1. sinema denilen büyülü perde oyunları lumiere kardeşlerin edison’un kinetoskobundan yola çıkarak yaptıkları sinematograf denilen aletle birlikte doğmuş ve dünyada meydana gelen her yeni akımla birlikte yeni bir boyut kazanmıştır.

    akım sözcük olarak;"sanatta, siyasette, düşünce hayatında ortaya çıkan görüş, yöntem, hareket, cereyan"anlamına gelmektedir.

    sinemada da diğer sanat dallarında olduğu gibi bazı ülkelerde ve çeşitli dönemlerde bir takım akım ve manifestolar ortaya çıkmıştır. sinema tarihine baktığımızda birçok akımın, sinemaya etkisi olduğunu görüyoruz. akımların çoğunlukla ülkeleri ve onların sanatçılarını öne çıkardığını ve farklı yönleri ile sinema yapıtlarının dayandığı ilkeleri açıkladığını görüyoruz.

    ana akımlar:
    dışa vurumcu alman sineması
    şairane gerçekçilik
    yeni gerçekçilik
    yeni dalga
    özgür sinema
    yeni sinema
    deneysel sinema

    1- dişavurumcu alman sinemasi:
    1900’lü yıllarda fransa, rusya, isveç, norveç, çekoslovakya ve polonya ile tek tük ingiltere ve amerika'da görülen bu akım gerçek anlamda kendini en çok almanya’da göstermiştir. bunun temelinde de germen ülkelerinin yaşadığı toplumsal bunalımlar ve baskı rejimlerinin etkisi vardır. halk ve aydın kesim bastırılmış, sindirilmiş duygu ve düşüncelerini dışavurumcu (ekspresyonist) bir tarzda sanata yansıtmışlardır. bir başkaldırının meyvesidir dışavurumculuk. öncelikle resimde görülmüş, daha sonra heykel, mimari, edebiyat, tiyatro ve müziğe yansımıştır.
    dışavurumculuk, içsel olanın dışsal olana yansıtılması olarak tanımlanabilir özetle. yani tasvir edilen şey, gerçeğe uygun olmakla birlikte tasvir edenin iç dünyasına ait bir hissiyatı da taşır üzerinde. normal olanın dışına taşan, insanın bilinç altındakileri dışarı taşıması, yansıtmasıdır.
    1919-1939 yılları arasında almanya’da alman dışavurumcu akımının etkisi ile dışavurumcu alman sineması ortaya çıkmıştır. "dışavurumculukta gölgeli bir ışıklandırma, gerçeküstü bir dekor, yapay rol yapma ve gerçek olmayan bir dünyada gezinen kameranın aşırı üslubu dikkat çeker. filmlerde kaba ve barbar görüntüler hakimdir. ölüm ve düşük yaşama ilişkin nesnelerle beraber, savaşın yarattığı umutsuzluk ve erime bu dönemin konularıdır. insanın içine ayna tutar. daha iyi bir dünya düşlenir. bu düşle birlikte "gerçekçilik" bir kenara bırakılmış, soyut ve metafizik olana yönelinmiştir. görsel anlatım güçlüdür.

    bu dönemde fantastik dünyaya ışık tutan belli başlı filmler şunlardır:
    der student von prag (prag’lı öğrenci) – stellan rye, paul wegener (1913)
    golem – henrik galeen (1914)
    homunculus – otto rippert (1916)
    das cabinet des dr. caligari (dr. kaligari’nin muayenehanesi) – robert wiena (1919)
    bunlardan dr. caligari’nin muayenehanesi" dışavurumcu sinemanın başlangıcı ve psikolojik filmlerin ilk örneği kabul edilir. görsel bir şöleni andıran filmde insanların öfke, şiddet, sevinç gibi duyguları dekorda yer alan simetrik şekillerle anlatılmaya çalışılmıştır. kısaca ekspresyonist sinema "ben’in" derinliklerine inmiş, görüneni görünür kılmış ve kompleksleri ve kötülükleri görüntülemiştir.

    2- şairane gerçekçilik:
    şairane gerçekçilik fransa’da doğmuş ve en çok ilgiyi de bu ülkede toplamış bir akımdır. akım "şiirsellik" ve "gerçekçilik" olmak üzere iki dinamik üzerine temellendirilebilir.
    "akımın şiirselliği; seçilen mekanlarda ve film karakterlerinin davranışlarında yatmaktadır. islak caddeler, sisli limanlar ve kır kahveleri mekan olarak seçilmekle beraber, film karakterlerini, asker kaçakları, umutsuz katiller ve yaptığı evlilikten mutlu olmamış kadınlar oluşturmaktadır. filmlere marazi bir ruh hali hakimdir. genellikle yasak ya da imkansız aşklar anlatılmaktadır. akımın "gerçekçilik" yönünü ise karakterlerin karşılarına çıkan yaşamın katılığının simgesi olarak görülen polis ve gangsterlerin varlığıdır. akımın ortaya çıkmasında jean vigo, mercel l’herbier ve julien duvivier gibi yönetmenler etkilidir.

