1. i

    hep yanıldı ve yenilgilere uğradı
    ama atıldı yine de serüvenlere
    vakti olmadı acıların hesabını tutmaya
    durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı.

    yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı
    - ki onlar daima birer yalnızdılar

    nerde doğmuştu ve ne zaman kopup
    gitmişti o kentten anımsamıyor artık
    hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala
    sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği
    gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine
    korkular geçiren o kız nerededir şimdi
    sensiz olursam yaşayamam diyen
    o liseli kız hangi kentte kaldı
    ve o sarışın
    o afeti devran bekler mi hala
    atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını

    üşüten bir acıydı belki her ayrılık
    her yolculuk yangınların başladığı yereydi
    ama vakti olmadı hesabını tutmaya
    aşkların, ayrılıkların ve acıların

    istese de kalamazdı vakti gelince
    geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda
    yürek burkulması ve hüzün ve keder
    aralıksız doldururdu acıların bohçasını
    dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği
    içinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi
    ay bile soğuktur o zaman
    bir buz parçasıdır
    çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara
    ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler

    biraz da serüvendi yaşamak
    belki yatkındı büyük yolculuklara
    ki serüvenler daima büyük aşklar
    ve büyük yolculuklarla başlar

    anıları aşkları ve bir kenti
    bırakıp gidebilirdi apansız
    apansız başlardı yolculuklar
    hangi saatinde olursa günün
    ve hep kar yağardı nedense
    durmadan kar yağardı yol boyunca
    ve nasılsa yok olup giderdi hüzün
    kent görünmez olunca arkada
    ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından
    ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun


    ne zaman yollara düşse biterdi acılar
    gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından
    kavaklarsa oynak bir çingene kızı
    her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları

    mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta
    güneşin batışını seyretmek ölümdür biraz
    ölümdür biraz hep aynı yatakta
    aynı kadınla sevişerek sabaha varmak
    kitapları hep aynı raflara sıralamak
    aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz
    soluk soluğa yaşamalı insan
    her sabah yeni bir şeyler görebilmeli
    ve cehenneme dönse de bir ömür
    mutlaka bir şeyler değişmeli her/gün

    ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı
    okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre
    ölüme ve aşka durmadan kement atan
    serüvenlerle geçsin yaşamak

    buz tutmuş bir dünya ortasında
    yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla
    önünde dağlar, uçurumlar
    sarsılan gök, yarılan toprak
    çelik uğultularla burgaçlanırken
    yaşamak işte öylesine kucaklardı onu
    ve her nasılsa keklik sekişli
    bir aşkın sevinci dolardı yüreğine
    çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa
    ne kalmışsa bir önceki serüvenden

    soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları
    bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde
    pervasız bir acemi, bir çılgın
    soyu tükenen bir bilgeydi belki de...

    o yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe
    avucundan dökülen kum taneleriydi her şey
    ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı
    ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında
    ölüm fermanları çıkartılan biriydi belki
    sevince deli gibi severdi
    pervasız severdi sevince
    dövüşmek ancak ona yakışırdı
    ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar
    yoktu bağlandığı herhangi bir şey
    bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından

    ne bilir ömrün değerini bir çılgın
    yalnızca kendini yaşamayı nereden bilebilir
    ve başarısız eylemler çağında o
    kaçabilir mi binlerce kez ölmekten

    yerleşik yargıları olmadı hiç
    kurmadı güzel gelecek düşleri
    nerede bir yangın, nerede tehlike
    o mutlaka oradaydı birdenbire
    dinsizdi, özgür sayılırdı belki
    ama bağlanmazdı özgürlüğe de
    hiçbir yerde yeterinden çok kalmadı
    beklemedi anılar sarnıcının dolmasını
    şikayetsiz yaşadı yaşadığı her günü
    yoktu yüreğinde pişmanlıkların izi

    ayrıntıların izi kalmamış artık
    üst üste yaşanmakta ayrılıklar
    ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir
    dağların, denizlerin üzerinden

    geride kalan ne varsa soluktur şimdi
    titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir
    o eski konaklar gibidir anılar
    gül bahçeleri, sessiz koru ve orman
    belki sağanak boşanır apansız
    yüzyıllık bir yağmur başlar
    ve sinsi bir hastalığa dönmeden alışkanlıklar
    yok olup gider her şey, belki kül olur

