• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.00)
the fountain - darren aronofsky
the fountain, üç farklı zamanda biriminde, bir adamın sevdiği kadını kurtarmak için başından geçen bin yıllık serüveni konu almaktadır. 15. yüzyılda ispanya'da yaşayan tomas ölümsüzlük verdiği sanılan efsanevi bir çeşmenin arayışına çıkar. günümüzde, tommy creo isimli bir bilim adamı, kanser olan eşi izzy'yi kurtarabilmek için umutsuzca bir tedavi yöntemi keşfetmeye çalışmaktadır. 25. yüzyılda, astronot olan tom ise uzaydaki gezintisi sırasında kendisini çok uzun sürelerdir rahatsız eden olayların arkasındaki gerçekleri keşfeder. bu üç adamın hikayesi tek ve ortak bir gerçeğe uzanmaktadır...


  1. reenkarnasyon, mistisizm, ezoterizm, sembolizm ve dünya mitolojileri. eğer bu kavramlardan biri veya birkaçı dikkatinizi çekiyorsa, alın izleyin. hugh jackman'ın ünlü olmaya yeni yeni başlamışken başrolünü oynadığı, çok da iyi iş çıkardığı film.
  2. aronofsky'nin açık ara en iyi filmidir kanaatimce. bu filmi beğenmeyeni anlarım. düşük puan vereni de anlarım herkes farklı bir beklentiyle izliyor filmi ve herkesin beğeni skalası farklı. fakat kötü film, peh bu ne ya felan diyenlerin bence izleme işini bırakması felan lazım. filmin bazı sahnelerinde görsel olarak orgazma ulaştım gözlerimden yaş felan geldi lan.
  3. kubo
  4. işin komik yani ben bu filmde anlatılan düşünceye katılmıyorum. yani doktorun düşünce yapısı bana daha uygun. ölüm bir hastalıktır ve çaresi bulunabilir.

    öte yandan kadının sözü aklıma gelince de hoca misali, sen de haklısın demiyor değilim, "sen öleceksin, ben öleceğim ve sonsuza kadar birlikte olacağız"

    o yüzden filmi sanki kendi zihnimde bir münazara yaşarmışcasına severek izledim.

    death is the road to awe ise dinlemesi ne hoş bir parçadır.
  5. dinlemeye korktuğunuz müzikler vardır. bu korku herhangi bir korkuya benzemez. hayatınızın zerafetini tecavüze uğratır resmen. insanın mükemmelliyetçiliğinden dolayı ölüm, acı, gerçeklik hissi gibi şeyler göz ardı edilir. ama dinlerken soundtrack albümünü, bu rüyanızdan kopuyorsunuz. bu filmin soundtrack albümünün etkisi bende bu. filmde de bu var. sadece müzikte değil...

    murat menteş, “korkma ben varım”da “kalbinizde olup da hiç kimseye anlatmayı başaramadığınız dile getirilmesi imkansız bir şey var ya -işte allah onu biliyor, üzülmeyin” der. amenna… peki o şey ne? islam’ın secdede, hristiyanlığın kilisede, buda’nın meditasyonda, dervişlerin yollarda, müptelanın kimyasallarda aradığı o büyük eksik ne? daha da önemlisi, hayatlarımızda tam anlamıyla “tam” olan şeyler var mı? aşkımız^:ah çağla ahh..^, sevgimiz, dostluklarımız, kanunlarımız, tabularımız, sınırlarımız, hazlarımız ve eşyalarımız; bütün bunlar asla tamamlanamayacak bir eksik için üretilmiş, biraz insan yapımı, biraz içgüdü eseri şeyler olmasın?

    kuantum fiziği. matematik bölümünde okumaktayım, fizik görüyoruz haliyle. ama mekanik kısmını.^:efendim bu kısımda vektörler vardır, çarpışmalar vardır, akışkanlar vardır...^ kuantuma göre esasında hiçbir şeye tam olarak dokunamıyoruz. dokunma hissi sırasında varlıklar, cisimler arasında gözle görülmez boşluklar oluşmakta. dokunuşlar tam değil yani. bir şiir, bir kitap sayısız başka esere ve fikre açılıyor ve asla bir "zirve anlam"a ulaşmıyor. hayır tam anlamıyla değil. anlamlar tam değil çünkü. varoluş farkı var.

