1. murathan munganın her okunuşta hayatınıza ait başka bir şeylere rastlayabileceğiniz, altını çize çize okumak istediğiniz, belki de en başarılı şiiri.
    --

    ve bitti...

    sonra yalnız bir opera başladı

    ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
    yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
    oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
    ben sende bütün aşklarımı temize çektim.

    imrendiğin, öfkelendiğin
    kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
    yani yaşamışlık sandığın
    geçmişim
    dile dökülmeyenin tenhalığında
    kaçırılan bakışlarda
    gündeliğin başıboş ayrıntılarında
    zaman zaman geri tepip duruyordu.
    ve elbet üzerinde durulmuyordu.
    sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
    biraz daha fazla sevdiğim,
    biraz daha önem verdiğim.

    başlangıçta dogruydu belki.
    sıradan bir serüven,
    rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
    gün günden hayatıma yayılan,
    varlığımı ele geçiren,
    büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
    ve hala bilmiyordun sevgilim
    ben sende bütün aşklarımı temize çektim
    anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
    bütün kazananlar gibi
    terk ettin

    yaz başıydı gittiğinde,
    ardından,
    senin için üç lirik parça yazmaya karar vermistim.
    kimsesiz bir yazdı.
    yoktun.
    kimsesizdim.
    çıkılmış bir yolun ilk durağında
    bir mevsim
    bekledim durdum.
    çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.

    sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
    yüzündeki küskün kedere,
    gür kirpiklerinin altından kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
    çerçevesine sığmayan
    munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
    lirik sozcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
    yaz başıydı gittiğinde.
    sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti mayıs.
    seni bir şiire düşündükçe
    kanat gibi, tüy gibi,
    dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
    önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
    usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
    belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.

    yaz başıydı gittiğinde.
    bir aşkın ilk günleriydi daha.
    aşk mıydı, değil miydi?
    bunu o günler kim bilebilirdi?
    "eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen"
    notunu buldum kapımda.
    altına saat:16.00 diye yazmıştın,
    ve 16.04'tü onu bulduğumda.

    daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
    takvim tutmazlığını
    aramızda bir düşman gibi duran
    zaman'ı
    daha o gün anlamalıydım
    benim sana erken
    senin bana geç kaldığını

    gittin.
    koca bir yaz girdi aramıza.
    yaz ve getirdikleri.
    döndüğünde eksik,
    noksan bir şeyler başlamıştı.
    sanki yaz, birbirimizi
    görmediğimiz o üç ay,
    alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan,
    olmamıştı, eksik kalmıştı.

    kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
    adımlarımız tutuk,
    yüreğimiz çekingen,
    körler gibi tutunuyor,
    dilsizler gibi bakışıyorduk.
    sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.

    fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. zamanla
    gözlerimiz açıldı,
    dilimiz çözüldü
    güvenle ilerledik birbirimize.
    gittin.
    şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
    biliyorum
    ne sen dönebilirsin artık,
    ne de ben kapıyı açabilirim sana.

    şimdi biz neyiz biliyor musun?
    akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
    birbirine uzanamayan
    boşlukta iki yalnız yıldız gibi
    acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
    bir zaman sonra
    batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
    kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
    ne kalacak bizden?
    bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
    sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
    ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
    bizden diyorum, ikimizden
    ne kalacak?

    şimdi biz neyiz biliyor musun?
    yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. umut
    ve korkunun
    hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
    bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını
    bilmeyen
    çocuklar gibi
    ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
    her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz

    kış başlıyor sevgilim
    hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
    bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
    oysa yapacak ne çok şey vardı
    ve ne kadar az zaman
    kış başlıyor sevgilim
    iyi bak kendine
    gözlerindeki usul şefkati
    teslim etme kimseye, hiçbir şeye
    upuzun bir kış başlıyor sevgilim
    ayrılığımızın kışı başlıyor
    giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

    kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
    yazıya oturup
    sonu gelmeyen cümleler kurmak,
    camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...
    böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
    çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
    içimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
    para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
    bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
    çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar,
    eşyalar gözünüzün önünde durur
    birlikte yarattığınız alışkanlıklar
    korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
    cağrışımlarla ödeşemezsiniz

    dışarda hayat düşmandır size
    içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
    bir ayrılığın ilk günleridir daha
    her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta

    gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
    kulak verdiğiniz saat tiktakları
    kaplar tekin olmayan göğünüzü
    geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
    suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
    bakınıp dururken duvarlara

    boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak,
    eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasinda
    kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
    kendimizin içinden
    yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
    yeni bir iklime, yeni bir kente,
    bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
    başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye,
    ameliyata alınmaya kendimizi hazırlar gibi

    yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
    ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
    ve kazanmış görünürken derinliğimizi
    ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
    bir an'ın, yalnızca bir an'ın bütün bir hayatı kapladıgı anlar
    o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
    hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar

