• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (6.50)
devlete karşı toplum - pierre clastres
"nüfusları kırk ila birkaç bin kişi arasında değişen yüzlerce kabilenin, güney amerika kıtasının her metre karesini kullanarak ve ekolojik ortamla tam bir uyum içinde sürdürdükleri yaşama ilkel; istila ve katliamla ele geçirdikleri kıtayı hızla tahrip eden batılıların yaşamına ise uygar demek, inandırıcılığını çoktan kaybetti. fransız antropolog pierre clastres sayesinde, ilkel toplum ile uygar toplum arasındaki ayrımı, devletsiz toplum ile devletli toplum arasındaki ayrım olarak okumak gerektiğini artık öğrenmiş bulunuyoruz. bugün, devletsiz toplum ile devletli toplum arasındaki derin uyuşmazlığı her yönüyle ortaya koyabiliyor ve buradan devlete karşı toplum lehine birtakım sonuçlar çıkarabiliyorsak, bunu clastres’ın antropoloji ile siyaset felsefesini büyük bir ustalıkla harmanlayan gözü pek girişimine borçluyuz.devlet, despotluk ve kiliseden habersiz; çevreyle uyumlu ve ihtiyaçları ölçüsünde bolluk içinde yaşayan ilkel toplum; devletli toplumların bir’e, iktidara tapan, kıyıcı, hoşgörüsüz, tahakkümcü zihniyetine, xx. yüzyıla kadar nasıl direnebilmiş ve ayakta kalabilmişti? “söz”ün gücüne büyük önem veren ve iktidarın, eşitsizliğin kokusunu alır almaz, peygamberlerinin peşine takılıp kötülüğün olmadığı ülke’yi aramaktan çekinmeyen bir toplumun bilgeliği nereden kaynaklanıyordu? bu toplum, eşitsizliği, despotun iktidarını önlemeyi ve bütünlüğünü korumayı nasıl başarmıştı? ve hangi talihsiz, önlenemez noktada, ilkel toplum, uygar dediğimiz bugünkü devletli topluma dönüştü?clastres’a göre, devletin kökeni bilmecesinin çözümü, belki de, kaos-doğa-iktidar ilişkisine atfedilen anlamda yatıyor. ilkel ya da devlete karşı toplum, iktidarı, doğanın bir benzeşiği, toplumu kaosa sürükleyebilecek, kontrol edilemez, olumsuz bir güç olarak belirlerken; uygar ya da devletli toplum, iktidarı, doğanın kaosuna son verebilecek, onu kontrol altına alabilecek, olumlu bir güç olarak gördü. ilkel toplum, doğayı mitsel-dinsel bir çerçeve içine kapatarak zararsız hale getirmeye çalışırken; uygar toplum, doğayı iktidar, devlet aracılığıyla bir köleye dönüştürdü ve sonunda tahrip etti. doğanın kaosundan kurtulmaya çalışan uygar toplum, şimdi kendi yarattığı uygarlığın kaosuna batmış bulunuyor. bu durumda bir kez daha sormak istiyoruz: vahşiler mi daha bilgeydi, biz mi daha bilgeyiz? “clastres’ın ortaya attığı sorulardan, yönelttiği eleştirilerden sosyalizm düşüncesinin kendisini yenilemesi için çıkarabileceği dersleri görmemek için yüksek dozda art niyet gerekli. bugün onanmaz gibi gözüken yaralarla bitap durumda soluklayan sosyalizm düşüncesi, insanların geçmiş pratiklerinin böyle yeni baştan değerlendirilmesiyle kendisine yeni ufuklar bulabilir, yeniden canlanabilir. sosyalizmin baştan aşağı dönüşmesi, kavramlarının tek tek sorgulanması demek, ne beylik bir iki kavrama kumaşı tersyüz edilmiş elbiseler giydirmek demektir, ne de ustaların kelamını nas olarak kabul edip, buna bitmez tükenmez şerhler yazmaktır. bugün sosyalizm adına yapılacak en selametli iş, bilimci, prodüktivist, siyasal güç putperesti marksizan dogmayı sosyalizmin başından kurtarmaktır.”

