• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (9.00)
Yazar john fante
1933 berbat bir yıldı - john fante
''yüce tanrım bana yardım et! ve açtım adımlarımı, düşüncelerim de peşimden geliyorlardı, koşmaya başladım, donmuş ayaklarım fareler gibi cıyaklıyorlardı; koşmanın da yararı olmadı, düşünceler bırakmıyordu peşimi. ama koşarken kol, o canım sol kol duruma hakim oldu ve bana usunca seslendi; sakin ol evlat, yalnızlık bu, bir başınasın dünyada; ne baban, ne annen, ne inancın yardım edebilir sana; kimse kimseye yardım edemez, sadece sen yardım edebilirsin kendine, ben de bu yüzden buradayım, çünkü biz birbirimizden ayrılamayız, birlikte her şeyin üstesinden geliriz.''


  1. toza sor' un ön sözünden öğrendiğimiz üzere bukowski' nin tanrım dediği bir yazar fante. kendisinin en meşhur kitabı da toza sor. toza sor' u bitirdiğimde bir daha fante okuyacağımı düşünmemiştim kitabı sevmediğimden değil, aksine bence harika bir kitaptı ama fante' nin öyle uzun uzadıya okunacak, çok zaman harcanacak bir yazar olmadığını düşünüyordum, özellikle geride okumadığım ancak okunması gereken binlerce kitap olduğunu bilirken. fante okumak çok keyifli ancak kitap okumadaki birinci önceliğim kitaptan keyif almak olmadığı için böyle düşünmüştüm. sonra bir şekilde fante' yi tekrar okumam gerekti. buraları sizi çok ilgilendirmediğinden kitaba geçiyorum;

    1929 yılında başlayıp da 1930' lar boyunca devam eden büyük buhran ismiyle anılan amerikan ekonomik krizi döneminde duvar ustası ve bilardo tutkunu bir babanın oğlunun ağzından anlatılan bir hikaye söz konusu. oldukça fakir bir aile; evine pek bağlı olmayan bir baba, kitap boyunca pek de yakından tanıma fırsatı bulamadığımız birkaç kardeş, evlendiği günden beri mutlu olmamasına rağmen ailesine sırtını hiç dönmeyen bir anne, huysuz bir babaanne ve bir de çok iyi bir beysbol atıcısı olma hayali kuran kahramanımız.
    fante' nin üslubu belli. gerçi çeviride bu ne kadar bize hissettirilebiliyor, ne kadar aldatılıyoruz bilmiyorum zira bukowski, fante ve yine bir avi pardo çevirisi olan ''bana hayatı yaşanılır kılan bazı şeyler'' kitabından hep aynı tadı aldım ben. bu çok iyi değil benim açımdan. üç farklı yazardan neredeyse aynı tadı alıyorsam bu o yazarlardan daha çok çevirmenin üslubunun kitaba hakim olduğunu gösterir bana göre. bazı yazım yanlışları dışında avi pardo çevirilerini hep çok sevdim ancak kitaplarla haşır neşir oldukça bir kitabı orijinal dilinden okuyamamanın ne kadar kötü bir şey olduğunu daha iyi anlıyorum. bukowski, fante ve bu tarz diğer yazarların kitapları çok kolay okunan, kolay anlaşılan, dolayısıyla da okuyan herkesçe -ahlaki yönden kitapla çatışmadıkları sürece- genelde sevilen kitaplardır. hikaye, fazla dramatize edilmeden 17 yaşında bir gencin macerasını anlatılmasından ibaret. ne kadarı otobiyografiktir bilmiyorum. buraya kadar okunsa da okunmasa da olur diyebileceğim bu hikayeyi benim için çok çekici hale getiren, bana diğer fante kitaplarını da mutlaka okumalıyım dedirten kısıma geldik şimdi; gencimiz aşık oluyor ve bu aşkı öyle bir anlatıyor ki adamın aşık oluşuna aşık oldum desem yeridir. sırf bu pasajlar için fazladan bir not verdim kitaba kendi gönül karnemde. beş bölümden oluşan kitabın 2. bölümünün ortalarında başlayıp 3. bölümün sonuna kadar devam ediyor bu aşık olunan kızla ilgili kısımlar. yani ikinci bölümün bir kısmında kızdan bahsediliyor ama üçüncü bölüm neredeyse tamamen kız ile ilgili. işte ben buralarda kitabı elimden bırakamadım. yanlış bir izlenim de yaratmak istemem; pek çok insanın çok sevdiği benimse çok sıkıcı bulduğum raif efendi' nin(kürk mantolu madonna) aşkı gibi bir aşk değil bu. çok ergence, çok hayalperest, çok samimi, çok doğal, çok kışkırtıcı... sertleşmesi, kızı arzulaması, güzelliği karşısında duyduğu heyecan ve hayranlık, kızın karşısındaki öz güvensizliği... hepimizin başından geçen benzeri durumları hiçbirimiz, bırakın başkalarını, kendimize bile bu kadar güzel anlatamamışızdır eminim. işte kitap bu bölümüyle beni tavladı. bunun dışında zaten başta da dediğim gibi kolay okunan, akıp giden bir kitaptı zaten, bir de böyle bir bölümle beni yakalayınca ister istemez çok sevdim kitabı, o kadar övülecek, üzerinde durulacak bir kitap olmadığından emin olmama rağmen üstelik.
    daha önce söylediğim gibi okuduğum yazarlar -bu tarz- içerisinde fante ve salinger yerli yabancı tüm benzerlerinin çok önündeler. bu adamların ergen karakterlerine ya da karakterlerinin ergen tavırlarına gerçekten bayılıyorum. kendileriyle çok daha önce tanışıp 17 18 yaşımdayken bu adamların karakterlerinin kötü bir kopyası olabilmeyi çok isterdim. gerçi belki hala çok geç değildir, kim bilir...

