• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.50)
yetersiz bakiye - karin karakaşlı
"ah be sabiha… böyle yazasım varmış sana. mekânındayım, göğün ve yerin ortasında. adınla bilinen şu havaalanında. (…) işte karşımda duruyorsun. siyah beyaz ölümsüzlüğünün içinde, en ışıltılı halinle duruyorsun hem de. ölümlüler acıların çizgileriyle kaplanırken sen inadına parlıyorsun. başında beyaz pilot kasketin, yüzünde o ışıklı gülümseyiş. genç, güzel bir kadın olarak duruyorsun karşımda. derken elinde, boyuna yakın bombayla görüyorum seni. fransa yapımı hafif bombardıman uçağı breguet 19'muş tayyaren. onun önünde, sevdiğin birine sarılır gibi poz vermişin bombayla."


  1. bugüne kadar yazdıklarıyla gerek insanlar gerekse ülkeler, toplumlar arasına çekilen sınırların en netameli bölgelerinde cesurca gezinen karin karakaşlı, yetersiz bakiye'de 2002 ile 2014 yılları arasında yazdığı on iki öyküyü bir araya getiriyor. aşk ve erk mücadelelerinden kitlesel cinayetlere, ruhsuzlaştırılan kentlerden yok edilen toplumsal değerlere geniş bir güzergâhta yol alırken kendi elleriyle, bile isteye küçülttüğü dünyasına sıkışan insanlığın dramını anlatıyor. yetersiz bakiye, kimlikleri sınırlayan çizgilerin, farklı açılardan bakıldığında bazen ne kadar zavallıca görünebildiğini fark ettiren bir eser. başkası olmanın, başka dillerden şarkı söyleyebilmenin, başkasının sesine ses olabilmenin hikâyelerini anlatıyor. karakaşlı, yazdıklarıyla öykünün sınırları dahilinde insanlığın sınırlarını tekrar tarıyor.
  2. "günlerin adı yok, birbiri ardına sıralanışı yok. sanki hep tek bir gün yaşanan, hep aynı bomboş dolulukla. çünkü hayat durmaz, insanoğlunun içindeki saatin o anda donmuş olması bu hayatı bağlamaz. bütün diğer saatler ilerlemeye devam ediyorsa senin zamanın arızalıdır. arıza ise makbul bir şey değildir. tercihen onu kendi içine yaşar ve hissettirmezsin dünyaya."
  3. bu kitabın hissettirdikleri ve düşündürdükleriyle ilgili bir şeyler yazmıştım, buyrunuz:


    (yetersiz bakiye kitabını yazdığı için, beni alıp başka bir yere götürdüğü için, uzun zamandır düşünmediğim konular hakkında düşünmeme aracı olduğu için, kâh ağlatıp kâh güldürdüğü için, acıları kadar mutluluklarına da ortak ettiğine inandığım için, umutsuz gibi görünen durumlarda bile umuda yer verdiği için karin karakaşlı’ya sevgi ve saygıyla…)


    bir kitap için anlatı

    istanbul’un bin bir türlü hâli vardır. bu bin bir türlü hâle bin bir farklı öykü yazılmış, türkü yakılmış, şiir dizilmiş, şarkı söylenmiştir… buraya gelen, buradan geçen, burayı gören insanların her biri şehrin kendilerine sunduğu güzelliklere hayran bakarken bu şarkıları, şiirleri, türküleri, öyküleri duyar içinde. ve, hiç kuşkusuz, kendi de henüz söylenmemiş bir şey aramaya başlar bu şehir üstüne…

    istanbul’da medeniyetler kurulmuş ve yıkılmıştır. bundandır ki birçok kültürü barındırır içinde. başınızı nereye çevirseniz bir tarih, bir anı, bir öykü görürsünüz. biraz daha yakından bakarsanız kendinizi buraya ait hissetmeniz kaçınılmazdır. her gün, her an farkına varmasanız da güzelliklerle doludur istanbul. başka yerde olmayan bir havası vardır ve bir kez kalmaya karar verdiniz mi vazgeçmeniz zor olur.

    bu şehir yaklaşık yirmi milyon insanı barındırır içinde. barındırır ama kucaklamaz kimseyi, bağrına basmaz. istanbul’a sığınılmaz. istanbul’da çare aranır, en son çare… tam da bu nedenle pek çok farklı yerden gelmiş insan bulunur istanbul’da. ten rengi farklı, dili farklı, beklentileri farklı, arayışları farklı insanlar son bir umut gelirler buraya. aradıklarını bulurlar mı bilinmez, çünkü geldikleri andan itibaren bambaşka bir gerçeklikle karşılaşırlar. çünkü burası kavganın şehridir. bütün günler ve geceler mücadeledir istanbul’da, yaşam mücadelesi. istanbul’da bir insan akşam evine sağ salim varabiliyorsa kendini şanslı hisseder, hele bir de gün boyu bir sorun yaşamamışsa (trafik, kalabalık ve bunun getirisi olan “rutin” sorunlardan söz etmiyorum elbette) ondan iyisi yoktur.

