• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.38)
pred dozhdot - milcho manchevski
makedonya ve londra hatları üzerinde kurulmuş 3 farklı aşk hikayesi ile modern çağda avrupa'ya ışık tutan bu filmde makedonya dağlarında meydana gelen gizemli bir olay ülkeyi bir iç savaşın eşiğine getirerek bir rahip, bir londralı resim editörü ve bir de savaş fotografçısının kaderlerini de trajik bir biçimde bir noktada buluşturur. bu karakterler ve olayları üç ayrı bölümde işleyen 'yağmurdan önce' savaşın masum insanları zorla taraf tutmaya yönelten doğasını gözler önüne serer.


  1. makedon yönetmen milcho manchevski'nin ilk uzun metraj filmi, 1994 yapımı. yugoslav iç savaşının çarpıcı ve kanlı öyküsü, birbirine komşu makedon/hıristiyan ve arnavut/müslüman iki köy arasındaki husumet ve londra'ya uzanan bir hikaye üzerinden aktarılıyor. sözcükler, yüzler ve resimler olmak üzere üç hikayeyi oldukça başarılı bir kurguyla bağlayan filmin mottosu ise şu: "circle is not round", yani "çember yuvarlak değildir". bu şekilde her şeyin göründüğü gibi olmadığını anlatmaya çalışır manchevski. filmin anastasia imzalı müzikleri ise ayrı bir olaydır.

    türkçe'ye "yağmurdan önce" adıyla çevrilen film, uluslararası alanda "before the rain" olarak bilinir.
  2. bünyede bir çingeneler zamanı etkisi bırakan çok çok çok güzel film.
    müzikler harika, makedonya'dan görüntüler büyüleyici...
  3. filmin bir kısmında ohrid(türkler ohri diyor) fon olarak kullanılmıştır. aziz john klisesi'nden sahneler mevcuttur. ohrid'in büyüleyici güzelliği kendini göstermektedir.

    filmin kurgusu çok başarılı. 3 farklı hikayenin etkileşimi ve zamansal kaydırmalar yerli yerindedir. son zamanlarda izlediğim derviş zaim filmi rüya da benzer bir kurguya sahipti. teknik olarak ne diye ifade ediliyor bilmiyorum ama "kronolojik olmayan şekilde sıralama ve çakıştırma" desem sanırım olur. zaim filmlerine göre izlenmesi zor bir filmdi. çok kavram barındırması da ayrıca izleyiciyi karmaşaya sürüklüyor. fazla yoğun geldi.

    ''yağmurdan önce''de sade, yalın; istediği mesajı çok kafa karıştırmadan başarılı bir şekilde veriyor. sanırım oscar da almıştı bu film. (sadece aday olmuş, 35cc uyardı).
    bende mandalinalar filmiyle aynı etkiyi yaratmış filmlerdendir.
  4. muhteşem bir sountrack'e sahiptir. müzikler makedon bir grup olan anastasia'ya aittir. 1994 yılında çıkan aynı adlı bir soundtrack albümle bu muhteşem şarkıları bir araya toplamışlardır.

    efsanevi güzellikte olduğunu tekrar belirtiyorum ve kesinlikle tavsiye ediyorum.
    (bkz: anastasia - before the rain)
  5. Milcho Manchevski’nin Yağmurdan Önce (1994) adlı filmi, görselliği ve müzikleriyle insanın ruhuna nüfuz eden bir hüzne sahip; ışığın ve gölgenin kadraja alınma biçimi, odaklanılan ayrıntıları ve yağacağı söylenen yağmur imgesiyle başarıyor bunu. “Politik olan” ile “kişisel olan” arasında kurduğu ilişkiyle -ideolojik sorunlarıyla birlikte- tartışmaya değer bir niteliğe sahip ayrıca. Bununla birlikte filmin, esas olarak zaman kurgusuyla karakteristik özelliğini kazandığını söyleyebiliriz.

    Sinemada zamanın kullanımının, sinema sanatının belirleyici niteliği olduğunu söylemek mümkün. Çünkü, en başta, “kurgu” dediğimiz şeyin imkanlarını ve sınırlarını belirleyen ögedir zaman. Zaman algısı kültürün ve uygarlığın yapılanışına damgasını vurur, bilginin ve düşüncenin olanaklılık koşullarını belirler. Felsefe, zamanı kategorik olarak anlamaya çalışır, edebiyatsa anlatının zamansal biçimlendirilişiyle hikayesinin gerçeklik düzeyini yapılandırır. Sinema sanatı, her iki yönü görsellikle bireşim halinde ortaya koyar. Filmin zamansal kurgusu, bu nedenle, filmdeki hikayenin/hikayelerin zamanından daha farklı bir boyuttadır. Bu da, her zaman, kurgunun görünür olandan daha fazla -epistemolojik ve ontolojik düzlemlerde- içerimlere sahip olduğu anlamına gelir.

