1. orada doğan insanlar orada doğmayı kendileri istemedikleri için aptal değillerdir. şimdi ben orta doğu'da doğsam aptal mı olacağım? orada doğan iyi insanlar aptal mı? tabii ki oraya yaşamaya gitmek aptallıktır fakat hiçbir şey yapmamış insanlara aptal demek, asıl aptallıktır.
  2. yaşıyorum sanmaktır.

    oradan çıkıp şöyle daha insani, daha doğrusu insan hayatının önemli/kıymetli olduğu coğrafyalara gittiğinizde, oradaki yaşam şekline baktığınızda anlıyorsunuz ki aslında sizinki yaşam değilmiş.

    çeşitli hurafelerle, yalan yanlış bilgilerle içi doldurulmuş bir yarı ölüm halidir ortadoğuda yaşam. böyle bir "ara form" ya da "araf formu" (bak bu daha da güzel oturdu) aslında ortadoğudaki insanın doğum haliyle ölüm hali arasında geçirdiği evre.

    henüz bu tip coğrafyalara gitmediyseniz, burada yaşıyorum sanmaktasınızdır. dünyanın en güzel şehrinin istanbul, izmir, mersin, erzurum, halep, şam, tahran falan olduğu iddiasında bile olabilirsiniz. sıkıntı yok, sizi kınamıyorum, başka bir şey görüp anlamadığınızdan böyle düşünüyorsunuz. bildiğiniz hayat/yaşamak bu. diğer türlüleri bir tek filmlerde oluyor sanıyorsunuz.
  3. aptallık diyen sığ kardeş, orada yaşayanların hiçbirisi emin ol orada doğmaktan mutlu değiller, bununla gurur da duymazlar ya da orada doğmuş olmayı bile işkence olarak görebilirler. bunu küçük bir empatiyle çözebilirsin. ama neyi çözemezsin biliyor musun? bu kalıplaşmış buz gibi önyargıları, oradaki insanları aptal diye aşağılamayı, işte bunlar aşılmaz. o insanların hiç şansı oldu mu ki güzel bir güne uyanmak için? biz şu an türkiye'de nasıl mutsuzsak ve birçoğumuz ülkenin durumundan ötürü bu ülkede çocuk dünyaya getirmekte endişeliyse orası da öyle kardeşim.

    bir ülkede doğmak kaderdir, kazanılmış bir statü değildir. norveç'te doğan birisi benden daha akıllı değil ya da aptal değil ama kaderi benden daha aydınlık. lanetli dediğin toprakları lanetli yapan kim? sen, ben, o. bir başkası. yine üzerinde yaşayan. bu sosyolojik bir sorun. fakat yaşayan insanları sırf o bölgede diye aptal lanse etmek tepeden ve cahilce bir bakıştır.
  4. yaşadığın her gün, uyandığın her gün, ülkeyi düşündüğün her an (bkz: gazi mustafa kemal atatürk) 'ü rahmetle anma sebebidir. kurduğu bu ülkenin kendi diyalektiğini muhteva eden bir düşünce sistemi içerisinde ilerlemesini hedef alan, muasır medeniyeti ve bağımsızlığı temel alan bir türk milleti oluşturmayı hayal eden bu yüksek karakteri her gün özlemle anmaya sebeptir ortadoğu. en kötü zamanlarda, bu ülkeden ve bu milletten ümidimi kesmeye yaklaştığım her an "umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim." sözünü hatırlarım gazi paşa'nın. bugün laf edilen, beğenilmeyen, cahil denen insanlarla emperyalizme karşı kurtuluş savaşı vermiş ve kazanmıştı atatürk. sırf bu yüzden bile ortadoğu coğrafyasında umut sahibi oluyorsun. tüm zorluklara, tüm olumsuzluklara rağmen gençliğe hitabe'yi okudukça ayakta duracak ve mücadele edecek gücü buluyor insan. bu coğrafyada bu umudu taşıyabilmek bile çok büyük bir ayrıcalık, ruhu şad olsun.
    ae
  5. platformun fikir kapasitesinin sınırına işaret eden konudur. orta doğuda yaşamış veya çoğunlukla da yaşamakta olan insanların girdiği bu platformda, bu başlıkta bir miktar fikir beyanı beklenirdi.
  6. her öğleden sonra black holes and revelations albümünden map of the problematique dinlenildiği taktirde pek fazla sıkıntı yaratmayacak durum.
  7. kaderdir. kimisinin acı çektiği, kimisinin yalnız kaldığı, kimsinin öldüğü, kimisinin idare ettiği, kimisinin de mutlu olduğu topraklarda yaşam sürmektir. bu coğrafya tarihin her döneminde acıyı, kanı, gözyaşını barındırdı. her devrinde büyük devletlerin, imparatorlukların iştahını kabarttı. bugün de pek farksız durumda değil.