    istanbul’da gemini yüzdürmenin, parsayı toplamanın, voliyi vurmanın da bin bir türlü yolu vardır elbet. fakat istanbul’da yaşayan milyonların büyük çoğunluğu bu “şanslı azınlık” içinde yer almaz. istanbul, daha ziyade, şanssız azınlıkların toplandığı bir şehirdir. bir araya gelip ayaklarını yere vursalar ülkenin tamamını yerinden oynatabilecek bu şanssız azınlıklar, kendi içlerinde, kendi dertleriyle, bu şehrin getirdikleri ve götürdükleriyle kavga ederek yaşamlarını sürdürürler…

    istanbul’da dilencilerin yüzüne bile bakmadan, açılmış avuçlarına birkaç kuruş para bırakılıp geçilir. böylece kendini şanslı, güçlü, hayırsever hisseden insanlar, yüzlerinde “bugün de bir iyilik yaptım” diyen hoşnut bir gülümsemeyle girerler sıcak evlerine. avuçlarına para bıraktıkları insanın bir evinin olup olmadığınıysa düşünmezler. düşünseler bile bir evi olmayan insanlar için ne yapabileceklerini bilemezler, hem bu kendilerinin çözebilecekleri bir sorun değildir zaten. onlar ellerinden geleni yapmışlardır, yüzlerine bile bakmadıkları insanların avuçlarına, ihtiyaçları olmayan bir miktar parayı bırakmışlardır…

    evet, istanbul’da yüzüne bile bakılmayan, sokaklarda yaşayan, kim olduklarını umursamayan insanların avuçlarına bırakacakları birkaç kuruşa muhtaç kimseler vardır. ve o kadar çokturlar ki bazı iyi insanlar evlerine gitmekten utanırlar bu yüzden. o iyi insanlar sokaklarda kalanların, hakları yenenlerin, ikinci sınıf insan muamelesi görenlerin, türlü türlü ayrımcılığa maruz kalanların, ötekileştirilenlerin, çalıştıkları yerlerde ölenlerin, sokaklarda öldürülenlerin sesi olmaya çalışırlar. bazıları bunu başarır da. fakat hiçbiri bu yaptıkları için ödüllendirilmez!

    istanbul’da kadınlar vardır, duyarlı kadınlar. insan sevgisiyle dolu kadınlar. bütün yaşamları mücadeleyle geçmesine rağmen insanlardan, insanlıktan umudunu kesmeyen kadınlar. yalnızca insanları değil, nesneleri bile anlamlandıran kadınlar. gelecek güzel günlere inanan, belki sadece bunun için yaşayan kadınlar… acının en derinini yaşamıştır bu kadınlar çoğu zaman. işte bu yüzden içlerindeki umut tükenmez. pek çoğumuzun yaşadığından daha derinden hissederler bazı şeyleri. bunu seçtikleri sözcüklerden anlarsınız. bu kadınlar her an, her yerde karşınıza çıkabilir istanbul’da. benim karşıma bir kitapta çıktığı gibi…

    bu şehirde bazı kitapları okurken çok ağlarsınız. sizin yaşamadığınız ama içinizde bir yerlerde üzüntüsünü hep duyduğunuz bir takım gerçekleri yüzünüze çarpar bazı öyküler. istanbul’da pek çok şey için ikinci, hatta üçüncü bir yol bulunur. fakat istanbul’un bile önüne geçemeyeceği şeyler vardır, ölüm gibi. bazı ölümlerin önüne geçebilmek istersiniz. bir öykü okuyup içinizde o acıyı hissettiğinizde ölüme de çare bulabilmeyi dilersiniz. yazık ki sadece dilemekle hiçbir şey gerçek olmaz, bilirsiniz…

    ölümün, acının, kıyımların, yıkımların, yok olmaların, dibe vurmaların, yalnız kalmaların arasında bile umut bulursunuz istanbul’da okuduğunuz bazı kitaplarda. yüreğiniz kan ağlamışken sayfayı çevirirsiniz ve gözlerinizin içi gülmeye başlar. içinizde aşk uyanır, bir ümit yeşerir, bahar kokuları duyar gibi olursunuz, derken yine gözleriniz dolar… çünkü bu şehirde umut ve umutsuzluk, sevgi ve yalnızlık, kavga ve tepkisizlik, direnme ve çaresizlik, ölüm ve yaşam iç içe geçmiştir.

    istanbul’da bir kitap okumak hayatınızı değiştirebilir. bir kitap okuyup bugüne kadar düşünmediğiniz konularda günlerce düşünebilirsiniz. bu kitabı istanbul’un farklı yerlerinde tekrar okumayı kurabilirsiniz. bir kitabın hissettirdiklerini, düşündürdüklerini anlatmak için bir kitap olabilecek kadar uzun cümleler kurmak isteyebilirsiniz. çünkü istanbul’da yaşıyorsanız aslında düşünmek için bile vaktiniz yoktur çoğu zaman. yalnızca bunu sağladığı için bile şükran duyarsınız bazı şeylere… ve umut etmeye devam edersiniz…