    hırçın bir okyanustur yürek
    dar gelir ufuk ve mutluluklar çevreni
    anılarsa birer çıban izidir
    yaşanmaz onların ölgün gölgesinde

    durgun bir su gibi aktı mı yaşamak
    ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi
    anısız kalınmıyor artık ne yapılsa
    kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü
    bekleyişleri kemiren çakal sesleri
    oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılık vakti
    ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın
    yollara düşülmeli habersiz ve sessiz
    çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri
    dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı


    bir ömrün olgunlaştıramayacağı
    acemilikler toplamı ve bir çılgın
    boyun eğmedi kendine bile
    seçme zorunda kalmadı yaşamayı

    nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana
    bağlanmadı kendine de ömür boyu
    dağlara tırmana atlar gibi
    soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı
    bir şahin gibi bulutlara kurdu
    dumanlı sevdaların yörük çadırını
    sıradan bir gezgin değildi hiç
    dövüşür gibi yaşadı yolculukları
    belki korkusuz sayılmazdı büsbütün
    korkardı korkulara düşmekten zaman zaman

    ve bütün gemileri yakıp
    yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla
    mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri
    umutlardansa nefret etti daima


    hep yanıldı ve yenilgilere uğradı
    ama atıldı yine de serüvenlere

    pervasız bir acemi
    soyu tükenen bir bilgeydi belki de

    ama bir şey vardı yine de
    başarısız ihtilallerden kendine kalan

    ii

    büyük aşklar yolculuklarla başlar
    ve serüvenciler düşer bu yollara ancak
    onlar ki dünyanın son umudu
    soyları tükenen birer çılgındırlar
    ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında
    ölümle alay ederler sanki
    nerde beklenirse ordaydılar
    bir kez bile gecikmediler ömür boyu
    neydi onları ordan oraya
    savurup duran şey
    onları daima yalnız kılan
    neydi bu yaşam denilen gürültüde
    her dilden bir adları vardı onların
    ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar
    sarışındılar belki de esmer
    yani birçok yüzün bileşkesi
    ne altın arayıcısıydılar
    ne de aylak bir gezgin
    vurulup düşseler de her kuşatmada
    serüvencidir onlar ve hiç ölmezler
    ki onlar hep yalnızdır ve her nasılsa
    bulurlar heder olmanın bir yolunu
    onlar ki bu dünyada
    kahraman olmaya mahkumdurlar
    sislenen anılar kaldı bize onlardan
    renkleri bozulup duran solgun anılar
    nasıl yazmalı ki silinip gitmesin
    bulutlar gibi çekilmesin gök boşluğuna
    bileği güçlü ve gözüpek avcılar mıydı
    onları kuşatıp yeryüzü cennetinden atan
    yoksa kendini tüketen hüzünler miydi
    vurulup düştükçe ışığını karartan
    o serüvenlerin günlüğü tutulmadı
    yazılmadı o insanların destan şiiri
    parça parça ettirilseler bir kartala
    (ki sanırım böyle oldu sonları)
    fışkırır yüreklerinden
    başarısız ihtilallerin yangınları


    -dünyanın cesur ulusları yoktu, cesur insanları vardı.
    onlar, aşkın ve hayatın havarileri, büyük serüvencilerdi.
    onlar, bu ihtiyar cadının maskesini parçalamak ve
    yeryüzü denilen cenneti bize sunmak istediler. bütün
    ömürleri bu kavgayla geçti. ne adları vardı onların, ne
    ulusları, ne dinleri ne de anıtları.

    ama biz onlar için ölüm fermanları hazırlayıp görkemli
    mangalar kurduk. savaşlar açtık peşpeşe. kentleri ele
    geçirip vahşi bir hayvan gibi avladık. nerde
    görülürse kurşuna dizdik ve süslü kemerler yaptık
    onların kafa derilerinden. biz cellattık ve tarih suratımıza
    tükürürken, bir kez bile bağışlanmayı istemedi onlar..

    derler ki, son büyük serüvenci yaralıdır hâlâ... -