• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.13)
diriliş - lev nikolayeviç tolstoy
bireysel vicdanın uyanışını anlatırken hukuk sisteminin adaletsizliğini, imkânsız bir aşk öyküsünü resmederken hıristiyanlığın kalıplaşmış yanlışlarını ele alan diriliş, tolstoy’un hem bireyi hem toplumu eleştirdiği en acımasız romanıdır.

zengin ve yakışıklı bir rus prensi olan nehlüdof, halalarının hizmetindeki güzel köylü kızı katyuşa’yı baştan çıkardıktan sonra bırakıp gider. bir sonraki karşılaşmaları, yıllar sonra bir mahkeme salonunda olur: katyuşa kötü yola düşmüştür ve adam öldürmek suçuyla yargılanacaktır. katyuşa’nın durumundan kendini sorumlu tutan prens, vicdanının ezici baskısıyla baştan ayağa değişecek, yaşadığı dünyaya farklı gözlerle bakmaya başlayacaktır. insan ruhunun, vicdanının, inancının ve 19. yüzyıl çarlık rusyası’nın gerçekçi bir portresini çizen bu başyapıt, tolstoy’un ateist ilan edilmesine ve 1901 yılında kilise’den aforoz edilmesine sebep olmuştur.

arka kapak tanıtımı


  1. bu kitabın bir benzerini yazabilmek için götünü yırtıyor bizim muhafazakar tayfa. tabii onlar ne tolstoy kadar bilgi birikim ve yeteneğe sahipler ne de tolstoy kadar samimiler. dertleri ceplerinin dolması ve hizmet ettikleri hareketlere de gelir sağlayabilmek.

    tolstoy' un üç büyük kitabından en sonuncusu olanı ve bence en zayıfı diriliş. aslında kitabın sonuna gelene kadar oldukça sevmiştim kitabı ne var ki sonunda her şey incil' e bağlandı. tabii sırf bu oldu diye de kitaba gömecek değilim. sonuçta bir dolu şey anlatılmış kitap boyunca. genel bir çerçeve çizmek gerekirse tüm roman boyunca ahlaklı olan, doğru olan nedir, insan ne için yaşar sorularının cevabı aranmış. tolstoy bu soruların cevaplarını kitapta dimitri nehludov' a aratıyor. spoiler vermemeye özen göstererek üzeri kapalı olarak özetlersek; gençliğinde yaptığı eylemlerin etkileriyle yüzleşen bir adamın zaman içindeki değişiminin bir hikayesi bu kitap. dimitri kendini, etrafını sorgulamaya başlıyor ve sorguladıkça da değişiyor. sanırım roman da adını buradan alıyor, yani dimitri' nin yaşadığını sandığı yıllara bakınca aslında ömrünü boşa tükettiğini, dünyada olma amacını kavrayamadığını ve bunu kavradığı anda da gerçek anlamda yaşamaya başladığını anlatıyor. ben ''diriliş'' ismini ruhun uyanışı diye yorumluyorum kendimce. bunun dışında sınıf çatışması, insan eliyle bozulup dünyevi çıkarlara hizmet eden dinin ve ceza hukukunun eleştirisi var kitapta. ancak tüm bunlar özünde aynı noktada birleşiyor; sevgisizlik ve hoşgörüsüzlük. dünyada olma amacımız sevgidir diyor tolstoy ve bu amaçtan saptığımızda her şey kötüye gitmeye başlar, bu kötülüğü önlemek için yapılan şeyler ise durumu daha kötü hale getirmekten başka bir işe yaramaz. yapılması gereken tek şey sevmek ve affetmektir.

    burada tolstoy' un dil ve anlatım özelliklerini ya da hikaye kurma ve karakter yaratma becerilerini övecek değilim. adam bunlardaki başarısı sayesinde tolstoy olmuş zaten ama bu kitabı büyük yapan bu işte. yukarıda anlattığım şeyleri, hiçbir şekilde zorlamadan, alakasız yerlerde önümüze koymadan, hikayenin içerisine yediriyor tolstoy. aynısını dostoyevski suç ve ceza' da yapmıştı ne var ki ben o kitabı, bunun çok çok önünde görüyorum. yine de iki kitabın kıyaslamasına girmeyeceğim.

    hikayeye temas etmeden kitabı açıklayıcı bir şeyler yazmak cidden zor o yüzden çok üstü kapalı olacak ama tolstoy kitabın özellikle belli bölümlerinde ciddi bir din eleştirisi yapıyor. yalnız aslında eleştirdiği şeyin din olmadığını, aksine tolstoy' un incil' e bağlı olduğunu net şekilde görüyorsunuz. onun eleştirisi dini kendi çıkarları için kullanan ya da dini isteyerek ya da istemeyerek değiştirip başka bir forma dönüştürenlere yönelik. yine de kendini aforoz edilmekten kurtaramıyor tolstoy ama bunu pek dert ettiğini sanmıyorum.