    "yalanlar gerçeği haksız kılarmış..."

    burada öteki dünyaya çağrıda bulnumuyorum. öyle bir niyetim yok. demek istediğim şu: kuyruğunu kovalayan köpeğin çemberi gibi hayatlarımız. insanoğluun hayatta kalma ve hayatı anlamlandırma güdüsü yüzünden, birçok gerçek gibi ölümü de olumsuzladık. ne ölüm olumsuz, ne de hayat. aciz fikriyatlarla biz, ölümün olduğu yere bir soru işareti koyarak bu dünyayı bir cevap sanıyor. halbuki soru daha yeni başlıyor...

    düşünelim... anlamak mı önemli yoksa hissetmek mi? sözlerini bilmesen de kağıt kestiği gibi acıtan şarkılar, sonunu çözemesen de etkilediğin filmler, kaynağını bilmesen de çarpıldığın korkular varken anlamaktan bahsetmeyi, lütfen.

    the fountain'e gelirsek... işte bunları düşünmeme sebep oluyor... 2-3 gün önce izlemek istiyoruma almıştım. öncesinde soundtrack'i yaklaşık 1 aydır dinliyorum. ve sıcağısıcağına izledikten hemen sonra yazdım bunları. izleyin efendim. 10 üzerinden 9 verdim. bir puan ise, korkularımdan. çok garip, çok...
  6. film müzikleri mükemmel, ayrıca konusu ve kurgusu da gayet güzel. bazı bölümlerinde kafa karışıklığı yaşayabilirsiniz ama genel olarak bakıldığında izlenilmesi gereken bir film.
  7. darren aronofsky yönetmenliğindeki 2007 yapımı film. filmin tek kayda değer yanı başrolünde bulunan hugh jackman’ dır derdim. senaryo, kurgu ve diğer öğeler işin içine girmeseydi.. biraz da underrated bir film. cast seçimi,oyuncular, müzikleri, görüntü yönetmeni falan aşmıştır..

    konusu: 3 ayrı zaman diliminde geçen bir film olan ‘’the fountain’’ aşka dair, ölüme dair sonsuzluğun peşinde olan 3 erkeğin ayrı zaman dilimlerindeki hikayesi.
    birisi, ağaçlar üzerinde deneyler yapan bir araştırmacı, diğeri bir kapsül içinde içine çökmek üzere olan bir yıldıza doğru giden birisi, sonuncusu da esir kraliçeyi kurtarmak için hayat ağacını arayan biri.. bu üç erkeğin hikayesi bu amaç doğrultusunda kesişir..

    özet olarak film, içsel savaşlar, daha çok aşk-acı-ihtiras üçgeni içerisinde ilerleyen bir dramı anlatıyor..

    *

    mutsuzluğa tuz biber katan filmlerden..

    !---- spoiler ----!

    bütün bu yıllar, bütün bu anılar.. hepsi sendin.. beni ölüme çek..

    !---- spoiler ----!
  8. !---- spoiler ----!

    şimdi film hakkında genel anlamda çok birşey bilmesem de nörolojik bir hastalığı olan ve ömür süresi içinde durumunu iyileştirecek bir tedavi ummayan biri olarak beyin araştırmalı filmlere her zaman ilgiyle ve biraz da duygusallıkla bakıyorum. dahası burada sevdiği insanı ölümden kurtarabilecek bilgiyi bulmak iç,n donanımı olan bir adam durumu daha da trajikleştirmiş. bunu yaşayan doktorlar bilim insanları var mı bilmem ama varsa işkence budur herhalde derim. özellikle ölüm sahnesi ve ardından divitle kendini delip ağlama sahnesi iç acıtan cinstendi. abi bu adam da ne karanlık diye düşünürken biraz da requiem for a dream tecrübesiyle arnofsky beni ters köşeye yatırdı ölüm noktasından sonra adeta yeni bir film başlıyor. film bize özetle bu ikinci kısımda hepimiz değişmeyi dönüşmeyi kabul etmek zorundayız dahası belki de sevmeliyiz diyor. kapkara giden film neredeyse psikolojik açıdan terapatik etki yaratacak güzellikte şiir gibi bitiyor.öyle ki insanın ölesi geliyor. muhteşem müziklerinde hakkını vermeli tabi. izleyin, izlettirin.

    !---- spoiler ----!