1. eğer dünyada sadece tek insan olsaydı çok yaşayamazdı. vahşi doğa tarafından katledilir bünyesine katılırdı.

    tek başına bir insan hayatta kalabilmek için avlanmak ya da toplayıcılık yapmak zorunda kalacaktı. bu sürece girdiği andan itibaren diğer yırtıcıların rakibi haline gelir, donanım eksikliği ile av olurdu. özetle tek başına insan güçsüz bir yırtıcıdır, düşünemez, üretemez, akıl yürütemez, savaşamaz. evrimsel olarak bakınca insanın hem yırtıcı(etçil) olması hem de donanım eksikliği farklı yönleden gelişmesine olanak sağlamış olabilir. yani zayıflığın aşırı telafisi olarak hayatta kalmak adına akıl yürütme ve birlik olma durumuna geçmiş olabilir.

    aynı zamanda tek değil iki insan olsaydı bu seferde birbirlerini rakip görebilirlerdi. zaten kısıtlı olan beslenme imkanlarını paylaşmak istememe durumuna girebilir, biri diğerini katledebilir sonra diğer yırtıcılar tarafında kendisi de öldürülebilirdi.

    elbette insan türü bir iki kişiden ibaret değildi, evrim de bir grubun temsilidir. insan belki de diğer yırtıcılardan farklı olarak en çok da kendi türünden bireyler tarafından risk altındaydı. fiziksel olarak kendine denk olan ve aynı yiyecekleri talep eden diğer insanlar ve dahi benzer yolda ilerleyen diğer yırtıcılar tarafından risk altındaydı. fiziksel olarak hayatta kalma imkanı yaratması hayli zordu.

    dolayısıyla insan türünün bu iki sorun için iki çözümü vardı. 1- diğer yırtıcılara karşı birlikte hareket etmek, avlanmak. 2- kendi aralarında hayatarını garanti altına alabilecekleri bir sözleşme imzalamak.(ahlak ve hukuk kuralları)

    insan asla sosyal bir varlık değildi, insan özgür ve tek başına yaşayacak bir varlıktı. dğer yırtıcılar gibi hayatta kalma ve üreme güdüsüyle var olma halindeydi. fakat bu şartlarda hayatta kalmak pek de mümkün görünmediği için ilk olarak özgürlüğünü bir topluma sattı.

    komün ya da toplum oluşturarak hem kendi türüne karşı can güvenliğini sağlamış oldu hem de diğer yırtıcıların fiziksel üstünlüğüne karşı bir argüman ortaya koyarak avcılıkta öne geçme şansı yakaladı. toplumların dünyanın her yerinde genel geçer ilk kuralı topluma ait bir başka bireyi öldürmemektir. bu davranışın cezalandırılmasıdır. bu algılandığı gibi bir toplumun kuralı kaidesi değil bizzat toplumu oluşturan bireylerin hayatta kalma güdüsünün bir sonucudur.

    yani tek cümleyle özetlemek gerekirse doğuştan hayatta kalma ve üreme güdülerine sahip olan insan hayatta kalmak amacıyla özgürlüğünü topluma feda eder.

    dünyanın herhangi bir yerinde bir araya gelen insan topluluğu kendi türünü öldürmeyi yasaklar. toplumda yaşayan bir bireyi öldürmek suçtur, ahlaksızcadır ve böylece yanlış kavramı ilk defa karşımıza çıkar. doğanın aslında yanlış ya da doğru yoktur, bunlar hayatta kalma güdüsünün eserdir. ilk yanlış toplumu oluşturan bireylerden birini öldürmektir. ve her zaman yanlışlar bize doğrunun ne olduğunu gösterir. bir şeyin doğru olduğunu iddia etmek için yanlışı gösteririz, hiçbir şey tek başınayken yani ortada bir yanlış yokken doğru olarak tanıtılmaz.

    öldürmenin yanlış olmasının sebebi ise toplumun bir araya gelme amacıyla çelişmesidir. toplum bireylerin can güvenliği için oluşurken aynı toplum bir kişinin canını alırsa amaç birliği bozulur.

    toplum bir anlaşma bir taahhüttür. hayatta kalma koşullarına karşılık kendi türünden başka bir bireyi öldürmemeyi taahhüt etmektir.

    buradan yola çıkan topluluk, benzer şekilde ortak amacın ürettiği yanlışları ve doğruları ortaya koyar. ortak amaçlar hayatta kalmak mevzusunun dışına çıkar, çünkü asgari imkanlar sağlandığında mevzu avlanmaya, barınmaya ve üremeye dönüşür. her biri yeni yanlışları yeni doğruları ve yeni kuralları getirir. nihayet karmaşık düzende kendi türünün güçlenmesi gelişmesi için "sistem" dediğimiz ahlak, hukuk ve din kurallarıyla şekillenen oluşum meydana gelir.