    * * *

    Yağmurdan Önce filminde zamanın kurgulaşı, artık seyircinin bilmediği bir örnek değilse de -ilk elden İnnurati’nin Aşklar ve Köpekler’ini, Tarantino’nun Ucuz Roman’ını kaydedebiliriz-, kendine has özellikler barındırıyor. Bir cinayet hikayesi, sondan başlayarak geriye doğru gitmek üzere tamamlanan bir çember şeklinde kurgulanmaktan öte, farklı bir zamansallık söz konusudur burada. Puzzle’ın parçalarını birleştirerek elde edilecek görüntüler toplamından farklıdır bu kurgu; bir tür dairesellik söz konusudur, sonunda ortaya bir tamamlanmışlık çıkar, ancak kapanan bir çevrim değildir yine de zamanın alımlanışı. “Başlangıç” aslında “son”dur buna göre, son’a vardığımızda ise başlangıç noktasındayızdır ve -artık- her şeyin anlamı değişir.

    Filmin sonunda başlangıç noktasına döndüğümüzde, bir mobius şeridini katetmiş gibiyizdir. “Zaman asla ölmez, çember yuvarlak değildir” sözü, filmin zaman kurgusunun formülünü de veriyor bu yanıyla. Artık, hikayenin anlamı parçalarının toplamından daha fazla bir şeydir. “Yağmur yağacak, sinekler ısırıyor” sözü başlangıcı ve sonu birleştirir, ancak çember kapanmamıştır; bizzat filmin kendisi –hayatın anlamı, insan gerçekliği ve dünyanın politik çehresine dair soruları ve- kurgulanma biçimiyle izleyicinin doğrusal algısında bir gedik açar. Zaman katedilmiş, “başlangıç” ile “son” aynı noktaya gelmiştir; hikayenin önümüze çıkardığı pek çok sorunun cevabını bulmuşuzdur, ancak zaman durmaz, filmin sonu hayatın başlangıcına ilişir. Kadrajın dışında “başlangıç” ve “son” yoktur belki de.

    Yağmur imgesi de, bu kurgu içinde yerini bulur. Filmin başında ve sonunda, bir tür “sonsuzluk” vurgusuyla, hem gelen kötü olayların habercisi, hem de kurtuluş iması içerir yağmur. Döngüsellik, evet, ama her şeyin başka türlü olabilirliğini de içerecek şekilde yapılandırılmıştır ‘süreç’. “Gökyüzüne bak,” der Alex yere düştüğünde, “yağmur yağacak”. Orası, filmin başında rahibin genç rahibe, “bak orada yağmaya başladı bile” dediği yerdir. Yağmurdan önce, her şey çoktan olmuştur fakat yine de neyin nasıl tamamlanacağının ucu açıktır. Kafkavari bir umut-umutsuzluk gerilimi içerir yağmur imgesi bu yanıyla. Bir “yazgı” söz konusudur sanki: Olmuş olan her şey yalnızca olmuş olduğu gibi olacaktır, ancak hiçbir şey de basitçe önceden belirlenmiş bir neden-sonuç ilişkisinin zorunlu sonucu olarak anlaşılmaz yinede.

    * * *

    “Sözcükler”, “Yüzler”, “Fotoğraflar” şeklinde adlandırılmış üç ayrı bölümden oluşuyor film. Üç bölüm, son ile başlangıcın “birleştiği” noktada bir bütünlük kazanıyor, zamansal olarak olaylar birbirine bağlanarak hikaye tamamlanıyor. Üç ayrı bölümde anlatılan olaylar zamansal olarak birbiri içine geçerilerek çizgisel ve doğrusal olmayan bir anlatım oluşturulmuş. Önce ile sonra’nin yer değiştirdiği bir anlatım.

    Başka başlıklarla da filmi değerlendirmek mümkün. Ve hatta gerekli. Savaş ve barış, toplumsal hayatın ve uygarlığın derinliklerinde saklı duran şiddet, “biz” ve “onlar”, sanatın politik doğası, hayat, suç ve masumiyet, sorumluluk ve aşk, taraf olmak ya da tarafsızlık. Her biri kendi başına film üzerinden konuşulabilecek meseleler. Özellikle “taraf olma” meselesi filmin politik muhtevasının çekirdeği sayılabilir. Türkiye gündemi açısından da oldukca güncel sorunlardır bunlar; açlık grevleri, Suriye ile savaş konusu, “kürt sorunu”nda yine ve yeniden imha ve inkar yaklaşımında kilitlenmiş olan devlet politikası, toplumda giderek derinleşen kopuş hali tartışmayı ahlaki ve politik bir sorun olarak her geçen gün canlı kılıyor. Dolayısıyla, filmin ideolojik-politik içerimlerinin, açık ya da dolaylı önermelerinin hem sorgulanması, hem de -güncel bir sorun olarak- değerlendirilendirilmesi mümkün.

