1. okumak acıdır ekseriyetle. çok şey kazandırır tabi. acının içinde çok sey saklıdır. acı birçok yöne cekilebilir okuduklarımız gibi. insanın hareket etmesini kısıtladığı noktada dansa da davet edebilir. gözlerini insanlara dikmene sebep olabilir aynı sebeple kitaplara gömülmesine de.
    okumanın bana kattiğı en değerli noktası ise cesarettir.bu klasik cesaret algısına benzemez. okuyan insan sadece yürümez. herkesin yaptığı günümüzün kaçınılmaz eyleminde daha çok yaşar kendiyle. insanları gözlemler elbet ama bu da klasik gözlem gibi değildir. insanın gözünün içine bakmak diye bir deyim vardır. çok gevşek ağızlarda kullanılır. insanı dikizlemek deyimiyle çok karıştırılır. birisi merak,bilme unsurunu oluştururken diğeri sahip olma,isteme unsurunu oluşturur. okuyan insan merak eder, karşısındaki insanı kadın erkek ayırmadan,sadece güzel kadınlara fazladan birkaç saniye vererek - isteme unsuruna ile karışık bir durum oluşur ve biyolojik bir durum olmakla birlikte hic kimse buna karşı gelemez - dış etkilerin farkına varmaya, ortak noktalari ve farklılık ayıklamaya başlar. - tanıdık insan gördüğünde gözleri indirmesi doğaldır. çünkü tanidıklar yargılarlar. insanlar tanıdığı düşündüğü insanın üzerinde daha az dururlar. onlarla birkaç kere konuşmak onlar için yeterlidir. bu yüzden hemen yargılamaya geçerler. - bu işlem canlı bir müzik eşliğinde, biraz sallanarak, akollu izlenimi veren bir halde yapılırsa daha çok haz verir. iyi geldiği garantilidir. ama hafta da 3 u aşmamasi önerilir. aynı zamanda yorucu olduğu için içinden çıkılmaz düşüşler yaratabilir.
    gözler ruhun aynasıdır derler. gercek mudur? yalansa da güzel bir yalandır.
    dışarı okunacak kitap kadar insan da vardır. altı çizilesi cümleler kadar bakılacak gözler vardır.
  2. daha 14 yaşındaydım askeri lise'ye başladığımda, bildiğin çocuk. ailemden ayrılmıştım, ilk defa başka bir şehirde yanımda tadığım kimse olmadan uyumak zorundaydım. daha önce spor takımlarında yer aldığım için takımla şehir dışına çıkıp yarışmalara gittiğim olmuştur ama bu farklıydı, çok farklı. gıcırdayan ranzalar, yatağının içinde ağlayan çocuklar, koridorda gece boyu bitmek bilmeyen postal sesleri ve otuz kişilik koğuşun o ağır havası...uyumak ilk defa bu kadar imkansızdı. üstte yatmayı istemiştim, çünkü hiç ranzadan düşmemiştim daha önce ve mümkünse en azından yatağıma geçtiğimde daha az insan görmek istemiştim ama o kargaşada bir şekilde alttaki yatağa mecbur kaldım. daha önemlisi ilk defa hayatımda her ne olursa olsun, bana ne reva görülürse görülsün itiraz edemeyeceğimi öğrenmiş bulunmaktaydım, bu ranzada altta yatmak zorunda kalmak bile olsa. o güne kadar hiç bir zaman iyi bir okuyucu olmamıştım, harry potter'ın o zirve yaptığı zamanlarda bile işim sadece okuyanlarla alabildiğine dalga geçmekti. hatta bir keresinde, onu okuyan kız arkadaşlarımdan birisinin kitabı ne kadar konsantre okuduğunu farkettiğimde kitabın bir sonraki sayfasını yırtıp gözünün önünde yemiştim o sayfayı. daha 11-12 yaşlarındaydım belki ama sınıfta tam bir şeytani güçtüm. demem o ki hiçbir zaman okumayı sevmemiştim...ama o koğuştaki ilk gecemdi, o koğuşlarda geçirdiğim yüzlerce belki binlerce gecenin ilki... ve kafamı yukarı kaldırdığımda görebildiğim tek şey çürümüş bir sunta parçasıydı. sanırım bütün bir geceyi o suntanın üzerineki karalamaları okuyarak geçirmiştim. o sunta kimisi için sarışın bir sevgili, kimisi için bir özgürlük bildirgesi, kimisi için bir isyan bayrağı olmuştu...birçok hayatlar, birçok zamanlar sığmıştı yanyana eklenmiş kelimelere. birçok savaşlar verilmiş, yaralar açılmış, yaralar sarılmıştı... okumak o gece bana yapabileceği en büyük yardımı yapmıştı ve 14 yaşında yalnız, kafası karışmış bir çocuğu günışığına kadar hiç yalnız bırakmamıştı. sanırım o günden sonra elime geçen herşeyi okumaya başladım, ama aynı o suntayı okuduğum gibi. okuduğum gibi düşündüğüm, düşlediğim, kendimi o hayatlara, o zamanlara, hatta o fikirlere gömdüğüm gibi, aynı o çürük sunta gibi. hala geriye dönüp baktığımda askeri lise yıllarımı özlemle anarım, bana birçok zenginlik vermişti gerçekliğin üstünde ve bütün o zenginlik çürük bir suntayla başlamıştı, suratıma sadece 30 cm uzaklıkta duran çürük bir sunta..
  3. okumak okumak okumak... okumaktan şikayetçi değilim ama bu sistemle eğitilmek bu sisteme eğilmek, eğitilmek istemiyorum
  4. uzmanlara göre, optik sinirlerin gördüğü kelimeleri çok yoğun bir işlemden geçirmesi sebebiyle rüyamızda yapamadığımız şeymiş okumak. bununla birlikte yazmak da aynı derecede zor bir şeymiş. tabii imkansız bir şey değil ama nadir görülürmüş.

    çünkü uyuduğumuz zaman beynimizin iki bölgesi iyice yavaşlarmış. birincisi broca bölgesi, konuşma ve kendini ifade etmeyi kontrol eden bölge. ikincisi de wernicke bölgesi, algılama, gramer ve telaffuzu kontrol eden bölge. hatta uyku sırasında wenicke bölgesi tümden şalteri indirirmiş ve bu da broca'yı iyice yavaşlatırmış.

    bunu öğrendiğimden beri dikkat ediyorum rüyalarımda telefonu asla kullanamıyorum.
    dün gece mesela acilen birilerini aramam gerekiyor. rehberi açamıyorum, numara bile çeviremiyorum. her şey birbirine giriyor. çok ilginç gerçekten.

    hatta bu şu unutamadığım rüyada neden dünyayla ilgili bilgileri göremediğimi açıklayabilir sanki... (bkz: https://youreads.net/yorum/245413)
  5. insan beyninin gerçekleştirdiği muhteşem bir veri işleme yöntemi. her birine üzerinde anlaşılmış bir ses ya da hece tanımlanmış bir takım işaretleri görüyorsunuz. bunlarla eşleştirdiğiniz sesleri zihninizde birleştirip sözcüklere dönüştürüyorsunuz. sonra bu sözcüklerin taşıdığı anlamları birleştirerek bir cümle oluşturuyorsunuz. okumak ve yazmak içeriğinden bağımsız olarak çok büyük bir başarı.
    günümüzde halen deşifre edilememiş yazı sistemleri var. kolay kolay da çözülebilecek bir şey değil bu. o yazıyı kullanan dili kuranların hangi işaretlere hangi anlamları yüklediğini bilen kimse kalmamışsa, dil de ölü bir dil haline gelmişse imkansıza yakın.