1. bu klişeyi oldum olası anlamamışımdır. yalnız ruhların kendini yüceltmeye çalışan popüler bir söylemi gibi gelir bana kalıplaşmış bu kelime öbeği.

    insan kendini bulunduğu yere ait hissetmeyebilir, çalıştığı işe katkısı kendisine zulüm olmaya başlamış olabilir, kabına sığamadan tüm mevcut koşullarını terk edip başka hayatlara doğru çekip gitmek isteyebilir.

    ancak değişmeyecek gerçek şudur ki muhakkak aitsindir bir yere. ya aklın sevdiğinle içtiğin o son şarabı döktüğün masanın bulunduğu deniz kenarında kalmıştır, ya excel tablolarının arasından sana göz kırpan masaüstü arka planındaki manzarada, ya da ne bileyim top oynarken düşüp kanattığın dizine pansuman yapan bakkal amcanın dükkanının olduğu sokakta. illa ki bir yerler bir şekilde dokunmuştur hayatına. bedenin ait olmasa da ruhun ait olmuştur bir yerlere, karışmıştır illaki hayallerle hayatlar birbirine.
  2. baharın gelmesiyle beraber daha da artan ama hayatımın her döneminde bana eşlik eden his. nerdeyse her ortamda bir yabancılık yalnızlık sürekli bişeylerden kaçış bu kaçışlardan yorulma. insanlara yabancılaşma ama tek başına da yapamama. mutsuzluk üzüntü. yeni başlangıçlar yapma yeni kararlar alma isteği ama göze alamama ya da daha kötüsü olacağından korkma. aslında hayata ait olmayanların hissettiği bir his bence yaşama isteği olmaması ya da hayattan keyif alınmaması en büyük sorun ama çözümünü bulamadım henüz . madem doğduk yaşayalım bari kafasındayım ve tüm hayatımda bu hissi yaşadım.
    wtf
  3. yalınayak toprağa basınca hafifleyen histir.
  4. nerede değilsem orada iyi olacakmışım gibi gelir..
    -charles baudelaire
  5. çok klasiktir ama bu durumda sadece gitmek istersin ama kimseye hesap vermeden. hem bi yere ait değilsindir hem de hesap vermek istersin ya hah işte durum tam olarak budur dediğim başlık.
  6. bu dertten muzdarip en azından bir kısım insan için cesaret eksikliğinden kaynaklandığını düşündüren hede.

    bazıları için cesaret doğuştan geliyor veya çocukluk deneyimleri neticesinde şekil buluyor. benim çocuğa bakıyorum, daha yirmi santimlik bir yükseltiden kendi başına atlayamıyorken ondan çok daha küçükleri tepeleri tırmanıp aşağı yuvarlanıyor kendi başına. bu belki doğuştan geldi belki de çok küçükken yaşadığı bir şeyler bu tedbirliliğe neden oldu. bu ayrıntı bu aşamadan sonra önemli değil.

    çocuklar için korku içten gelen bir dürtü. ancak yetişkinler için cesaret öğrenilebilir bir şey. çünkü yetişkinler çocuklardan farklı olarak düşünme kapasitelerini kullanarak duygularını çok daha iyi kontrol edebilirler. insanların hayatlarında dönüm noktası olarak tanımladıkları veya anılarında büyük yer teşkil eden anlar genellikle kendilerini tedirgin eden duyguların sesini kısmayı becerip yapması gerektiği şeyleri yaptığı anlardır.
  7. aksarayda ki namlı fahişeler arasında yaygın bir durumdur.-çaktım ordan biliyorum- kendilerini hiçbir adama, otele ve kulübe ait hissetmezler.
  8. her insanın biraz bile olsa içinde bulunduğu durumdur. bu da aslında gittiğiniz yerin bir öncekinden farklı olmadığını anlamanızla alakalı bir umutsuzluk durumudur. celiné'den bu konuda güzel bir alıntı yapacağım.

    "insanların sizi tanımaları, havaya girip size nasıl zarar verebileceklerini bulmaları ne de olsa biraz zaman ister... henüz size kötülük etmenin en kolay yolunu bulmaya çalıştıkları sürece, biraz nefes almak mümkündür. ama işte o bağlantı noktasını buldukları an, her gittiğiniz yerde kör tuttuğunu beller. sonuçta en keyifli dönem, gidilen her yeni yerde henüz bir yabancı olmaya devam ettiğiniz zaman dilimidir. sonrasında, o aynı hırtlık yeniden başlar. insanın doğası budur. işin püf noktası, o sevgili dostlarımızın sizin zayıf noktanızı iyice bellemelerini gereğinden fazla beklememektir. tahtakurularını sığınacakları çatlaklarını bulmadan önce ezmek gerek. öyle değil mi?.."

    yaşam şartlarınız için biraz uyarlamanız gerekebilir. sonuç olarak kendinizden memnun değilseniz gittiğiniz her yer aynı yer olacaktır. ait değil sahip olmaktır mesele.
  9. bu hissiyattaki insanları merak ediyorum ;biryerde arkadaşlarıyla otururken ,alışveriş kuyruğunda,kız arkadaşıyla( varsa) birlikteyken, sosyal yaşantılarında kısaca günlük hayat akışında falan filan.kısa süreli bir hallenme mi yoksa bütün yirmi dört saat bu ruhi hissiyatla mı geçiyor.
  10. sisli ve karanlık bir gecede korkunun yarattığı tereddüt ve merakın yarattığı cesaretin çarpıştığı adımlarla ağır ağır ilerlemektir. ayın kifayetsiz ışığıyla yolunu bulmaya çalışarak, her şeye rağmen bir şeyler keşfetmeye çabalayarak bilinmezliğe doğru ilerlemektir.

    tutunabileceğin bir çok dal varken tutunmamaktır aidiyetsizlik. tutunursan yürüyemezsin, yürüyemezsen keşfedemezsin. oysa karanlığa ve sise rağmen bir şeyler keşfetmek zaten imkansıza yakındır. o halde neden yürüyorsun? çünkü merak ediyorsun. ufak bir ihtimal de olsa bir şeyler keşfedebilme ihtimalinin baştan çıkartıcı cazibesine karşı koyamıyorsun. içinden bir ses "vazgeç şu keşfetme hırsından!" diye haykırıyor fakat içindeki ateş sönmüyor.

    yürürken yoruluyorsun, bazı ağaçların dibinde oturup dinleniyorsun. o ağaçların dallarına tutunan insanlarla tanışıyorsun. kimisiyle güzel dostluklar kuruyorsun, kimisini seviyorsun, kimisiyle sevişiyorsun, kimisiyle kavga ediyorsun, kimisinden nefret ediyorsun... kiminle karşılaşırsan karşılaş, kiminle samimiyet kurarsan kur seni kendi ağacının dibine mahkum etmek istiyor. "gel bu ağaç en güzel ağaç, bunun dibinde duralım hayatımız boyunca." diyorlar. seni vazgeçirmeye, abarttıkları tehlikelerle korkutmaya çalışıyorlar. sen "gel beraber yürüyelim ve keşfedelim" diyorsun ama gelemiyorlar çünkü tutundukları dal bedenlerine kök salmış, zihinlerini esir etmiş. seni ikna edemediklerindeyse sana düşman oluyor, en aşağılayıcı, en yaralayıcı kelimelerle seni incitmeye çalışıyorlar. oysa vadettiğin şey özgürlüktü, istediğin şey onları özgür kılmaktı...