1. haber linkleri için diken birgün evrensel

    Birkaç gündür feminizm başlığına yazmak istiyordum ama nasip(!) böyle bir olayda başlık açmakmış. Haberlerde de okuyabileceğiniz üzere kıyamet, yayınevinin yazarlar hakkında biraz renkli biyografiler kaleme alma isteğinden ötürü kopuyor. Yazıda Virginia Woolf hakkında ''kim korkar bakire kurttan'' deyince olanlar olmuş.

    Tepkiyi verenler kullanılan 'eril dile' sinirlenmişler -lakin kullandıkları meydan okuma yönteminin de erkeklik (virilité) içermesi çelişkisi de üzücü-. Feminizm'in ithal ideolojilerden biri olmasından daha çok argümanlarının da ithal olması üzerinde durmak istediğim. Bugün yapısalcılıktan hem eleştirel hem açıklayıcı olarak yararlanan feminizmin dille girdiği bir mücadele var. Özellikle eril-dişil ayrımının belirleyici olduğu dilleri kullanan uluslarda feminizm, kendine özgün bir branş da yaratabiliyor, Fransa örneğinde (bkz: féminisme linguistique) . Argümanlarının güçlü olduğunu, dil ile toplum yapısı arasındaki ilişkiyi somut örneklerinden hareketle çok iyi açıkladığını da söylemek gerekir. Fakat gelin görün ki Türkiye'de bir şeyin bilgisinden önce o konuda fikri olan insanımız (sağcısı, solcusu, feministi, ekolojisti) meseleyi teorik düzlemlerde tartışmadan, nevi şahsına münhasır pratikler oluşturuyor. Burada saldırıyı düzenleyenlerin eril dilden kastı nedir? Bekaret yoluyla yapılmış kelime oyunu. Yani bekaret. Peki bekaret bir olgu değil midir? Var olan bir gerçeklik değil midir? Batı sanatı Meryem Ana'nın bekaretinden nice sanat eserleri çıkarmamış mıdır? İthal edilen bir düşüncenin ithal argümanlarına mal bulmuş mağribi (bu sözün argo versiyonundan beni de mizojen ilan edenler veya cinsiyetçi dil kullandığımı söyleyenler olursa şaşırmam) gibi sarılan bu arkadaşlar, meselenin özünü anlamadıkları ya da Türkçe'nin dil yapısında buna benzer şeyler bulamadıkları için bazı kelimelere nefret kusuyorlar (bkz: bayan) , bu kelimeler aracılığıyla bilinçaltı okuması yapıyorlar (bir de yapısal okuma yaptıklarını zannediyorlar). Ben size feminist olmayın demiyorum, yine olun; ama önce hobi olarak feminist olmayı bırakın.

    ekleme: Konuyla ilgili güzel bir yazıya denk geldim, buyrunuz linki .
  2. kesinlikle anlamadığım olay. anlam veremiyorum yani.

    şimdi bir yayınevi var, aralarında kötüleri olsa da genellikle iyi işler yapan ve virginia woolf'un daha önce iki kitabını basmış bir yayınevi bu.
    klasik yazarları birkaç cümlede anlatmaya ve daha önce bu yazarları okumamış okurlarda bir merak uyandırması açısından da bu cümleleri kurarken daha "özgün" bir dil kullanmaya çalışıyor. bu kadar basit bir durum aslında.
    kullanılan üslup bana göre de rahatsız edici. küçümser gibi bir hali var. ama ben güveniyorum bu insanlara, neden bilmiyorum. sonuçta hayatları boyunca ellerinden en az birkaç kitap geçmiştir ve virginia woolf ile bir alıp veremedikleri olduğunu sanmıyorum. kesinlikle yazarken yazara hakaret olarak algılanacağını düşünemediler. haklılar, bazı insanlar hassas olurken bazıları o kadar hassas olmayabiliyor. özür dilemeleri beni tatmin etti bu açıdan. zaten bu üslubu sadece kadın yazarlar hakkında yazarken değil erkekler için yazarken de kullanmışlar, sadece kadın yazarlar ile ilgili yazarken kullanmış olsalardı ithaki'ye şu anda hepimiz sövüyorduk zaten.

    fakat yapılan bu saldırının hiçbir açıklaması yok. bir şeyler eksik sanki, mesela kadınsan öğün değilsen itaat et yazsalarmış veya woolf'un dişine kan deydi falan ekleselermiş virginia uyandı'nın sonuna bence tam olurmuş. açıkça özenmişler yahu.
  3. başlığı görünce "drizzt'leri yeniden yayınlıyorlar diye ülkücüler mi bastı ?" şeklinde abuk bir paranoya yaşatan olay.