    * * *

    Görünür düzeyde filmin belirgin bir savaş karşıtı söylemi, Balkanlar’da olacakları öngören uyarıcı bir bakışı, özellikle de entelektüel dünyayı sorumluluğa ya da daha doğrusu sorumluluğu üzerinde düşünmeye çağıran etik bir boyutu var. Yanı sıra, ideolojik-politik bir sorgulama ile baktığımızda, dilin ve estetiğin sanıldığı gibi masum olmadığını anlayacağımız, sorunun nasıl tarif edildiğinden nasıl görünürleştirildiğine, neyin gösterildiğine ve nasıl gösterildiğine dair, tetikte durmayı zorunlu kılan sorunlara çarpılacaktır.

    Bu yanıyla ilkin, Zizek’in, Kusturica’nın Yeraltı filmiyle birlikte Yağmurdan Önce’yi de –Said’in Şarkiyatcılık’ı ile anoloji kurarak- “Balkancılık” bağlamında değerlendirdiği eleştiriyi hatırlamak yerinde olur sanıyorum; '' Çokkültürcülük ya da Çokuluslu Kapitalizmin Kültürel Mantığı“
    “Batı liberalizmi”ne ve onun “çokkültürcülük” anlayışına eklemlenme, dahası bizzat bu batılı bakışa uyarlanmış filmler olduğunu söyler Zizek. Yağmurdan Önce filmi büsbütün böyle görülebilir mi tartışılır belki; “barış sadece istisnadır” sözü gibi siyasetin doğası hakkında gücelle sınırlı olmayan bir sorgulama yönelimi de söz konsudur filmin, ama yine de Zizek’in yürüttüğü tartışmayı akılda tutmak, ideolojik uyarılarını gözardı etmemek anlamlı olacaktır.

    İkinci eleştiri ise, Zizek’in itirazlarıyla aynı çizgi üzerinden ve yine esas olarak Kusturica’nın Yeraltısı‘nı hedefleyen daha sert Ulus Baker’in değerlendirmesidir.. Ulus Baker, Yeraltı’nın estetik ve ideolojik olarak anatomisini çıkarır ve kesin çizgilerle politik eleştirisini yapar. Yazısının sadece sonunda kısaca bahsedilir Yağmurdan Önce filminden. Angalopoulos’un Ulis’in Bakışı’yla birlikte, Yeraltı‘na yöneltilen aynı eleştirinin muhatabıdır her iki filmde. Yine de, ince bir çizgiyle ayrır bu iki filmi Ulus Baker, “savaşın sunumu” ve “barış pazarlamacılığı” konusunda Ulis’in Bakışı “daha ayık”, Yağmurdan Önce ise “daha sorgulayıcı”dır. Baker’in temel eleştirisi, savaşın “neredeyse doğal bir afet”, bir tür “kader” gibi kurgulanması ve bu kurgunun ideolojik-politik dayanaklarıyla ilgilidir.

    * * *

    Kendi hakikatine ulaşmak için insan cehennemi tercih etmek zorundadır bazen. Bazen mi? Belki de böyledir hep. Alex, cehenneme geri döndüğünde hiçbir şeyin değişmemiş olduğunu söyler, ama yine de herşey değişmiştir. Bakışı değişmiştir çünkü, zaman katedilmiş, hayat yaşantılanmıştır. Yıllar önce geride bıraktığı kadının oğlu “O bizden biri değil” der öfkeyle. Her şey başka türlü olabilirdi elbette, ancak insan “kendi”nden kurtulamaz, şu ya da bu yönde attığı her adım ile gerçek’in çağrısına bir cevap olarak gerçekleştirir yazgısını. Angelopoulos’un Ulis’in Bakışı’nı da düşündürüyor film bazı yönleriyle; özellikle, “eve dönüş” hikayesi, “Balkanlar” üzerinden ‘insan gerçekliği’ne bakma denemesiyle.