    bu coğrafyada yaşayan insanların çok büyük çoğunluğunun başka coğrafyalara gidebilme şansı yok. bu ülkede de öyle. geriye çok fazla bir seçenek kalmıyor gibi böyle bakınca. ya adamakıllı topraklar haline getireceğiz buraları ya da fazla sızlanmadan günü yaşayıp gideceğiz. hem karanlıkta öylece oturup hem de karanlığa sövmek bana garip geliyor, sindiremiyorum pek. fazla sızlanmadan yaşamak ise korkakça geliyor. haksızlığa karşı susan dilsiz şeytan değil miydi? öyle öğretildi bize en azından, iyi de öğretmişler sağ olsunlar.

    "size ne oldu da allah yolunda ve 'rabbimiz! bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!' diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!" (nisa suresi 75. ayet)

    bir bakıma mazlum için savaşmanın neden gerekli olduğunu gözler önüne serer, gayet de nettir. bu topraklarda zulüm payidar oldukça, mazlum ezilmeye devam ettikçe mücadele etmek bize farz oluyor. ayırmadan, ezmeden, sadece adaleti gözeterek mücadele etmek... en zoru da bu işte. sırf bir şeyleri yapayım derken yıkıcı olmamak çok zor. erdemli olanı da bu ama.

    1919'da başlayan o istiklal mücadelesinde tek amaç zalimin zulmüne direnmekti. kendi yaşadığı toprakları emperyalistlere arka bahçe yapmamak için, vatan deyip emek verdiği toprağı savunmak için. mazlumdu, yoksuldu, bir kötü çarığından ve yamalı elbisesinden başka hiçbir şeyi yoktu ama asla kendini feda etmekten çekinmedi. kimisi lise öğrencisiydi ve geleceği düşlüyordu, hayalleri vardı ama kendini feda etmekten çekinmedi onlar da. kimisinin eşi vardı, nişanlısı vardı. çocuğu vardı. vardı da vardı işte. ancak hiçbiri geri durmadı. geride kalmadı. mücadele etmekten çekinmedi. çünkü zulüm dört bir yanı sarmıştı.

    bugün o şartlar yok. falih rıfkı atay'dı galiba tam hatırlamıyorum vatan adamı ve ilim adamı tanımlaması yapıyordu: "mustafa kemal harbe girmek istemiyordu kafa ve sanat adamı olduğu için. savaş başladığında ise istiklal mücadelesini bırakmayı hiç düşünmemişti vatan adamı olduğu için." tek kurtuluş yolunun da hem vatan adamı olmak hem de ilim adamı olmak olduğunu söylüyordu. ne de güzel söylemiş: hem vatan adamı olmak hem de ilim adamı olmak. başka hiçbir şekilde bu milleti kurtarma şansımız olmaz. karanlığa küfreder dururuz. karanlığa küfredip durdukça da bu topraklarda ne acı biter ne savaş biter ne de sömürü. kaybeden de hep masum insanlar olur.
    ae