    (olur mu olur...vatandaşı olmasak eğlenceli olan bir ülkede yaşıyoruz. adamlar özgecan için yürüyüş düzenleyip; kadın dövdüler... çinli diye uygur. .. pkklı diye ülkücü dövmelerinden bahsetmeyecegim bile . "drow kelimesini kürtçe sanan bir grup..." şeklinde bir haber girişi yaşanmaz değil )

    okuyunca beni de feminizm üzerine bir şeyler karalamaya itti başlığı açan youser kardeş yazdıklarıyla.

    öncelikle hemen bazı şeyleri açıkça belirteyim:
    1- sadece kadın-erkek olarak da değil; ırk-dil-din-mezhep-etnik köken-siyasi tercih-seks tercihi vs gibi ayrımlar olmaksızın tüm insanlar arasında eşitliğe inanıyorum.
    2- kadın-erkek özelinde ise kadınlara pozitif ayrımcılık yapılmasını gerekli de görüyorum.

    lakin;

    bir süredir feminizm adı altında kendini konumlayan kişi grupları ve onların faaliyetlerini gözlemleyince şu tespitleri yapmamak da elde değil:

    a) bir grup var; onlar gerçekten işin felsefesini ve ideolojisini hazmedip; haklı olduğu bariz istemleri dillendiriyor ki hakkıyla onlara feminist demek ve çabalarına saygıyla selam durmak boyun borcu...

    b) sosyal medyanın patlamasına paralel biçimde ortaya çıkan bir güruh da mevcut ki onlar da kendilerini feminist olarak adlandırıyor lakin bir üst gruptan bir kaç açıdan farklılar. aşağıda açacağım bu farklar sonucu bu güruh feminist falan olarak değil; adıyla sanıyla açıkça faşist olarak adlandırılmayı hakediyorlar... ama madem feminen kimliklerini öne koymaya çok takmışlar bu yüzden onları feminofaşist olarak adlandıralım

    neden mi?

    bir kere eylem diye yaptıkları şeyler çoğunlukla buz gibi faşizm

    misal; bir yayın evini basmak...
    naziler bunu yaptı mesela...
    ya da italyan kara gömlekliler de bunu yaptı...
    tam olayın yaşandığı yer olduğunu düşündüğüm cağaloğlu bir zamanlar meşhur tan matbaası baskını gibi faşizan bir olayı tecrübe etmiştir.

    sebepler bununla sınırlı kalsa keşke..

    tek bir felsefi temel olmadan ortaya hede hödö diye dalmaya ne demeli? gerçek bir feministle konuştuğunuzda; "daha iyiye ulaşmak" konulu bir beyin fırtınasına girmeniz an meselesidir. bu güruh üyeleri ise direkt polemik üzerinden konuya girerler... iletişim olmayınca eh... hoş geldin faşizm...

    bir diğer fark da şu:

    feminist eylemler objektif yaklaşım ve analitik zekanın yaratıcılığı ile örülü iken;

    diğer güruh, haklı öfkenin haksız biçimini örnekler. haksız öfke ile faşizm arasındaki sınır tül gibidir...

    tüm faşist hareketlerde ortak bir özellik olarak masumiyet karinesi nin dikkate alınmadan (fiziki/itibari/psikolojik/sosyal) bir linç kampanyası yapılmasını görürüz.

    bu bazen kendini bir karalama kampanyası olarak gösterir.(bkz: philae sondasının baş mühendisinin tshirtü)

    bazen fiziki saldırı olarak arz-ı endam eder (bkz: akdeniz üniversitesine tacizci diye öğrenci kovalamak)
    bunu açalım; kabataş yalanı nın olduğu bir ülkede taciz iddiasıyla hemen lince girişmek ne kadar doğru?
    ha bu demek değil ki bu iddianın muhatabına dokunulmaz... kişi boşuna önce şüpheli sonra sanık sonra da hükümlü olmaz... ama bu aşamalar tamamlanmadan hop suçlu diye lince kalkmak ne kadar doğru?

    sosyal medya örnekleri çok daha beter...

    bu güruhu ve motivasyonlarını açıklamak da zor...

    bir grup erkek sözsöz konusu olsa bu faşist eylemlerin ardında; hemen sığ ama isabetli bir tutumla hormonlar üzerinden bir açıklama yaparsın

    ama failler kadın olunca; östrojen burada sana imkan vermez..
    çünkü bu saldırganlığa sebep olmak bir tarafa böyle bir istemi bile sönümlendirir o.

    kimya yardımcı olmadığında işe psikoloji-sosyoloji kavramları girer...

    onun da uzmanı ben değilim.

    lakin bu tip feminofaşist yaklaşımlar yüzünden asıl zararı gene kadınların gördüğünü gözlüyorum.

