1. ey kalp!
    gece olsun,
    vehmi ve cinneti emziren-avcundadır
    çocuğun ve delinin,
    allahın eli-
    layemut gece – gezginin saatidir ki
    titreyen kandilin nurunda
    arar kendi yazısız taşını
    her mezarlıkta

    derunumda
    ağır ağır kurudu kırmızı zakkum,
    karardı sebilin mermeri
    ve gizlendi bu belleksiz zamandan
    sönen bir yangın gibi
    kûfi.

    ezelden beri mi göçüyorum ben?
    her hayal
    döner kalbe
    ve vurur bir eski
    saatin sesiyle:
    -bana gel.

    kimdir ki o ben,

    mevsim

    bir yaprak ırmağı gibi
    akıp gider içinden

    ey gözüne tuzla sürme çeken şıblî !

    başka dudaklar da var
    zikrla tara olan.
    iblis
    ve iğva beni uyutmayan

    ürktüm bu yüzlerden -bu kadın yüzleri
    ki güzellik
    saptırır imanı

    -örtünmelidir-

    mangalın korunu avcuna koy da

    hatırla: nasıl unutmuştu 20 yıl kur’an’ı

    ibnü’l cella

    yine de

    tene yöneldim. püsküren
    bir yanardağ gibi
    lav akıttım her yanımdan

    öleyim diye isteğimden önce

    seyret beni adem,
    seyret beni doktor!

    her göz başka bir hayatın vampiri

    yaşım 27 -insan

    kökü çürümüş çınar gibi

    apansız ihtiyarlar-

    azaltmıyor, azaltmıyor

    müezzinin sesi

    göğsümdeki kederi

    veronal ve lüminal. naylon
    ve plastik

    kent ve çöl

    dün geceydi yandım

    “yaşayan sağlam delile
    dayanarak yaşasın”
    diyen ayetle

    ey rab
    çürük benim delilim
    nereye ait ki
    bu hicranlı suret?
    bu gözler
    çoktan kesti dünyayla o karanlık
    sohbetini.

    satranç ve dil
    yeniktir ezelden

    bakıyorum pencereden
    sırtımda patiska bir gömlek
    ve avcumda
    allahın eli,
    yerin en dibine

    “yalnız hüznü vardır
    kalbi olanın”*

    intiharla bir söyleşi
    bu kitap.

    edemediğim
    ve edebileceğim
    intiharlarla.

    her insan
    aklında en az bir kez
    öldürür kendini.
    çünkü biliniyor artık;
    tek içgüdü değil
    yaşam içgüdüsü.

    sözcükleri seçen kişi,
    zamanı sorgular durmadan
    ve bu güncel zorunluluk,
    isteyelim istemeyelim;
    tarihsel bir an’da
    ontolojik bir sorun olarak da
    belirir.

    galiba şu
    intiharın kökenindeki soru:

    onaylıyor muyum?
    buradan bakıldığında,
    bir “öteye geçiş“
    sorunu değildir intihar.
    tam tersine:
    bir “burada oluş“ sorunudur.
    sartre’ı anımsayalım: “intihar
    bir başka yoludur
    dünyada varolmanın.“

    camus’den yüzyıl önce
    novalis yazmıştı:
    “intihardır
    tek felsefe sorunu.“

    bu yüzden
    yaşamın da
    sorunudur.

    yaklaşık olarak
    “her yerdedir yaşam“
    diyor seneca.
    ama bu yaklaşım,
    dünyasının “aydınlık”tan
    görünüşünü yansıtıyor;
    gelgelelim
    bir de “karanlık” yan var
    tarihin içinde işleyen.

    bu ikilemi
    şöyle dillendiriyor
    sergei moscovici:
    “ölüme hayır demek yetmez
    yaşama evet demek gerekir.“

    “evet“i söylerken
    kekeleyen,
    adayıdır ölümün.

    ve insan
    en beklenmedik anda
    en umulmadık anda
    kekeleyebilir.

    yesenin’i onaylamayan,
    “bu hayatta ölmek
    kolay iş,
    yeni bir hayata başlamak
    güç olan“
    diye yazan mayakovski,
    yine de öldürdü kendini.

    benzer bir yazgıyı
    paylaştılar gencecik can iren’le
    60’ını geçen rasih güran.

    yanlış’la doğru’nun
    sallantılı olduğu bir zemin bu.

    kesin olan şu:
    kur’an’ın da incil’in de
    kovulmuşu’dur müntehir.
    büyük yetke’nin amansız
    muhalifi’dir de ondan.

    bir de şu:
    umut besleme olanağı
    kalmamışsa, yaşamın
    anlamı da kalmaz. eğer
    verdiğimizin dışında
    verebildiğimizin dışında
    bir anlamı varsa.

    bu kitabın adını andığı,
    ölümlerini bir bir
    denemeye çalıştığı 12 insan,
    korkak oldukları kadar cesur
    umutsuz oldukları kadar
    umutluydular.
    yaşamlarından da
    ölümlerinden de çıkaracağımız
    dersler, unutulur gibi değil.
    yapıtları ise içlerinde
    kendi suretlerimizin yansıdığı
    kristal aynalardır

    edemediğimiz
    ve edebileceğimiz
    tüm intiharlar
    ateşten gözleriyle bakıyorlar

    yolun üstündeki
    bir semender gibi

    yol üstündeki semender, ahmet oktay,ada yayınları, ekim 1987


    ekleme:
    *"yalnız hüznü vardır kalbi olanın
    hüzün öylece orta yerdedir
    tuhaf bir yarma yaşanıyordur
    çepçevre şeytan kilitleri"
    (bkz: ilhami çiçek)