1. john zerzan'a göre, ilk bir milyon yıl boyunca insanların herhangi bir sanat üretmedi çünkü bozulmamış toplumsal gerçeklikte sanata her yoktu çünkü böyle bir şeye ihtiyaç yoktu. ancak şuan ona göre estetik kaygılar gerçekliği ortadan kaldırmıştır. sanat tıpkı dil gibi, sembolik bir sistemdir. bireyi doğadan kopararak özellikle toplumsal düzeyde bireyi tahakküm altına almaktadır.

    kendisi sanatın kolejlerinde dini, bir yabancılaşma biçimini görüyor. zaten doğadan esinlenme var sanatta, e doğa varken onun deforme biçimlerine ne gerek var diyor. yabanbcılaşma adına dinin truva atı olarak tanımlıyor sanatı. baktığımızda ilk sanat örnekleri hem din kökenli. kiliseler.. sanatın kültürü doğurması insanı doğadan tamamen koparıp tahakküm altına alıyor, gerçek olandan uzaklaştırıyor.

    günümüz sanatından ayrı bir şey tabi bu, seküler sanat sonradan icat edilen birşey.

    edit: şimdi son bölümü okurken güzel bir şey yakaladım. aşkım zerzan diyor ki; sanatın özü yabancılaşmadır, bu yüzden sanatın aşılması gerekiyor, sanat ile doğa arasındaki ezeli ayrım dünyanın ölüm fermanı olduğu için sanat yok olmalıdır.
  2. abi
  3. bu işi yapması için insanların bilimi oluşturması yüzünden olabilir. sanatın amacı -antik çağları saymazsak- hiçbir zaman gerçeği birebir yansıtmak olmadı, olmamalı da. sanatın amacı yaratıcılığı ortaya çıkarmak, gerçeği zihin/duygu süzgecinden geçirip karşı tarafa aktarmaya çalışmaktır. bunu da en estetik biçimde yapmak işin bonusu oluyor. bu yüzden bir şeye dair sonsuz sayıda sanatsal ürün üretebiliyoruz.

    "mantık sizi a noktasından b noktasına götürür, hayal gücü ise her yere." -albert einstein
  4. doğrudur. ve sebebi de polemikte gizlidir: çünkü sanat, gerçek değildir; amma gerçek, sanat olabilir. işte bu gerçeğin kendisi sanat vasıtasıyla gerçeği (hakikati) yüceltmekle mükelleftir. ve pek tabii böyle de diyebiliriz: sanat, hakikati yansıtmaz, sadece yüceltir.

    polemik bir diğer yönden dönem ve insanlık tarihiyle de alakalıdır ki, sanatın var oluşunca tek derdi haline gelmiş hikaye aracılığıyla trajedi kavramı, bizler, yani insanlık sözde geliştikçe labirentin içine sıkışmıştır. bu durum, insanoğlunun sıradanlığını trajik hale getirmiştir. trajik/facia olan artık ne romeo ve juliet, ne de medea"dır. sıradan olan ve günümüzde bir trafik lambasının altında bile yaşanan küçük bir olay trajediyi temsil etmeye başladı. ki, sanat, yedi koluyla bunu yansıtmaya kalktığında basitlikle suçlanacaktır. ve sırf bu yüzden, hikayelere ilave edilen - gerçeğe uzak - ögeler, aynı zamanda da sanatı gerçeğin uzağında var edecektir.
  5. sanatı ağaca dayanmış bir merdiven olarak yorumlayabiliriz. bu noktada sanat bağlı bir gerçekliktedir, ağaç yok olursa merdiven de devrilecektir. dolayısıyla onu ancak merdivenden ağacın meyvelerine uzanan bir elin gerçekliği bağımsız kılabilir.

    sanatın var oluşunda ilk adım doğa'dandır. bir insan denizden ilham alarak kendi küçük havuzunu; rengi, kokusu, sesi, tadı farklı ve tamamen ona ait olan kendi küçük havuzunu yaratmak istediğinde bu amaç tekildi. fakat beklenmeyen bir şey oldu. bu hayali havuz başkalarının ilgisini çekmeye başladı ve havuzun sahibi bir sabah uyandığında küçük hayali havuzunda başkalarını gördü, zevkle yüzerlerken şunu söylüyorlardı: "bu harika hissettiriyor, bunu nasıl yaptın?"

    yani bu örnekte şunu söylemek istiyorum: sanat ilkin aitlik hazzını içeriyordu. fakat onu üreten sanatçı büyük övgülerle irlikte insanların iyi hissettiğini ve bu şeyin ulaştırılabilir olduğunu anlayınca aitlik hazzı'nın yerini paylaşma hazzı aldı. bazen bu iki hazzın halen çatıştığı veya yer değiştirdiği görülebilir, kafka bazı eserlerini yayımlarken bazılarının sadece kendine ait kalmasını istemiştir. paylaşma hazzı ise sanatın toplumsallaşmasının önünü açtı. sanatın ulaştığı toplumlarla, sanatı birtakım hurafelerle engelleyerek onu çoğul kılmayanların farkı ise daima haritaların sınırlarını belirledi, belirliyor, belirleyecek.