mahmud sami ramazanoğlu

Kimdir?

mahmud sâmi ramazanoğlu (kuddise sirruhû) nüfus kayıtlarına göre 1892 yılında adana’da dünyaya geldi. babası, tarihte ramazanoğulları diye bilinen aileden müctebâ bey, annesi ise ümmügülsüm hanımdır. sâmi efendi’nin büyük ceddi abdülhâdi bey’in tespit ettiği aile şeceresine göre, ramazanoğulları’nın aslen türklerin oğuz boyu’nun üçoklar kabilesinden olduğu ve hazreti hâlid ibni velid (radıyallâhu anh) nesliyle münâsebettar bulunduğu anlaşılmaktadır.

ilk, orta ve lise tahsilini adana’da tamamlayan sâmi efendi yüksek tahsil için istanbul’a geldi. dâru’l-fünûn (istanbul üniversitesi) hukuk fakültesi’ne kaydoldu. çok başarılı bir talebe idi. yüzündeki melâhat ve güzellik, davranışlarındaki nezaket ve edep, derslerindeki üstün başarısı ile hocalarının takdirlerine mazhar olmuştu.

tahsili devam ederken sarıyer’de ikamet ettiği ev, bir sel baskınına uğramış ve daha talebe olan sâmi efendi’nin kitaplarından bir kısmı selde zâyî olup gitmişti. gençliğinden itibaren her şeye ibret ve hikmet nazarıyla bakan sâmi efendi bu hâdiseyi de farklı okumuş, bunu ilâhî bir îkaz kabul edip; “galiba bu meslekten nasibimiz olmayacak!” diye yorumlamıştı. gerçekten de üniversiteyi birincilikle bitiren sâmi efendi hazretleri, kul hakkı endişesiyle, geçimini hukuk alanından değil, bir ticarethânenin muhasebesini tutarak temin etmiştir.

zâhirî ilimleri devrin ulemâ ve müderrislerinden tamamlayan sâmi efendi için sıra mânevî ilimlere ve bâtın îmârına gelmişti. fıtart-ı necîbesinin şiddet-i meyli sebebiyle tasavvuf yoluna sülûk etti. devrin meşhur nakşî tekkesi gümüşhâneli dergâhında bir müddet erbaîn ve riyâzatla meşgul olduktan sonra arkadaşı eski beşiktaş müftüsü fuad efendi’nin babası rüşdü efendi’nin delâletiyle kelâmî dergâhı şeyhi ve meclis-i meşâyıh reisi erbilli esad efendi (kuddise sirruhû)’ya intisap etti.

kısa zamanda kesb-i kemâlât eyleyip seyr-u sülûkunu ikmalden sonra hilâfetle irşâda mezun oldu. seyr-u sülûkünü tamamlayınca esad erbîlî (kuddise sirruhû) tarafından kendisine nakşibendî hilâfeti verildi. bir müddet daha mürşidinin yanında kaldı ve bilâhare adana’ya irşâda muvazzaf olarak gönderildi.

adana’da uzun yıllar müştâk gönüllere aşk-ı ilâhî şerbeti sunarak hizmet etti. yaz aylarını adana’nın namrun ve kızıldağ yaylası ile bazen de kayseri’nin talas’ında geçirirdi. hac yolunun açıldığı 1946 yılında ilk defa hacca gitti.

tekkelerin kapatılması ve dönemin hassasiyeti sebebiyle faaliyetlerini daha ziyade özel sohbetler şeklinde sürdürdü. onun bu vaaz, irşad ve sohbetlerinden cemiyetin her sınıfından, fakir, zengin, okumuş, okumamış, esnaf, işçi, memur, tüccar ve fabrikatör gibi binlerce insan istifâde ederek feyiz almış, istikamet bulmuş ve böylece etrafında yepyeni bir nesil teşekkül etmiştir. ihvânını mânevî himâye kanatları altında toplayarak onları cemiyetin her türlü kötü cereyanından korumaya çalışmıştır.

istanbul’a döndüklerinde zevceleri vâlide hanım’a: “istanbul’a tekrar geldik ama gönlümüz medine’de atıyor. ahîr ömrümüzde oraya hicret etmeyi arzu ederiz” buyuran sâmi efendi 1979 yılında gönlündeki rasûlullâh ateşiyle belde-i tâhire’ye hicret etti. çünkü onun son arzusu rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi ve sellem) efendimizin şehrinde hakk’a varmaktı.

