• youreads puanı (8.50)


  1. kendisine konum olarak ulaşmam yalnızca sekiz dokuz saatimi yollara feda etmeme bakıyorken, pink floyd'un dediği şu "open your heart, i'm coming home" daki gibi iliklerime dek hissederek dönmem için zaman makinesine ihtiyaç duyacağım evimde çalan ama sadece benim duyabildiğim şarkı. kan akışım tamamen duracak şekilde damarıma bastıklarında sadece dinlemekle yetinmeyip, çığlık çığlığa da söyleyeceğim gibi geliyor.


    bir mevsimlik de olsa, ailemin yanına dönmeme bir aydan az bir vakit var. gözümü karartıp, buradaki işimin geç biteceği yalanını söylememiș olsam, bu hafta sonunda beni bekliyorlardı. lakin hiç mi hiç hazır değilim, istemiyorum da. bunun beni vefasız yahut kötü bir evlat, torun, abla olarak göstermesi hakikaten vefasız yahut kötü bir insan olduğum anlamına gelmediği için evime dönmek istemediğimi çekincesizce söyleyebiliyorum, az önce söyledim de. ailemi sevmediğim, taraflarından sevilmediğim için de değil, çünkü bu doğru da değil. hatta sorun bunun tam aksinin bizim hakikatimiz oluşuyla başlıyor. daha doğrusu bu hakikatin hakkını asla veremeyișimizle. kopmuş olmama rağmen aramızdaki sevgiyi sorgulayacak değilim. dayanamadığım, eve her dönüşümde o dipsiz sevginin bile asla yetmediğiyle; hatta onu birbirimize aktarmak konusundaki çarpık metotlarımız ve noksanlıklarımızla teoride bir oksijen maskesi olması gereken sevgiyi paslı bir testereye dönüştürerek birbirimize hasar verdiğimiz gerçeğiyle yüz yüze gelmek. böyle zamanlarda john lennon'ı yakasından yakalayıp "hani all we need is love'dı ulan!" diye fırçalamak bile istiyorum. gerisinde sevgiyi yettiren, yetebilirliğini ispatlayan insanların huzurla yaşadığı dört duvarlar da vardır muhakkak. lakin biz maalesef bu kümede değiliz. büyüklüğünü bizim bile ölçemeyeceğimiz kadarı içimizde var birbirimize karşı ama, tek ihtiyacımız sevgi değilmiș işte. kabulleniş, anlayış, iletişim o sevgiyi kollamadıktan sonra, iyileştirmesi gereken ne varsa yaralıyor.


    şu son günlerde haddinden fazla çaldı bu şarkı odamın içinde. her defasında tüylerimi diken diken edişinden cesaret alıyor sanırsam. sırf böyle küskün, uzak, kırılmış, hatta agresif bir ruh halinin dışavurumuyken bile sevginin varlığını kabul, hatta itiraf etmesi, lennon kümesi dışındaki ailelerin bile marşı yapabilir bu şarkıyı. tabi bir de işin "hatırlamak" kısmı var. ileri düzeyde ise asla unut(a)mamak. yok edilebilen, silinebilen değil en fazla rafa kaldırılabilen bir yığın yalan, hakaret, bencillik, anlayışsızlık, mesafe, dışlanma var hafızada. ve en beklenmedik zamanda çöküyor o raflar. ve her toplama çabasında uzaklaşmalar derinleșiyor ister istemez. yenileri de eklendikçe...



    içlerinden biri hariç ailemden hiç kimse hayatımın son zamanlarında onlarla olan ilişkim ve ciddiye aldıkları, ve benim de sadece onu ciddiye almam gerektiğini her fırsatta vurguladıkları o bir tek sorumluluğum dışında nelerle mücadele etmiş-ediyor olduğumu bilmiyor. çektiğim sıkıntılar, yaşadığım kırgınlıklar kadar, tanık olduğum ve bunun için kendimi şanslı saydığım güzellikleri de. benim baktığım noktadan bakmadıkları müddetçe yanlış, saçma, umarsız, hatta edepsiz olarak ele alacakları bir yığın kare var hafıza albümümde. anlatsam, "i only did what i thought was truly right" haricinde hiçbir açıklama borçlu olmadığım halde, yaptıklarım birer suç yahut günahmıș gibi af dilememi ya da kuyruğumu kıstırıp başımı öne indirmemi bekleyecekler belki de. hatta sırtını çevirenler de olacaktır muhakkak, en azından bir süreliğine. tarif edilemez derecede sevildiğimi bildiğim bir ortamın beni ben olduğum halimle kabullenemeyecek olmasını kabullenemiyorum. yanlarındayken bu çok daha zor. doğduğum ve büyüdüğüm, sevdiğim ve sevildiğim kolların arasındayken bile anlaşılmamanın, destek görmemenin, hatta sonuna dek dinlenilmemenin acısından kaçmak için benliğimi en diplere gömmeye istemsizce yönelmeme sebep olmalarını affetmeyeceğim. unutmayacağımı ama yine de affedebileceğimi düşünüyordum uzun zamandır. ama her geçen günde, her ne kadar istesem de, bunu asla içten olarak yapamayacağım gerçeği daha da görünür oluyor. ve "please forgive me, i can't forgive you" öyle can acıtıcı bir doğru ki, görmezden gelmeye çalıştığımda her şey daha da kötü oluyor. artık gelmiyorum. istesem de gelemeyeceğim bir yerdeyim. üzgünüm. affedilmeyi hak eden insanlar olmalarına rağmen affedemiyor oluşum, tıpkı sevginin varlığına rağmen birçok şeyin iyileşmemesi gibi can acıtıyor.


    söylenebilecek daha fazlası yok sanırım benim için. her zaman hassas noktamdılar, ve hep öyle kalacaklar. birbirimizi bağışlayamayacağımız onca düğümün varlığına rağmen, bizi bir şekilde aile yapan her parçamızı bana hasar verecek derecede çok seviyorum. geçmişimizde var olmasını kabullenmek istemeyeceğimiz parçaları da taşıyan külfetli bir hafızayı hep birlikte omuzladık bir şekilde, hepimiz o ağırlığın altındayız. hiçbir şeyimiz yoksa bile, hiçbir şeyimiz kalmayacaksa bile bu bizi bir araya getiriyor.


    "we remember everything."