    çocuk yaşta gelinlerin olduğu
    aile içi şiddetin doğal sayıldığı
    boşanmak istemenin, bıçaklanmak anlamına da geldiği
    haremlerin okul diye lanse edilerek ileriye değil de geriye gitmenin yollarının arandığı
    öğrencilerinin eteğinden etkilendiğini söyleyen din öğretmenlerine bir şey bile yapılmayan
    tecavüze uğradığında saatine göre bir de suçlanan kurbanların ülkesinde bu güruh kendi cinsine yarar değil zarar verir...
    ama bundan ötesinde de ben konuşamam.
    çünkü nihayetinde onlar hakkında da kendi cinsi karar verebilir..

    edit: yanlış anlama olasılığı karşısında açıkça belirteyim: ithaki'nin yaptığını savunmuyorum. rahatsızlık veren içeriklerine ilişkin çıkışın (baskın haberi olacak kadar ilginç(!)) biçimini kritize ediyorum.

    yayinevi basmak... bunu haklılayamam...bu haklılanabilir şey mi cidden?

    edit2:farkları vurgulayan ifadeleri girmemişim. ..düzeltildi...
  4. hala şu kepazeliği savunanlar görüyorum pes. ayrıca sadece virginia woolf için değil bir çok yazar hakkında yine aynı dille yazılmış tanımlamalar mevcut. mesela sizin kutsal saydığınız erkek yazarlar hakkında. ama işin içinde feminizm olunca ne olursa olsun karşı safta yer almalısınız di mi?
  5. kitaplığımda birçok ithaki basımı kitap bulunmakta. öncelikle ifade etmeliyim ki kitap basan, dağıtımını sağlayan, insanlara ulaştıran her türlü oluşum benim için çok değerli. fakat böyle bir kepazelik savunulamaz. yapılan çok yanlış. bizler de ifade özgürlüğünü, yenilik getirici, özgün çalışmaları savunuyoruz arkadaşlar. sığ bir kafada değiliz. gelgelelim beni ve benim gibi birçok insanı kızdıran ve daha çok da üzen şeye; kaliteli bir yayınevinin bu kadar bayağı bir dil kullanması.

    kullanılan dilin estetik açıdan hiçbir yansıması yok, tamamen uzak. üzerinde ciddi bir şekilde kafa yorulduğunu düşünmüyorum. kıymetli yazarların ve onların yapıtları hakkında gerekli araştırmaların yapıldığını düşünmüyorum. değeri paha biçilemeyecek bu eserlerin -evet arkadaşlar 15-20 liraya satın alıyoruz ama bana göre milyonlarca liradan çok daha değerli bu metinler- içerisine bir şeyler eklenecekse defalarca çalışılmalı, edebiyat ve sanat dalında uzmanlığına güvenilebilecek kişilere danışılmalı ve kümülatif bilgi oluşturulmalı. ondan sonra ne yazılıp çizilecekse oturulur ve ortaya hem eser için hem de biz okurlar için en iyisi çıkartılmaya çalışılır. yazara da esere de okuyucuya da sanata da kıymet göstermek budur!

    tekrar ama tekrar dile getirmek istiyorum. yayıneviyle bir problemim yok, yeni bir şeyler yapılmak istenilmiş bununla da bir problemim yok. ben de biyografi delisi bir insan değilim ama özellikle de dünya edebiyatında yer etmiş isimlerin yaşamları, atlattıkları trajediler beni cezbediyor. ister klasik, uzun bir metin halinde kitabın başına eklersiniz, isterseniz sonuna...
    ama ne sanatsal ne de öğretici hiçbir yanı olmayan bu metinlerle bu iş olmaz, olmamalı. bizler gibi amatör yazarların yapabileceği bu denli hatalı yazıları binlerce insana ulaşan bir yayınevi yapmamalı. sizler kitap basmayı sadece bir iş, kazanç kapısı olarak görebilirsiniz ama nice insanlar, satın aldığı bu kitapları kendi hazineleri olarak gördükleri kütüphanelerinin raflarına koyuyorlar ve belki de ilerde çocuklarına torunlarına emanet edecekler. rica ediyorum işinizi daha ciddiye alınız.

    yayınevi basmak da çok yanlış hatta ve hatta iğrenç bir hareket. böyle bir durumdan rahatsızlık duyuluyorsa yayınevinin ilgili mercilerine ulaşılır ve şikayet edilir. gerekilirse yayınevine de gidilir ama bu külhanbeyi modunda olmaz. medeni insanlar ne demek istediğimi anlayacaklardır...

