1. alegoride bir grup tutsak bir mağaraya doğumlarından itibaren sırtları mağaranın girişine dönük olacak şekilde zincirlenmişler. tutsakların mağara dışındaki dünya hakkında hiçbir bilgileri yok, sadece mağaranın duvarlarına yansıyan gölgeleri görüp; yankılanan sesleri işitebiliyorlar. tutsaklar bu illüzyonların gerçek olduklarına inanarak onları adlandırıyor ve kategorize ediyorlar. bir gün bir tutsak serbest bırakılıyor. gerçek dünyayla ilk karşılaştığında ışık gözlerini acıtıyor ve bir süre hiçbir şey göremiyor. gözleri gerçek dünyaya uyum sağladığında gördüklerinin gerçek olduğuna gölgelerinin ise yalnızca yansımalar olduğuna inanmakta zorluk çekiyor. bu keşfini mağaradakilerle paylaşmak için geri dönüyor ancak gözleri artık karanlığa alışık değil. mağaranın taş duvarlarına yansıyan görüntüleri ayırt edemiyor. bunu gören diğerleri ise mağara dışındaki dünyanın onu kör ettiğini düşünüyorlar ve dışarı çıkmamak için direniyorlar.
    alegori platon'un idealar kuramıyla yakından ilişkili ancak bariz bir anlamı da var: insanlar cehaletin kendilerine sağladığı huzurlu ortamdan vazgeçmiyorlar ve kendilerini gerçeğe ulaştırmaya çalışanlara ise düşmanlık besliyorlar. çünkü bilgi borçlandırır, anlamak zorunda bırakır.(a.alatlı)
  2. idealar dünyasını tümeller konusunda mantıklı bulmakla birlikte maddi dünya ele alındığında zaman ve özgürlük konularında problem çıkıyor diye düşünüyorum. örneğin iyilik denilen kavram iyilik ideasına yakınlaşan bir gerçek olguyla anlaşılabilir oluyor. tamamen zihinsel bir aktivite. yine renk kavramında da benzer şekilde rengin aslının örneğin kırmızı ideasından geldiği mantığa sığıyor. fakat sandalye ideası dendiğinde görünüşün gerçeklikten tamamen farklı olması, sahtelik mevzusu nihayet dünyada geçekliklerin değil yansımaların, görünüşlerin olması konusuna girince insanın aklına ilk gelen ölüm olabilir. yani zaman kısıtı, gerçeklik olarak bildiğimiz şeylerden uzaklaşmak nasıl bir sonuç getirecek, zaten bir amaç bulmakta zorlanan insan ne gibi bir bakışla yaşayacak. özgürlük konusunda ise alışılmışın içinde özgürlük diye bir konu devreye giriyor. hatta uzam da denilebilir. her insan belli bir gerçeklik içinde kendi uzamında özgürce yaşamını sürmekte ve en önemlisi yaşamına inanmaktadır.

    sistemsel olarak kapital düzen içinde yaşayan insan belli bir zaman satma karşılığında kendi gerçek hayatında özgür olduğu inancına sahip. alışılmışı bozarak sosyalist halkçı düzeni tercih etmek haliyle ölüm ve kaybetme korkusuyla mantıklı bulunmuyor. bu yüzden halkın devrimi sevecenlikle karşılamamasını normal karşılayan bazı zümreler taş ve sopalara başvurabiliyor ki daha gerçekçidir.

    birisi çıkıp, "özgürlük içimizde" dediğinde ya da "özgürlüğe mahkumuz" dediğinde mağara sıcak, mantıklı ve tatlı gelebilir. dahası da var ki görünüşler gerçek olabilir. dr. johnson'a maddi dünyanın olmadığına dair berkeley'in idealist felsefesi sorulduğunda önündeki taşa tekme atıp ayağım acıdı işte demiş. yani johnson komik adammış vesselam.

    idealist felsefeciler şöyle diyor kısaca ; "dünyayı duyumlarım aracılığıyla yorumlarım. bu nedenle, varolduğunu bildiğim tek şey duyu izlenimlerimdir. örneğin bu elmanın varolduğunu söyleyebilir miyim? hayır. tüm söyleyebileceğim, onu gördüğüm, hissettiğim, kokladığım, tattığımdır. bu bakımdan, gerçekte bir maddi dünyanın var olduğunu hiçbir surette söyleyemem."
    abi
  3. köyde günde 3 saat tarımla uğraşıp gerisini özgür geçirebileceğini sananlarca kapitalizme bağlanmak üzere olan hikaye. köyde gün doğumuyla kalkıp gün batımıyla yatacak, arada kalan zamanda tarla çapalayacak, belki 3-5 çocuk sahibi olunca günde 4-5 saat köy kahvesinde çapsız muhabbet yapma lüksüne erişecek, "şu an özgür değiliz, hep kapitalizm bunlar" deniliyor. ulan ne güldüm ya.