cenâb-ı hakk sevdiği kulunun arzusunu kabul buyurdu ve istanbul’da bulunduğu yıllarda mübtelâ oldukları amansız hastalık, orada da yakasını bırakmadı. fakat o, en acılı ve ağrılı zamanlarında bile hiçbir şikayette bulunmamış ve yüzünden tebessümü eksik olmamıştır.

vefatı; 10 cemâziyelevvel 1404 / 12 şubat 1984 pazar günü saat 04.30’da vâkî olmuş ve cennetü’l-baki’ye defnolunmuştur. rahmetullahi aleyh. vefatına şu ifadelerle tarih düşüldü:

“kutb-i vâsılîn-i gavs-ı şuyûh-ı izâmı,
nûr-ı hüdâ mürşid-i merdûm-ı ihtirâmı.

belde-i tâhire’de tevhidle deyüp allâh,
vasl-ı cinân eyledi şeyh mahmud sâmi.”


  1. eserlerinin tümü “mahmud sâmi ramazanoğlu külliyatı” adıyla 7 cilt halinde erkam yayınları tarafından basılmıştır.

    hikmetli sözleri

    “herkes cenâb-ı hakk’ın kulu değildir, mahlûkudur. hakiki kul olan, cenâb-ı hakk’ın emirlerini kâmilen îfâ eder ve nehiylerinden külliyen sakınır. işte kul budur. yoksa gaflet ile vakit geçiren, ibadet ve tâate ehemmiyet vermeyen kimseler, kul olamazlar.”

    “şefkatli bir babaya isyan eden evlâda mecnun derler. merhametlilerin en merhametlisi olan cenâb-ı hakk’ın emirlerine muhalefet eden kişiye ise ne söylense azdır.”

    “gerçek hayâ, cenâb-ı hakk’ın men ettiği günahları, kimsenin olmadığı yerde, ‘cenâb-ı hakk işitir, görür, bilir…’ diye îmân ederek terk etmektir.”

    “mü’min, içindeki düşünce ve emelleri başkası işittiğinde mahcub oluyorsa, o hakiki mü’min değildir.”

    “bedeni dünyanın meşrû işlerine, kalbi de cenâb-ı hakk’a yöneltmek sûretiyle dünya ve ahiret saadeti hâsıl olur.”

    allâh’ın rızasını kazanmak için gayret etmek, kulluk vazifesinin en yüksek mertebesidir.”

    “ibadetlerin en faziletlisi, allâh’ın dostlarına dostluk ve düşmanlarına düşmanlık etmektir. (lâyıkına muhabbet, müstahakkına nefret) zira böyle davranabilmek, hâlis muhabbetten kaynaklanır.”

    “islâm, dîne ve dünyaya ait bütün işlerde taassup ve ifrattan uzaklaşarak muvâzene ehli olmayı emreder. islâm, hıyanet veya harp halinde olmamak şartıyla gayr-i müslimlere bile rıfk ile (yumuşaklıkla) muâmeleye teşvik eder.”

    “hak yolcularının cenâb-ı hakk’a yaklaşabilmeleri için yegâne sığınakları gözyaşıdır.”

    “muhakkak ki dünya sıkıntısı, ahiret azâbından çok daha hafiftir. bu sebeple kulun ibadet, tâat ve zikrullah’tan hiçbir an gaflet etmemesi zarurîdir.”

    beraat gecesi, herkes hakkında hüküm verilecektir. hakkında hüküm verilecek kişi uyumamalıdır. duâ, niyaz, ibadet, tevbe, istiğfar, şükür ve zikir yaparak hakkında verilecek hükmün hayırlı olması için yalvarmalıdır.”

    kur’ân-ı kerîm, mü’minler için cennete davet tezkeresidir.”

    “kibri ve zulmü âdet edinen kimsede saadet olmaz. zira saadetin sebebi ikidir:
    1) cenâb-ı hakk’ın emirlerine tâzim,
    2) o’nun bütün mahlûkâtına şefkat ve merhamet…