1. bütün sevişenlerin zor dakikaları vardır
    hepsinin o zamanlarda benzeşir davranışları
    hüsnü yusuf
    aldı şivekar'ını karşısına
    ellerini tuttu
    ayırmadan gözlerinden gözlerini
    önce derin bir iç geçirdi
    konuşmaya başladı sonra:

    "ikimiz o bir kalarak en özel yeri"
    "yaratılmışlar arasında"
    "ne kadar hakkıyla kazanmış olursak olalım"
    "ve şimdi çok kimsenin anlamadığı"
    "yüceliş basamaklarında olsak da"
    "her yaratılan şeyin zemini"
    "bizim de zeminimiz"
    "insan çoğalacaksa insanlarda çoğalır"
    "bir dönüş bekliyor seni"

    "cinlerin bahçesinde"
    "çocuk doğamaz"

    hüsnü yusuf şivekar'a neler yapacağını birer birer anlattı.
    bir kocaman yumak ip vererek ona.
    gidecekti
    yumağın bittiği yere kadar hiç durmayacaktı.
    ne bitmez yumakmış! kaç gün gitti?
    sonunda vardığı yer
    kapkara bir şehirdi.
    önce
    gecenin tesiri sandı
    oysa gerçekten kara
    gün ışığı altında bile kapkaraydı şehir.
    evlerin duvarları siyaha boyanmıştı
    panjurlar ve kepenkler
    onlar da siyah ve kapalı.
    yollar hep zift karası
    kaldırımlar kara taş
    fakat ne geçen var, ne giden
    bütün perdeler çekik ve kara
    bakan kimseler yok pencereden sokaklara.
    şivekar
    karnı burnunda
    ağır ağır kat etti kara şehri.
    en büyük kapısını buldu şehrin
    en kara kapı da buydu.

    bu şehir baştan başa yıllardır
    hüsnü yusuf yası tutmaktaydı.
    gizli, gözden uzak bir yerde oynuyordu çocuklar
    büyükler için oynamak, gülmek
    gizlice bile olsa yasak.
    yusuf' u cinler kaçırınca yedi yaşında
    önce annesiyle babası karalara büründü
    sonra
    yavaş yavaş güzel yusuf'un yokluğuyla
    kendine çirkinlik bulaşmış hisseden herkes
    siyahı seçti
    bir dürüstlük aradı yasla avunmakta.

    bu şehrin beyi hüsnü yusuf'un babası
    en büyük kapı bey kapısı
    gebe kadın büyük, kara kapıyı
    tam da doğum sancısı tuttuğu sırada çaldı.
    açan olmadı, içerden bir kıpırtı
    duyulmadı.
    çaldı şivekar bir daha
    ne ses
    ne nefes
    sonunda ona öğretildiği üzere
    "açın, hüsnü yusuf'un başı için açın" dedi.
    içten ve iç parçalayıcı bir inleyişle
    o zaman kocaman kara kapı
    açılıvermediyse de tamamen
    mağrur ve ağırdan
    aralandı.
    "doğurmak üzereyim"
    "bana bir yer gösterin".

    şivekar'ı ineklerin ahırına aldılar
    çok geçmedi doğurdu.
    hani şu bir avcıdan işittiğine kanan var ya
    ümidin ve korkunun hakkını vermek için
    nice iniş nice çıkış yaşayan
    mezbeleliklerde hırpalandıktan sonra
    nikahı harikulade bir bahçede
    en harikulade erkekle kıyılan kızın
    oğlu doğdu nihayet.

    loğusa yalnız kalmasın
    al basmasın onu diye
    o gece ahıra bir halayık bıraktılar.
    ve o gece bir kuş kondu ahır penceresine
    dile geldi, seslendi:
    "- şivekarım ! şivekarım!"
    içerden yanıtlandı bu çağrı
    "lebbeyk! sultanım!"
    "ne yapar sultanım?"
    "boklu çaputlar içinde yatar sultanın"
    "annem duymadı mı?"
    "yavrumun yavrusu deyip"
    "sinesine sarmadı mı?"
    pır deyip uçtu sorular sonrası kuş.
    ama olay halayık kızı çok korkuttu
    koşup anlattı duyduklarını kahya kadına
    kahya kadın işkillendi bu işten:
    "kaz kümesine alsınlar loğusayı"
    "oraya benim için de bir yatak koysunlar".

    ertesi gece aynı kuş
    bu sefer kaz kümesinin penceresine
    konarak aynı söyleşiye yer verince
    halayık ne işittiyse, kahya kadın, o da duyunca
    anladı kara konaktaki emektar
    bir bey doğurmuştu vesveseyle baktıkları yabancı
    üstelik bu son gelen konakta herkesten daha yerli.
    yeni efendisidir doğan bebek
    beyin torunu.

    gerçeği öğrenince
    yas kentinin beyi, kara konağın hatunu
    bir basübadelmevt saydılar bütün olan biteni
    yavruyu vakit geçirmeden al haneye aldılar
    yavrumuzun yavrusu deyip kucaklarında sardılar
    şivelar'la konuşup tecbil ettiler gelini
    daha ileri gittiler
    - bu soyda ihtiras bitmez -
    dediler:
    "yakala bu kuşu bize!"
    "tut bu kuşu bizim için!"
    şivekar yusuf'a dokunmak istemez mi?
    can ü yürekten
    kabul etti teklifi.

    al haneyi görmeliydiniz.
    daha hüsnü yusuf doğmadan
    orayı annesi
    bir sevinç odası olarak tertiplemişti.
    her taraf siyaha büründüğü günlerde bile
    bu oda al hane kaldı
    ümit ve sevinç
    temsil etsin istendi.

    demirden ve kızıl bir karyolada yatıyordu şivekar
    kuş pencereye konup adını ünledi:
    "şivekarım! şivekarım!"
    bir naz uykusu içindeymiş
    gibi yaptı yatakta sere serpe uzanan
    kuşcağız kondu bu sefer karyola demirine
    tez canlı, edişeli seslendi:
    "şivekarım! şivekarım!"
    yine ses yok.
    yastığa indi, geldi başucuna
    "şivekarım!" "şi . . ." der demez
    kaptı kuşu uyurmuş gibi yapan

    kaçırılmak neyse . .
    ama bunca serencamın sonunda
    bir kuş olarak yakalanmak
    ağır geldi yusuf'a
    silkinip buluverdi gerçek cesametini
    birden bire al haneyi
    güzelliğiyle doldurdu.

    bey ve hatun
    babayla anne
    çoşkuyla daldılar içeri
    sarılmalar, öpüşmeler . .
    hasretler giderildi.

    insan hayatı dediğin ne de meraklı bir şey
    neden kılıç kabzasındadır kınalı parmak?
    buraya kadar geldi masal
    şimdi acep ne olacak?