    !---- spoiler ----!

    amerika' ya gelmek istememiş, ama babam ona başka seçim bırakmamıştı. yoksulluk abruzzi' de de vardı, ama elden ele geçirilen ekmek gibi paylaşılan tatlı bir yoksulluktu oradaki. ölüm de paylaşılırdı, elem de, mutluluk da; tek bir insan gibiydi torricella peligna kasabası. babaannem bedenden kopmuş bir parmak gibiydi ve bu yeni dünyadaki hiçbir şey yalnızlığını dindiremezdi. (sf: 14,15 - parantez yay. - 2. baskı)

    karanlıkta iki farklı dünyada yan yana yatarken hayal ettim onları, aynı yemliği paylaşan horozla tavuk misali. karı ve koca, yan yana, çukurlaşmış şiltede oluşmuş iki yuvada; ama ölü bir evlilikten arta kalanla ayrık. (sf: 28 - parantez yay. - 2. baskı)

    başımı kaldırıp baktım. gördüğüme benzer bir şey görmemiştim o güne kadar. o kıç, altın renginde iki yuvarlak ekmek somunu, aralarında da nefes kesici bir yarık ve çalıyı andıran kıllar.
    hayatım boyunca oranın can sıkıcı iticiliğinden şikayet edip kafa patlatmıştım, çünkü o güne kadar annemin teyzelerimin eteklerinin altından görmüşlüğüm vardı sadece; fare yuvası kadar şaşırtıcı, elektrik süpürgesinin topladığı toz tabakası kadar kasvet verici, iğrenç ama gerekli, her erkeğin bir gün yüzleşmesi kaçınılmaz olan şey. tevekkeli değil saklıyorlardı kadınlar. tevekkeli değil ona bakmak, onu arzulamak günahtı; hele evli değilsen girmek günahların en büyüğüydü (sf: 40 - parantez yay. - 2. baskı)

    sonra mutfağa girdim. dorothy yumurtaları kırıp bir çanağın içine boşaltıyordu. beyzi şeylerin beyaz parmaklarının arasından kırılışını, sarılarının çanağa dökülüşünü seyretmek bile içimde küçük patlamalar yarattı. bir çatal alıp yumurtaları çırptı, çanağın içi saçının sarısına dönüştü ve baldırlarım titredi. karışıma biraz krema kattı, kremanın o ipek gibi akışı beni bitirdi. ''dorothy parrish seni seviyorum,'' demek geldi içimde; onu kollarıma almak, yumurta çanağını havaya kaldırıp başlarımızdan aşağı dökmek; kırmızı fayansların üzerinde, o sarı aşkın içinde iki yılan gibi yuvarlanmak, kıvrılmak, sürünmek. (sf: 71 - parantez yay. - 2. baskı)

    uzun boynuna baktım, sarı saçlarına, endamına; ve ağlamaya başladım, çünkü dorothy parrish hiçbir zaman benim olmayacaktı, kökleri torricella peligna' ya uzanan hiç kimse doroth parrish gibi bir kıza sahip olamazdı, bin yıl geçse de; dünyada bir başka erkek olduğu sürece asla. (sf: 76 - parantez yay. - 2. baskı)

    !---- spoiler ----!