1. düğmelere olan ilgim, komutanlığı sırasında vural bayazıt paşa’nın ilgisini çekmişti. kendisinde de altın kaplama tarihî düğmeler vardı. hatta bunlardan bir takımını bizzat elbisesinde kullandığını gördüm. bir görüşme sırasında düğmelerle ilgili bir araştırma yapmakta olduğumu söyledim. bunu bir makale olarak yayımlamayı düşünüyordum. ama araştırmaya başlayınca anladım ki küçücük bir düğme üzerinde koskoca bir osmanlı imparatorluğu’nun tarihi tabaklanıyordu. makalenin boyutu arttı ve birdenbire görsel bir kitaba dönüştü. çalışıp çabalayıp kuşe kağıda, eldeki imkanları kullanarak güzel sayılabilecek bir baskısını yaptık. adı “türk düğmeciliği ve bahriye düğmeleri” konulmuştu. kitap çıktığı zaman önce müze komutanı’na sundum. sonra sıralı üstlere gönderilecekti. abdurrahman albay, ellisinde ikinci evliliğini yapmış, bel fıtığından mustarip yaşayan bir adamdı. kitaba ve araştırmaya meraklıydı ama bunun öyle birdenbire kazanılıverecek bir meziyet olmadığını bilmiyordu. çıkarlarını da hep korurdu.

    abdurrahman albay kitabı eline ilk aldığında, daha adını bile okumadan sayfa sayfa resimlerine baktı. kitap iki ana bölümden oluşuyordu. düğme hakkında genel bilgiler ile türk düğmeciliğinin geçmişiyle ilgili başlıklar birinci bölümde, yelkenliler devrinden ilk üniformaya geçiş ile madeni düğmenin kullanıldığı ii. mahmut devrinden itibaren padişahların tahtta oturdukları dönemlere göre bahriyedeki kıyafet ve düğmelerle ilgili başlıklar da ikinci bölümde yer alıyordu. son devir olan cumhuriyet dönemi ile günümüzün üniforma ve düğmeleri bahsinde görsel malzeme olarak neyi kullanacağımı düşünmüş, en uygununun bir subay üzerinde üniforma fotoğrafı olacağına kara vermiştim. öncelikle birkaç resim aradımsa da bulamamıştım. mahmut isimli fotoğrafçı bir astsubayımız vardı. çekim işlerinde bana yardımcı olurdu. ağustos günlerinde idik. henüz uygun bir subay veya astsubay fotoğrafı bulamamıştık. ertesi günü fotoğraf makinesiyle birlikte evinden harici siyah üniforması ve beyaz üniformasını getirmesini istedim. ben de aynı şekilde yaptım. sonra arşiv’in bahçesinde yazlık ve kışlık elbiselerimizi giyinip sırayla birbirimizin fotoğraflarını çektik. böylece elimizde hem siyah hem beyaz subay ve astsubay üniformalarının resimleri ve bunlar üzerinde düğmelerin yerleri gösterilmiş oluyordu. abdurrahman albay elindeki kitabın sayfalarını çevirirken birden bu tanıdık fotoğraflarla karşılaşınca duraksadı. önce yüzüme baktı ve “bu resimlerdeki sensin” dedi. sonra mahmut astsubayın da resimlerini tanıyınca biraz bozuldu. aramızda şöyle bir konuşma geçti:

    “binbaşım, bu birliğin komutanı olarak burada benim de resmim yer alsa olmaz mıydı?”

    “şüphesiz haklısınız komutanım, hata etmişiz! ancak yaz gününde size siyah üniforma giydirip terletmek istememiştik.”

    “olsun, terlerdik. bundan sonra böyle konulara dikkat et!”

    “emredersiniz komutanım! bir sonraki çalışmada da sizin resminizi koyalım.”

    “bir sonraki çalışmanız hangisidir?”

    “kaptan-ı derya türbeleri ve mezar taşları!”

    “?!..”

    aslında söylediğimi boş bulunup söylemiştim ama sonradan gülmemek için dilimi ısırmak ve hemen odayı terk etmek zorunda kaldım.

    (bkz: iki darbe arasında - iskender pala)