümkündür?

    bu, tanrı, ölüm ve varoluş üzerine yapılmış en çarpıcı filmlerden birinde, andrei tarkovsky'i dahi etkileyen görsellik, filmin ve bergman'ın izleyiciye bir diğer numarasıdır.
  2. varoluşun farkındalığına vardığımız andan itibaren bir kolumuza ölüm, öteki kolumuza korku giriyor ve birlikte bir süre dolaşıyoruz. filmde içgüdüleri kullanılan ve yönlendirilen insan kendi hayatını yine kendisinin nasıl bir cehenneme çevirdiğinin bilincinde dahi olmadan kurtuluşu ölümden sonraki bir yaşamda bulmaya çabalar ve buna diğer herkes gibi korkunun otoritelerin baskısı ile inandırılır fakat ölüm nihayet geldiğinde kendi iradesi ve aklıyla zaman kazanan insanın son anlarında olsa da bu mührü nasıl kırabileceğine tanıklık etmekteyiz.
  3. tanrının varlığını, insanların kendi uydurduğu inançlarla masumiyete ettiği eziyete izin vermesi ile de sorgulayan bir bergman eseri.

    şeytan ile ilişiği olduğu iddia edilen, aslında sadece heyecanından ve çocuk haylazlığından ileri gelen halleri yüzünden bu duruma düşen çocuğu cezalandıran ve böylece kötülüklerden arınarak üstelik de bir ibret yaratarak kötülüğü yenebileceğine inanan ortalama toplum zihniyetinin meşru zulmü ve bu zulüm sebebiyle acı çekerek yok olan masumiyetin çaresizliği karşısında hiçbir müdahalede bulunmayan tanrı, öğretilen hakkaniyet vasfını çiğneyip geçebiliyorsa, aslında belki de hiç var olmamıştır düşüncesini doğuruyor.

    çocuğun gözlerinde görülen hiçlik ise; tanrının sahip olduğu kudreti göstermeyip zulme karşı bir şey yapmaması sonucunda inanç isteğimizin içini dolduracak bir şey kalmamasından ileri geliyor.

    şövalyelerin de o anda çektiği acı, yaşanan bu ruhu kör seremoniye bütünüyle dışarıdan bakıp durumdaki anlamsızlığı kavramaları sebebiyle aynı boşluğa düşmelerinden kaynaklanıyor. bir şövalye "hayat böyle" diyerek yoluna zihni bulanık olsa da kararlı bir şekilde devam ederken; diğeri sorgulamalarından, bilgi edinme gereksiniminden alıkoyamıyor kendini ve daha çok irdeliyor.

    en sonunda hayata devam edenlerin hayata ve diğer insanlara herhangi bir müdahalede bulunmayan, kendi dünyalarında çok da soru sormadan ama yüreklerini nasırlaştırmayıp ruhlarını köreltmeyen sevgi dolu olan kişilerin olması, yaşamı çekilebilir kılmak için sahip olunması geren meziyetlere vurgu yapar nitelikte idi.

    tüm bunlar bir yana ormanda koşuşturan bir sevimliliği aklımda kalacak olan filmdir; insan, onun yaşamı ve düşünüşüyle bu kadar ilintili olan bir filmde beş saniyelik bir sincap görüntüsüne odaklandı isem bu da doğaya karışma ve doğal akışında bütünün içinde aidiyeti olan bir parçası olma isteğini gösteriyor olsa gerek. neyse canım konu ben değilim neticede burada.

    denize girmek gibi bu filmi izlemek, ilk on beş dakika tereddüt, bir yirmi dakika kadar alışma ve daha ileri gitme evresi, sonrasında ver elini ufuk çizgisi.

    keşke "ölüm" daha çok konuşsaydı derken buldum filmin sonunda kendimi, sanırım bergman tarafından sorulan sorular zaten benim de zihnimde olduğu için sanki bir cevap bulabilirmişim hissine kapıldım, oysa hepimiz sıradan fanileriz neticede.
  4. içerisinde veba geçmesinden herhalde veba - albert camus ile paralel bir yapısının olduğunu düşündüğüm ingmar bergman filmi. veba salgını kol gezmektedir ve ölüm her kapı deliğinden içeri süzülmektedir. kaçış yoktur. bu sembolik anlatım içinde kişi vebayı durduramaz ve ölümü yenemez. o halde tüm çabalar boşuna mıdır, her şeye hiçlik mi hakim olmuştur, bu kısacık hayatımızı adayacağımız, anlam ve mutluluk arayışımıza karşılık veren hiçbir şey yok mudur? tüm bu soruları insanın kendine sorduran çok iyi bir senaryoya sahip 1957 yapımı filmdir.
  5. anlamsizlik hiç bu kadar canlı olmamıştı belki. rakibi ise ölümdü.
    kısaca bize bunu sunan bir şaheser.