    Çember yuvarlak değildir, bir eşik gibidir ‘yağmurdan önce’ başlangıç ile son arasında, zaman bükülür, başladığınız ve bitirdiğiniz yer aynı değildir…sesler ve sessizlikler, yüzler, yüzleşmeler, şimdi ve geçmiş, sözcükler, fotoğraflar…zaman asla durmaz…her derdin ilacı olması da, hiçbir derde -gerçekte- deva olmaması da belki bu yüzden…insan oluş hikayesinin hep yeniden başlaması, her karar anında, yeniden….

    Her “eve dönüş hikayesi” ev’in ve dönüş’ün imkansızlığıyla yüzleşme denemesidir belki….

    kaynak: https://mutlaktoz.wordpress.com/
  6. izlememiş olanlar için ağır spoiler içerir. izlemiş olanlara sorum var.
    !---- spoiler ----!
    şimdi zamana göre sıralarsak 3 önce 1 sonra orada zaten sorun yok. sorun 2'de. 2'de 2 parçadan mı oluşuyor? yoksa 2'de hayal gerçek iç içe mi?

    izleyenler ya da yarın izleyecek olanlar şunu açıklığa kavuşturursa güzel olur.

    !---- spoiler ----!

    çok sanatsal biri değilim , hızlı vurmayın
  7. youreads sinema grubunun balkan sineması programının ilk filmi.

    üç bölümden oluşan filmimiz hakkında ek olarak söylenebilecek fazla bir şey yok sanıyorum. yukarıdaki beş giride film hakkındaki pek çok şeye temas edilmiş. ben sadece spoiler ibaresi altında ne sahneydi be dediğim sahnelerden bahsedip cevaplayamadığım soruları paylaşıcam. ha bir de @xentios'un da temas ettiği ikinci bölüm hakkında konuşucam.

    !---- spoiler ----!

    - filme ismini de veren yağmur, bir şeyi sembolize ediyor olsa gerek. tüm kritik bölümlerin öncesinde yağmurun yaklaştığı söyleniyor. yağmur bir tehlike alameti olarak mı yansıtılmış acaba?

    - zamira'nın göründüğü ilk sekansta onu erkek sanan yalnızca ben miyim?

    - bojan'ı sahiden zamira mı öldürdü? bunu öğrenemiyoruz filmden ancak ilk kısımda dedesi tarafından kiril'le dağda yakalandığı sahnede bunu reddetmeyerek öldürmüş olabileceği fikri doğuyor.

    - filmin son bölümüne girildiğinde olaylar biraz da aydınlanmış ve aklıma hemen şu gelmişti: "alex'i zamira öldürdü!" kiri'in tüm hayatını adadığı manastırdan atılmasına sebep olacak şekilde koruduğu kadının, amcası alex'i öldürmüş olduğu bir senaryo daha çarpıcı olmaz mıydı sevgili seyirciler?

    - son ve en kritik madde: filmde sanırım büyük bir mantık hatası var. filmin zamansal sıralaması 2-3-1 şeklinde ancak ikinci bölümde anne'nin elinde birinci bölüme ait olan zamira'nın ölüm fotoğrafları var. biz mi yanlış anladık yoksa hakikaten bu gözden kaçmış olabilir mi?

    !---- spoiler ----

    makedonya'daki etnik bir iç savaşın sağanağına uğrayan masum insanların hikayesi.
  8. @hocamhocam

    !---- spoiler ----!

    -yağmur döngüsünden dolayı yağmur kullanılmış. sona geldiğinizde tekrar başa geliyorsunuz. yağmurun yağıp , buharlaşıp bulut olması ve tekrardan yağması gibi. 2. bölümün gizemi buradan geliyor olabilir.

    -bende zamirayı erkek sandım hatta ayak sahnesinden sonra "hangi sapık önerdi bu filmi" dedim içimden ama film öyle garip yerlere gitmedi.

    -bence zamiraya tecavüz etmeye kalkıştı adam zamirada kendini savundu. büyük ihtimal tarlada çalışırken.

    -bir nevi zamira öldürdü zaten. fotoğrafçının adam öldürmesi gibi.

    -zaten filmin en tartışmalı yeri burası "whats up" ta sonuca ulaşırsanız buraya yazarsınız.

    !---- spoiler ----!
  9. oluştuğu üç parçadan ayrı filmler yapılabilecek filmdir. kurgusunda temelde farklı öykülerin bulunduğu, ancak kesiştiği ve birbirini etkilediği bir kaos var. öyle bir kaos ki parçadan parçaya çekim teknikleri ve vurgulanan temel dürtü değişiyor. tek seferde üç ayrı film izliyormuşsunuz gibi olduğundan bakış açısı katıyor.

    not: youreads sinema grubu ile izledim.