    tolstoy realizm akımına dahil bir yazar. diriliş de realist bir roman haliyle. bu, kitap için artı bir puan gözümde. ana karakterimiz değişimi yaşadığı süreçte ''off eski hayatım ne kötüymüş'' moduna girmiyor. o eski hayatının kendisine sunduğu imkanların, zevklerin hepsinin farkında. burayı çok sevdim, körü körüne bir ''doğruya'' yöneliş yok kitapta ve olmadığı için de etkileyici ve inandırıcı bir hikaye zaten. tabii bir de tolstoy' un övmeme gerek yok dediğim ustalığına değinmek gerek. ilmek ilmek dokuyor hikayeyi, karakterin duygu ve düşünce dünyasındaki değişimini. kitabın tek bir yerinde bile ''lan o umursamaz adam bu hale nasıl geldi'' demiyorsunuz. hikaye o kadar iyi kurulmuş, olaylar o kadar güzel işlenmiş; kurmacadan çok uzak, çok doğal.

    vermek istediği mesajları bir kenara koyarsak; kusursuz, gerçekçi hikayesi, tolstoy' un gözlem gücü ve ruhunu bize açtığı karakterleridir bu kitabı asıl değerli yapan. anlatmak istediği mesele sonra gelir.

    !---- spoiler ----!

    işçiler efendileri için çalışmaya gönderildikleri bağı kendilerini sanmışlar. oradaki her şeyin kendileri için yapıldığına, işlerinin bu bağda hayatın tadını çıkarmak olduğuna inanmış, efendiyi unutmuşlar, onun varlığını hatırlatan herkesi de öldürmüşler. (sf: 323 - altın kalem yay. - 1970 baskısı - rasin tınaz çev.)

    biz savcılar, hakimleri, genellikle davranışlarında bir bakıma özgür kişiler olarak kabul ederiz. öyleydiler bir zamanlar ama şimdi değil. ancak emirlere boyun eğen memurlardan ibaret onlar. ancak alacakları maaşları düşünen kişiler...ücretlerinden fazlasına göz diktiler mi ilke falan kalmıyor... artık istediğiniz kişiyi suçlar, yargılar, mahkum ederler. (sf: 210 - altın kalem yay. - 1970 baskısı - rasin tınaz çev.)

    onu en çok şaşırtan şey katyuşa' nın durumundan utanç duymamasıydı. mahkum olarak değil, bundan utanıyordu, elbette; yalnız, fahişe olmak ona hiç etki yapmıyordu. üstelik, bundan gurur duyuyor gibi de bir hali vardı. başka türlü de olamazdı zaten. herkes yaşayabilmek için yaptığı işin önemli, iyi bir iş olduğunu düşünmek zorunda kalırdı. bu yüzden, insan kendisi için, ne durumda olursan olsun,işini önemli, iyi kılacak bir hayat görüşü yaratırdı. genellikle bir hırsızın, bir katilin, bir casusun, bir fahişenin, mesleğinin, işinin kötü olduğunu düşünerek bu durumdan utanç duyduğu sanılır. bunun tam tersi doğrudur. kaderin, ya da günahkar yaşayışlarının böyle bir duruma getirdiği insanlar, durumlarının ne denli kötü olduğu gerçeğini görebilseler bile, yaşayışlarını bu durumlarını iyi, kabule değer bir tutumla düzenlerler, bu hayat görüşlerini sürdürmek üzere de kendi görüşlerini paylaşan kimselerden bir çevre edinirler, bu çevrede kendi yerlerini bulurlar. ustalıklarıyla övünen hırsızları, sefaletlerini savunan fahişeleri, zulümleriyle gurur duyan katilleri görmek bizi şaşırtır. oysa bu şaşkınlığımız ancak bu insanların yaşadığı çevrenin, atmosferin sınırlı olmasından, bizim bu sınırın dışında kalmamızdandır. aynı olayı, örneğin, elindeki senetlerle övünen zenginlerde bir çeşit hırsızlık gösterisi, zaferlerinden gurur duyan bir ordu kumandanında bir cinayet gösterisi, yüksek mevkilerde bulunan, kudretleriyle ortalığı kasıp kavuran kişilerde şiddet gösterisi olarak göremez miyiz? bu insanların bu yaşayışlarını sefil, kötü olarak görmemiz onların dışındaki çevrenin çok büyük olması, bizim de bu çevreye ait bulunmamamızdandır. (sf: 136, 137 - altın kalem yay. - 1970 baskısı - rasin tınaz çev.)

    !---- spoiler ----!