    saygılar
  6. ithaki yayınları bilinç akışı tekniğiyle biyografi yazayım derken serdar ortaç olmuş.
  7. asla savunulamayacak olay. eril dil konusunda saldıranlar haklı olsa bile, haklıyken haksız duruma düştüler o olaydan sonra. kaldı ki bence haklı falan da değillerdi.
    daha virginia woolf kelime oyunundan türemiş bir sözü anlamayan insanlar gidip ithakiye saldırdı. bu arada "kim korkar bakire kurttan" sözünün tamamı olan "who's afraid of virginia woolf?" yanlış hatırlamıyorsam 1966 yılındaki bir tiyatro oyunu.
    insan anlamıyorsa her şeyi biliyorum demek yerine acaba neden anlamamış olabilirim diye düşünmeli, nitekim onları yazan insanlar her cümlede bilmediğiniz bir şeye ithafta bulunuyorlar. kurduğumuz her cümle, bir pozisyon belirler. kimse hiçbir şey hakkında objektif olmak zorunda değil, kaldı ki olamazsınız, ve neden olalım? yayınevini de ona göre seçersin, olur biter.
    umarım bir daha hiçbir yayınevi için yaşanmaz böyle bir olay.
  8. neresinden tutarsak tutalım, elimizde kalıp, milisaniyeler içinde çürüyerek, içindeki cerahati gözler önüne serecek bir olay.
    tepki çeken bölümlerden bir örnek: "virginia woolf: küçük yaşta yazarlığa, 59 yaşında mezarlığa adım attı. dalgalarla sörf yapıp nehir bile denemeyecek bir kaşık suda boğuldu. bilinç akışı mı nehrin akışı mı? odalarda ışıksızdı. paranoyaklığı zaten shakespeare’in olmayan kız kardeşi üzerine saatlerce konuşmasından belliydi. geri gelir mi? gelirse gelsin, kim korkar bakire kurttan? bkz. nicole kidman"

    ithaki, eril bir dil kullanmış olabilir -ki tartışılır- yeni bir yaklaşım denemiş olabilir ya da cinsiyetçiliğin dibine vurmuş olabilir. bu yaklaşımı okuyucu olarak beğenmek zorunda değiliz. cinsiyetçi vurgular varsa bunu eleştirmek, gerekirse eseri bu yayınevinden değil de farklı bir yayınevinden almakta özgürüz. aynı şekilde bir metin yazmak da özgürlükten pay alan bir iş. bir de, sürüdeki koyunun melemesiyle bulundukları dört duvara bodoslama dalıp, kapanmış gözleri ve duymayan kulaklarıyla melemeye başlayanlara ne diyeceğiz? bu riyakarlık kokan linç girişimini nasıl temellendirecek ve yayınevinin yaptığı hataya tepki olarak değerlendireceğiz? yayınevi yanlış hatırlamıyorsam iki kez gerekli açıklamayı yaptı, kabahatli olduklarını dile getirdi, artık eserlerin girişine biyografi yazmayacaklarını belirtti. yetmedi, bu ülkede asla yetmez. boykot kampanyaları devam etti, yayınevinin kapısına boya atıldı, yazı yazıldı. dengesizleştirilmiş bir halkın içinde birikmiş öfkeyi, tahammülsüzlüğü bir yere kanalize edip akıtması gerekiyor; ilke olarak da hep yanlış yere.

    bu eylemi gerçekleştirenler için niye x olayına tepki göstermiyorlar da bu y olayına tepki gösteriyorlar türünde şeyler söylemek doğru değil veya hangi sebeple x olurken klavye aktivisti y olurken amansız militan kesildiklerine dair sorular da sormak doğru değil. kadınların dayanışma içinde olmaları, örgütlenmeleri gerekir -işçilerin de öğrencilerin de- örgütlenirken zincirleri de kırmak gerekir. sosyal medya parmağı nereye gösterirse gözü kapalı bir şekilde oraya gitmemek gerekir. toplumun gözündeki perdeyi yırtıp atmaları gerekir, sosyal ağ popülizmine selam çakmak yerine. bizim aktivistlerimiz, bizi susturmak isteyenlerin, bizi hapse atanların, doğayı talan edenlerin maske takmış hali gibi hareket ediyor. aynı nefret, aynı çocukça uygulamalar, aynı cehalet. sadece tapınım nesneleri, putlar farklı.

    ben ithaki gibi bir yayınevinin hatasını düzelteceğine inanıyorum. nelerin eril söylem, nelerin cinsiyetçi söylem olduğu edebiyattaki örnekleriyle tartışılıp konuşulabilir. sormadan edemeyeceğim, bukowski yayınlayan bir yayınevine havan topu mu atacağız?