ahmet insel, birikim


  1. fransız antropolog pierre clastres'nin konvansiyonel devlet ve millet/yönetilen tanımlarını altüst eden eseridir. kitabı oluşturan esas çalışma ilk defa 1974 yılında les éditions de minuit tarafından basılmıştır.
    pinot
  2. hatırladığım kadarıyla farklı tarihlerde orta ve güney amerika hakkında yayımlanmış antropolojik makalelerin bir düzen içinde kitaplaştırılmasıyla oluşturulmuştur.

    içinde insan ilişkileri ve toplumsal bağların kaynağı gibi temel meselelere farklı pencerelerden bakma fırsatı sunuyor. tüm kitapta beni en çok etkileyen şeylerden biri, incelenen onlarca hatta belki yüzlerde kabile ve/veya topluluktan birkaçında şef, önder, şaman gibi niteliklere sahip birisini olmamasıydı. diğer bir deyişle kabileyi oluşturan bireyler tamamen bir bütünün eşit parçası ve hayatta kalmak için herhangi birinin yol göstericiliğine ihtiyaç duymamışlar. hatta dillerinde bu kavramları ifade edecek bir kelime bile yok.

    bunun dışında ise kolonicilerin gaddarlığını ve toplu katliamlarını nitel bakımdan küçük gösteren resmi tarihin yalancılığını, rakamlarla belirtiyor. bir nevi tüm büyük medeniyetler^:belki eski yunan hariçtir emin değilim. mesajlarınızı bekliyorum bu konuda.^ gibi kan üzerine inşa edilmesi olayına çok hafif değiniliyor. en nihayetinde ise genel toplumsal ilişkilerin ilkselliğinden, günümüz toplumsal yapıyı anlamamızı sağlayabilecek bir bilinç oluşturabilme kabiliyetine sahip bir kitap.
  3. yorumlara bakınca aynı kitabı mı okudum dedim. antropoloji zaten sömürgecilikle ortaya çıkan bir bilim. o yüzden misyoner hareketteki verilerle oynanması çok ortada. bununla çok sonra yüzleşti insanlar. bunun dışında kitapta kuramsal hatalar vardı. kitabın başındaki yazılardan birinde şef kavramını ele almış yazar. şeflerin hediye vermesi üzerinden örnekleri vardı. şefler toplulukta en çok hediye veren kişidir. bu bir kültürdür. potlaç diye çok fazla bahsettim buradaki yazılarımda. yazar kesinlikle marcel mauss’un çalışmalarını okumamış. hediyeleşme kültürünün hiyerarşi tahsis ettiğinden habersiz gibi duruyor. en çok hediyeyi şef verir yoksa şef olamaz. e şef olamıyorsa bir güç birikimi var harekette. devletli topluma benzer bir hiyerarşi anlayışı üretir bu da. bu kadar basit bir analizden yoksun olduğu için sevmedim kitabı. anarşist kurama çok fazla yardımcı olmuş bu kitap. anarşistlerin teorik kırılganlığı anlaşılır oldu benim için. böyle bir kitabı esas almak, garip. kitap genel olarak kabilelerde aslında bir yönetici olmadan da işler yürür diyor. ama kabile içinde bir sürü ayrım var. az önce dediğim gibi kadın erkek, yaşlı genç gibi bir sürü güç ayrımı var. bunların bir otorite üretmediğini ileri sürmek pek doğru değil. sen buna yönetici ya da şef demekten kaçınabilirsin ama tayin edici bir sınıf kabilede de var. anti komünizmiyle, diğer antropoloji çalışmalarından eksik kalması nedeniyle bir türlü sevmedim kitabı.
    sezgi