1. halbuki hayat kısaydı ve kuşlar uçuyordu. öyle okuduk yazarların iç sesinden.

    herkesin aradığı ve bulamadığı bir adalet var bir konuda, bazen birçok konuda. hep bir beslenme arzusu içinde insan ve anne şefkati beklediğimiz yerden çok uzaklarda. herkes çok yalnızken herkesin çok yalnız kalabildiği bir dünyada uzay keşfindeyiz. olduğu yerden memnun olmayıp, yeni yer bulsa da biraz da orada mutsuz olsa şeklinde bir iç yolculuğunda, arada bir denk düşerse hayat kurtarıyoruz. hayvan başı okşuyoruz, komşuya 1 fincan şeker veriyoruz, çocuklara kitap yolluyoruz bazen.

    bilmiyorum, bilmiyoruz. eminim bilsek birlikte döndürürüz bu dünyayı; uzaylılar kitap imzalatmaya gelir bize. bilsek şifalanır, yetinmez bir de şifalandırırız. iyi niyetinden ve iyi dileklerinden şüphem yok, yalnızca kendini düşünen insanlardan şüphem olmadığı gibi.

    daha da mı kandıralım kendimizi, sevgi duyamazken sevilmek peşinde darmaduman olurken. derken birileri uyanır buna. uyanır fakat nefretle, öfkeyle, alamadıklarını da kimseye yedirtmeyecek bir kararlılıkla. vermedikçe eksildiğini görmeyen kör gözlerle, acıyı bile paylaşamaz halde uyanır.
  2. hayatta şu ana kadar yaptığın hiçbir şeyin maya tutmadığını anladığın ve bir gün geberip gittiğinde hiçbirsinin de öneminin kalmayacağını anladığın zaman bi sigara yaktığın andır.
  3. var olmaya devam etmek için tüm sebebinin içinde hayata tutunmak için can atan dürtülerin, var olmanın temel sebebininse ebeveynlerinin üreme isteği olduğunu, amaçlarının spesifik olarak seni değil "ne gelirse" bir çocuk üretmek olduğunu, haricinde evrendeki olayların bir devamı niteliğinden fazlasını taşımadığını, kendinin kusurlarını, öldükten sonra her şeyin sonlanacağını, bir gün evrenin yok olmasının beklenen son olduğunu, aslında kimseyle yeterince iyi anlaşamadığını, anlaşamayacağını, hiçbir şeyin o kadar ilgiye-mücadeleye değmediğini, hayatın hiçbir şey yapmadan iyileşemeyeceğini fakat tüm gücünle uğraşsan bile asla iyileşemeyebileceğini...

    ...düşünmeye başlamaktır.

    fakat bu düşünceler çoğu zaman melankoli eşliğinde devreye girerler, üstün bir farkındalık sonucunda değil. ayrıca, hayatta kalmak yaşamanın doğasında vardır, neden sonu belirsiz ve bilinenin tamamını kapsayan istatistikle sonlu olan şu hayatın sonunu daha erkene alalım ki?

    varolmaktan nefret edemeyiz, çünkü bu hayatın haricinde varolmayı tatmadık; fakat görünüşe göre ölümle birlikte yok da oluyoruz. öyleyse nefret etsek bile biraz sabretmek de makul bir seçim.

    edit: ek
  4. bir barda tek başına oturmaktır mesela. etrafında keyifle sohbet edenleri görürsün, sevişen gözlerinin içinden mutluluk akanlara bakar, sonra bir de kendine bakarsın. kendine baktıkça durumunu, bunu yaratan sebepleri sorgularsın. kendi zihninde ürettiğin cevaplar seni kesmediğinden, kendinle kazananı olmayan bir kavgaya tutuşursun. evet bunlar hep maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi saçmalığından oluyor ancak bunu bilmek de çözüm olmuyor. sanırım bu tür ve diğer tür nefretlik durumlarda geçici de olsa tek çözüm çok ama çok içmek.