    denemeseniz de, bilirsiniz
    hiç yakın olmamışsınızdir intihara bu kadar

    bana zamandan söz ediyorlar
    gelip size zamandan söz ederler
    yaraları nasıl sardığından,
    ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
    zamanla ilgili
    bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
    hepsini bilirsiniz zaten,
    bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
    dahası onalar da bilirler.
    ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
    öyle düşünürler.
    bittiğine kendini inandirmak,
    ayrılığın gerçeğine katlanmak,
    sırtınızdaki hançeri çıkartmak,
    yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
    kolay değildir elbet.
    kolay değildir
    bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
    zaman alır.
    zaman,
    alır sizden bunların yükünü
    o boşluk dolar elbet,
    yaralar kabuk bağlar,
    sızılar diner, acılar dibe çöker.
    hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
    bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
    o boşluk doldu sanırsınız
    oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir

    gün gelir bir gün
    başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
    o eski ağrı
    ansızın geri teper.
    dilerim geri teper.
    yoksa gerçekten
    bitmişsinizdir.

    zamanla yerleşir yaşadıkların,
    yeniden konumlanır, çoğalır anlamları,
    önemi kavranır.
    bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey,
    çok sonra değerini kazanır.
    yokluğu derin
    ve sürekli bir sızı halini alır.
    oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
    mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
    her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır

    ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
    günlerin dökümünü yap
    benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
    kim bilebilir ikimizden başka?
    sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
    bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
    kendiliğindenliği
    yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
    bir düşün
    emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
    şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
    ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
    bunlar da bir işe yaramadıysa
    demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda

    bu şiire başladığımda nerde,
    şimdi nerdeyim?
    solgun yollardan geçtim.
    bakışımlı mevsimlerden
    ikindi yağmurlarını bekleyen
    yaz sonu hüzünlerinden
    gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
    geçti her çağın bitki örtüsünden
    oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
    bakarken dünyaya
    yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
    çiçek adlarını ezberlemekten geldim
    eski şarkıları,
    sarhoşların ve sucluların unuttuklarını hatırlamaktan
    uzun uzak yolları tarif etmekten
    haydutluktan ve melankoliden
    giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
    duyarlığın gece mekteplerinden geldim
    bütünlemeli çocuklarla geçti
    gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
    dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

    bu şiire başladığımda nerde,
    şimdi nerdeyim?
    yaram vardı. bir de sözcükler
    sonra vaat edilmiş topraklar gibi
    sayfalar ve günler
    ışık istiyordu yalnızlığım
    kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
    ilerledikçe...kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
    aşk ve acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
    daha şiir bitmeden.
    karardı dizeler.
    ask...bitti. soldu siir.
    büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden

    daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
    ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
    aşk yalnız bir operadır, biliyordum: operada bir gece
    uyudum, hiç uyanmadım.
    barbarların seyrettiği tarapezlerden geçtim
    her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
    el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
    birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
    eksiliyorduk
    mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
    her otelde biraz eksilip, biraz artarak
    yani coğalarak
    tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
    birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
    ağır ve acı tanıklıklardan
    geçerek geldim. terli ve kirliydim.
    sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
    maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
    linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
    korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
    ve açık hayatları seviyordu.
    buraya gelirken
    uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
    atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
    ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
    çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
    panayır yerleri...panayır yerleri...
    ölü kelebekler...ölü kelebekler...
    sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
    adım onların adının yanına yazılmasın diye
    acı çekecek yerlerimi yok etmeden
    acıyla baş etmeyi öğrendim.
    yoksa bu kadar konuşabilir miydim?

    ipek yollarında kuzey yıldızı
    aşkın kuzey yıldızı
    sanırsın durduğun yerde
    ya da yol üstündedir
    oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
    ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
    ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı

    aşkın bir yolu vardır
    her yaşta başka türlü geçilen
    aşkın bir yolu vardır
    her yaşta biraz gecikilen
    gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
    gözlerim
    aşkın kuzey yıldızıdır bu
    yazları daha iyi görülen
    ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
    ilerlerim
    zamanla anlarsın bu bir yanılsama
    ölü şairlerin imgelerinden kalma
    sen de değilsin. o da değil
    kuzey yıldızı daha uzakta
    yeniden yollara düşerler
    düşerim
    bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
    ben yoluma devam ederim. bitmemiş bir şiirin ortasında
    darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
    yaşamsa yerli yerinde
    yerli yerinde her şey

    şimdi her şey doludizgin ve çoğul
    şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
    şimdi her şey yeniden
    yüreğim, o eski aşk kalesi
    yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden

    dönüp ardıma bakıyorum
    yoksun sen
    ey sanat! her şeyi hayata dönüştüren
  2. o kadar güzel yazılmış o kadar güzel tarif edilmiş bazı şeyler, insanın benzer şeyler yaşamasa bile iç çekesi geliyor.