1. zaman zaman duyarız:
    ne matrak adam! matrak bir filmdi. seninle matrak geçmişler. matrak olsun diye...
    tahmin edileceği gibi bu ifadelerde matrak, "eğlendirici, gülünç, komik" gibi manalarda ve kısmen argo biçimiyle kullanılmaktadır.
    ‘kamus-ı türk’te matrak "değnek, sopa, talimci şişi" karşılıklarıyla anılmış ve matrakçı için de "döğmeli şişle talim öğreten adam, talimci" denilmiştir. talimci matrakı ise, üzerine deri kaplanmış başı yuvarlakça ve kalın bir değnek, yahut lobut cinsinden bir tür uzunca tokmaktır.
    peki o hâlde, kelime nasıl olmuş da bir tür eğlence ve alay manasına bürünmüş?
    bunun için kültür tarihimizin matrak oyununa bir göz atmamız kâfidir:
    eskiden cirit gibi, kuy u çevgân gibi bir tür spora matrak oyunu adı verilmekteymiş. evliya çelebi'yi dinleyelim:
    (sultan iv. murat) her fende yegâne-i asr bir padişah-ı sam-akran idi. matrakbazlıkta da üstad-ı kâmil idi. karşısına bir er gelemezdi. her bir üstada bir canipten muhalefet ile darp urup matrakı kafasında trak ettirirdi. matrakbazlık yüzaltmış bent idi. hünkâr ancak yetmiş kadarını bilirdi.
    *seyahatname i, 257.


    evliya'ya göre matrak genellikle şimşir ağacından yapılır, cilalanır, dışına sahtiyan (keçi derisi) sarılır ve ucundaki topuzu yumuşak bırakılacak şekilde bağlanırdı. iki takım hâlinde ve bir tür askerî talim kabilinden oynanan matrak oyununda rakipler ellerine birer matrak alarak meydana atılıp çarpışırlar; matrakları birbirlerinin kafalarına, sırtlarına vurmaya gayret ederlermiş. müsabakada amaç, rakibin kafasına vurabilmek ve kendisini de darbeden korumaktır. usta matrakbazlar hiç darbe almadan rakiplerini pes ettirirler ve oyunu kazanmış olurlar.
    anlaşılan, matrakbazların karşılıklı olarak meydana çıkıp birbirlerine vurmaları ile bu arada düşenler, sendeleyenler ve yuvarlananların hâlleri, hayli ilginç ve komik olurmuş. yoksa matrak kelimesinin bugünkü anlamı türeyemezdi.

    matrak oynayanlara, matrakbaz denir. bu kelime de daha sonra madrabaz şekline dönüşüp mecaz yoluyla, başkasına hile yapan ve onun aleyhine oyunlar çeviren kişileri tanımlamada kullanılmıştır. elbette ki bunun şimdiki askerî talim hocaları ile bir alâkası yoktur.

    evliya'ya göre matrak oyununun 160 çeşidinden en meşhurları "kesme, bağla, sani, kulak, bağlatop, topkafa" gibi adlarla anılır ve askerî bir talim olmak üzere, yeniçeri ortalarınca oynanırmış. elbette bu oyuncuların, onları seyreden asker ve siviller içinde taraftarları bulunuyordu. en azından, matrakbazların ocaklı ayaktaşları arasında, kıran kırana lâf düellosuna dönüşen bir rekabet hissinin mevcut olduğu tahmin edilebilir. hatta belki de vaktiyle onlar bugünkü futbol, basketbol, buz hokeyi, polo, hentbol, vs. maçları gibi seyirci topluyorlardı. kim bilir eski madrabazlar, şimdiki bazı futbolcuların pir-i sanileri bile olabilirler. bu durumda, ara nesil için tulumbacıları ve onların tulumba takımlarını hatırlamak yerinde olur.

    kanunî sultan süleyman 1533 yılında iran seferine çıktığında, ordunun içinde nasuh adlı bir de matrakçı bulunuyordu. adından anlaşılıyor ki nasuh iyi bir silâhşor, seçkin bir matrak ustasıdır. ama, biz onu daha çok tarihçi olarak tanırız. çünkü o, kanunî dönemine ait hadiselerin anlatıldığı bir tarih kitabı yazmıştır. bugün yegâne yazma nüshası istanbul üniversitesi kütüphanesi'nde bulunan bu eserin ilk bölümü, kanunî'nin üç yıl süren iran seferine ayrılmış ve ordu-yı hümayunun konakladığı bütün menzillerin ayrı ayrı minyatürleri çizilerek tarihî bilgiler, rengârenk görüntüler ile desteklenmiştir. eserin bu bölümü "beyan-ı menazil-i sefer-i irakeyn" adıyla ayrı bir kitap olarak asıl tarihten daha büyük bir şöhrete sahiptir.
    içinde, iki irak’ın (irak-ı arap ve irak-ı acem) xvi. asırdaki yerleşim bölgelerine ait çok değerli bilgiler ve minyatürler vardır. eser, ihtiva ettiği tarihî bilgiden ziyade atalarımıza ait haritacılık, coğrafya, şehircilik ve minyatür tarihi açısından fevkalâde önemlidir. nasuh'un her konakladığı menzilde eline parşömeni, fırçayı, boyalarını alıp dış dünyayı ve çevreyi çizmesi, doğrusu o günün şartlarında icra edilen pek külfetli bir sanattır. ancak padişahın fermanı ile bu çalışmayı yaptığı düşünülürse, ileride karşılığını da gördüğü kesindir. o zaman görmemiş olsa bile, adının şimdiye kadar yaşamış olması az şey midir? beyanı menazil-i sefer-i irakeyn, hüseyin y. yurdaydın tarafından önsöz, giriş, çeviri yazı, notlar ve dizin ilâvesiyle yayına hazırlanmış; türk tarih kurumu tarafından 1963 yılında tıpkıbasım usulüyle neşredilmiştir.

    kaynak: iki dirhem bir çekirdek.