    akımı temsil eden belli başlı filmler:
    zero de conduite: jeunes diables au college (hal ve gidiş sıfır) – jean vigo (1933)
    l'atalante (geçip giden çatana) – jean vigo (1934)

    3- yeni gerçekçilik:
    ikinci dünya savaşı döneminde hollywood’un ve italya’daki ‘beyaz telefon’ filmlerinin sadece duygusal bir etki yaratmaya odaklı anlayışına bir tepki olarak italya’da çıkan ve italyan yeni gerçekçiliği olarak da bilinen akım, seyircide gerçekçilik hissini artırma ve filme daha nesnel bakmasını sağlama anlayışını benimsemiştir. 1945 sonrası italya’da doğmuş olan bu akımda sinema yeni bir boyut kazanmış, böylece star sisteminin aksine amatör oyuncularla çalışılmış; çekimlerde mümkün mertebe stüdyolar yerine gerçek mekanlar tercih edilmiş; anlatımda da ağdalı bir söylemden kaçınıp alabildiğine sade ve yalın bir dil oluşturulmuştur. yeni gerçekçilik akımı ile birlikte kamera artık sokaklara girmiş, toplumsal yaşam daha bir özveriyle gözlemlenmiş ve dert edinilen konular bireyselden ziyade daha çok yoksulluk, savaş, siyasi düzen, ekonomik çatışma gibi kitleleri ilgilendiren meselelerden seçilmiştir.

    akıma göre "genel erkek ve kadına yönelmeli, gerçek hayat oluşumlarında kapıların dışında çekimler yapılmalı; adeta bir belgeselle aynı tarzda olmalıdır." yeni gerçekçi yönetmenler kamerayı sokağa taşıyarak anti-stüdyo görüşünü oluşturdular. hollywood ışıklandırmasını gözardı ederek yerleşim yerinde doğal ışığı kullandılar. melodramlar bir kenara bırakılarak savaştan sonra zarar görmüş ülkelerin sokaklarına yöneldiler. kamera ile en iyi şekilde anın gerçeğini yakalamaya çalışırlarken aktör ve aktristler de "doğaçlama" yolunu seçtiler. "çerçeveleme ve kamera hareketi" 1930’lara doğru yerini esnek ve serbest kamera hareketlerine bıraktı. yerleşimdeki doğal sesleri kayıt etmek imkansız olduğundan diyalog, müzik ve sesler sonradan ekleniyordu. öykü bırakılarak hayatın acı tecrübesine yakınlık kural haline geldi. hikaye örgüsü olmaksızın bir olay olduğu gibi görüntüleniyordu. fakirlik, işsizlik, savaş sonrası ekonomik kaos ve belirsizlik filmlerin başlıca öğeleriydi. filmlerde son yoktu ve gelecek belirsizdi. italya’nın o günkü tarihsel koşulları nedeniyle insanların içine düştükleri trajedi ve boşluk filmlerde yaratılan boşluğun getirdiği acı ve belirsizlikle yansıtılmıştır.

    bu akımın belli başlı yönetmen ve filmleri:
    ossessione (tutku) - luchino visconti (1943)
    terra trema (yer sarsılıyor) - luchino visconti (1948)
    rocco e i suoi fratelli (rocco ve kardeşleri) - luchino visconti (1960)
    roma, città aperta (roma açık şehir) - roberto rossellini (1945)
    paisa (hemşeri) - roberto rossellini (1946)
    germania anno zero (almanya sıfır yılı) - roberto rossellini (1948)
    sciuscia (boyacı ya da kaldırım çocukları) - vittorio de sica (1946)
    ladri biciclette (bisiklet hırsızları) - vittorio de sica (1948)

    4- yeni dalga:
    1950 sonrasının fransa’sında ortaya çıkmış bir sinema akımıdır. hollywood sinemasına karşılık başlamıştır ve sinemaya hakkettiği saygıyı vermeyi amaclar. fransız yeni dalga akımı 2. dünya savaşı sonrası var olan fransız film yapım kurumuna karşı tepki olarak doğmuştur. "ilk olarak kişilerin filmleri, aynı bir romancının kitap yazması veya bestecinin bir müzik parçasını yaratması gibi yorumlamaları gerektiğine inanmışlardır." ikinci olarak klasik hollywood film yapımından farklı olarak yeni bir sinema dilinin bulunması gerektiğine inanmışlardır. savaş sonrası sarsıntıları aza indirgemek için hükümet destekli filmlerin yapımı, cnc’nin (contre national cinematographie) 1946 ekiminde kurulması, yabancı ortak yapımlı filmler (savaş bitti, çılgın pierrot, ve tanrı kadını yarattı.) fransız sinemasını yeniden canlandırmıştır. bu gelişmelerin etkisi ile 1960’ların başlarında fransız yeni dalga film endüstrisinin kalbi ve ruhu haline gelmiştir. bu akımın yönetmenleri esinlenmelerini olağanüstü bir paris kurumu olan ‘’sinematek fransa’’da buldukları sinema tarihinden aldılar.
    yeni dalga yönetmenleri hollywood’un yüzeyselliğinden kaçmışlardır. roberto rossellini’yi örnek alarak paris’in sokaklarına çıkmışlardır. sokaklarda doğal ışıklar kullanmışlar, sonsuz kurgulama olanakları, kamera çalışması, ses ve mizansenle oynamayı sevmişlerdir. aynı zamanda sevilen filmlerden alıntılar yapılmıştır. yeni dalga klasik hollywood öykülemesinden farklı bir stilde hikayeler yaratmıştır. öyküleyici sahneler birbirini anlamlı bir biçimde izlemez. seyirci hiçbir zaman ne olacağını bilemez. komik bir sahne bir cinayetle tamamlanabilir. kurgulama can alıcıdır. yeni dalga filmlerinde net kapanış çok azdır, sadece biterler. tipik yeni dalga öykülemesinde kişi ile toplum arasında çok az ilişki olduğu gibi karakterler hiçbir aile, toplum ya da politika bağı olmayan kişilerdir. bu akımda da yeni gerçekçilik gibi doğal ışık kullanılmış fakat anti stüdyo anlayışı yer bulamamıştır. başka filmlere göndermeler yapılmış, karmaşık kurgulu, çarpıcı geçişli, uyumsuz sahneli filmler yapılmıştır.