    toplum ilk başta bireyin can güvenliğini sağlamış, kendi türünün saldırma riskini ortadan kaldırmış, sonrasında birlikte hareket ederek avlanmada diğer yırtıcılara üstünlük sağlamıştı. şimdi ise toplumu bekleyen şey avını ve mahsülünü paylaşmak olacaktır. çünkü yeni düzende biriken av ve mahsül için toplumda eni bir savaş meydana gelebilir. yeni bir anlaşma yeni bir sözleşme şart olmuştur. paylaşma kurallarını belirleyecek ve güvence altına alacak sisteme ihtiyaç doğmuştur. ikinci yanlış burada karşımıza çıkar. paylaşmamak yanlıştır. içinde bulunduğu topluma ürettiğini vermemek suçtur.

    her geçen gün bir araya gelen insan topluluğu yanlışları ve doğruları topluluğun ortak amaçları doğrultusunda sıralar. dolayısıyla yanlış ve doğruların en temel amacı bireyin hayatta kalmasıdır. kendi türünü öldürmemeyi taahhüt eden insan mahsülünü de paylaşmayı kabul ederek özgürlüğüne ikinci darbeyi indirir.

    sistem güçlenip büyüdükçe, insanlar hayatta kalma güdüsüyle bir araya geldiğini unuttukça, yanlışarın sayısı ve bununla birlikte cezalar, kurallar arttıkça insan amaçsızca topluma hizmet eder hale gelir.

    tüm bunlardan yola çıktığımızda doğru olanları seçmek bir tercih değil doğamızın bize mecburi kıldığı bir zorunluluktur., paylaşmak ve toplumda bir görev almak zorunluluktur.tüm tercihlerimizi hayatta kalabilmek uğruna yaparız ve hayatta kalabilmemizi sağlayacak olan seçenekler varken özgür bir seçim yaptığımız söylenemez. karmaşık düzen içinde sunulan binlerce tercih imkanı özünde birey olmanın gerektirdiği çok sayıda zorunlulukların listesidir.

    irade kavramı varlığını sürdürmek isteyen insanın yapmak zorunda olduğu binlerce seçenekten birini mecburen tercih etmesi noktasında ortaya çıkar ki bu tam anlamıyla irade değildir, sıtmaya razı olma halidir.

    ölüm riski düşük olduğunda bireyler mutluluk peşinde koşabilir. mutluluğu haz duygusunu tatmin ederek yaşama yoluna da gidebilir, daha komplike şekilde bilgi ve güç elde ederek lüks ve rahat bir hayat için de savaşabilir. çünkü ortada canını korumasını gerektirecek yüksek riskli olaylar yoktur. toplumun parçası olan birey "doğrular" olarak nitelenmiş işleri sırasıyla halletmek fikrinden yola çıkar. doğruları yapmak toplum düşüncesine göre mutluluğun kaynağıdır.(hatırlarsak doğru ve yanlışlar bireyin hayatta kalması için uydurulmuştu)

    yapmak zorunda olduğumuz iki şeyden birini seçmek ne denli irade göstergesiyse binlerce şeyden birini seçmek de aynı derecede irade göstergesidir. doğru denilen kavramların belli bir amacı olduğuna göre doğruları seçmek üzere kullanılan irade kukla değil de nedir? tek başına bir insanın doğruyu tanımlayacak kelimesi bile yoktur, konuşmaya ihtiyaç duymaz. doğru olanı toplum belirlerken bireylerin tercihlerinde doğruyu seçiyor olması sadece yanılsamadır. bireyin bu tür bir yetkinliği yoktur, ne doğru olanı bilebilir, ne de seçimini ona göre yapabilir. dolayısıyla irade gösterme hali değildir. birey var olma anından itibaren toplumun bir parçası, ve nihayetinde toplumun kölesidir, özgür değildir. özgürlük feda edilmiştir, irade toplumun bir kuklasıdır.
    abi
  2. yan yana gelemeyecek iki kavram.
    evrende bilgi asla yok olmaz. herşey nedensellik zinciriyle bağlıdır ve diğer herşey gibi insan da, kendisi olayın bir parçası olduğu için farkedemese de, özgür iradeye sahip değildir. bunun bizim etiğimizde ya da amaçlarımızda herhangi bir farklılık yaratma etkisi yok fakat; benim üzerimde biraz hüzünlendirici biraz da rahatlatıcı etkisi oluyor.
    bu etkinin kaynağı şudur:
    tanrı varsa özgür iradeye sahip değildir, özgür iradeye sahip değilse tanrı değildir.