    bu akımı temsil eden belli başlı yönetmenler ve filmleri:
    l'année dernière à marienbad (geçen yıl marienbad’da) – alain resnais (1961)
    les quatre cents coups (400 darbe) – françois truffaut (1959)
    jean loc godard

    5- özgür sinema:
    1956’da lindsay anderson, karel reisz ve tony richardson tarafından yönlendirilen, anderson ve reisz’in editörü oldukları sequence dergisinde düşüncelerini yayımladıkları ingiliz belge hareketidir. politik atmosfere de yansıyan bu akım yeni solun başlamasıyla ticari ingiliz sinemasını da etkilemiştir. çalışan sınıfın problemleri ve sosyal içerikli konularıyla ingiliz sinema enstütüsü (bfiy) tarafından destek gören bu akımın yönetmenleri ilk yapıtları olarak belgesellerle başarı kazanmıştır. ardından konulu filmlere geçilmiştir.

    akımı temsil eden başlıca yönetmenler ve filmleri:
    this sporting life - lindsay anderson (1963)
    saturday nigth and sunday morning (cumartesi gecesi ve pazar sabahı) – karel reisz (1960)
    tony richardson

    6- yeni sinema :
    yeni sinema akımı 1960’larda brezilya’da yayılmaya başladı. amacı yabancı etkilerden uzak olarak kendi film kültürlerini oluşturmaktı. nelson pereira dos santos, glauber rocha ve ruy guerra gibi yönetmenlerin bayrak taşıyıcılığını yaptığı "yeni sinema" akımı, kendi ülkelerindeki ve dünyadaki sinema izleyicilerine, toplumsal adaletsizliğin egemen olduğu bir ülkenin gerçeklerini, bazen bir belgeselin gerçekliğiyle bazen de brezilya kültürünün izlerini taşıyan simgeleri kullanarak gözler önüne sermektedir. yeni sinema anlatımdaki özgürlük ve yapımdaki bağımsızlık açısından örnek gösterilebilecek bir akımdır. 1967 sonrasında dünyadaki gelişmeler, siyasal, sosyal ve ekonomik alandaki bunalımlar, yeni sinemacılara büyük bir darbe vurmuş ve toplumsal içerikli konulardan uzaklaşılarak renkli karnaval ve eğlence havalarına ilişik konular yer almaya başlamıştır. açlığın, tutkunun ve şiddetin sineması olan yeni sinema böylelikle gerçek amacından uzaklaşmıştır.

    bu akımın temsilcileri:
    terra em transe (kendinden geçmiş ülke) – glauber rocha (1967)
    antonio das mortes - glauber rocha (1969)
    cafajestes, os (arzu plajı) – ruy guerra (1962)

    7- deneysel sinema :
    sinemada alışılmışın dışında yenilikler deneyen film çeşididir. kantz ise deneysel sinema için özgün ve gelenekselden ayrı çalışmalar yapan kişileri kapsar demektedir. sabri kaliç ise her yenilik getirmiş film deneysel filmdir diye açıklar. deneysel sinema hakkında tanımlar birebir yapılanı açıklamaya yeterli olmadığı gibi; bu çalışmaları da adlandırırken bir karışıklık söz konusudur. deneysel sinemayı adlandırmak için; underground (yeraltı) sinema, avantgarde (öncü) sinema, independent (bağımsız) sinema ve expeirimental (deneysel) sinema gibi terimler kullanılmaktadır. deneysel filmleri tanımlamanın en iyi yolu onların "tanım kabul etmez "oldukları gerçeğini görmektir.

    deneysel sinema örnekleri:
    flicker (kırpışma) – tony conrad (1966)
    sleep (uyku) – andy warhol (1963)
    fievre – louis delluc (1921)
    un chien andolou (endülüs köpeği) – louis bunuel (1929)
    symphonie diagonale (çapraz senfoni) - viking eggeling (1924)