• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (7.50)
20,000 days on earth - iain forsyth, jane pollard
20.000 gün yaşayan biri kaç yaşındadır? görsel sanatçılar iain forsyth ve jane pollard, çektikleri bu ilk uzun metrajlı filmde kurmacayla gerçekliği birleştirerek uluslararası kültür ikonu, müzisyen ve senarist, bu dünyaya gelmiş en ilginç sanatçılardan nick cave’in 24 saatini anlatıyorlar. nick cave’in hem konu hem de başrol olduğu film, sanatsal yaratım sürecine mahrem bir bakış atarken aynı zamanda bu dünyada yaşadığımız süreyi iyi kullanıp kullanmadığımızı sorgulamamızı da istiyor. sinemalar.com


  1. nick cave'e olan hayranlığımdan dolayı büyük bir beklentiyle, izlemek için heyecanlandığım film / belgesel arasında kalmış yapımdır.

    kişisel beklentilerim doğrultusunda, izlerken eksikliğini dolduramadığım duygularım olmuştur:

    !---- spoiler ----!

    nick cave'in ikili diyaloglar ile aktardığı anıları, kafamda resmetmeye çalışırken bir rüya alemine sürüklendim. filmin bu görselleştirmeyi izleyiciye bırakması, filmi bırakıp bu hayallerin peşinde koşmayı beraberinde getirdi, yer yer göz kapaklarım ağırlaştı. arada geçen replikler, karanlık sokakta dolmuş beklerken, ayın, yıldızların, kent ışıklarının gök yüzünde çizdiği resimlerin seni içine almasıyla, tabelalarını okuyamadan önünden bir bir geçen araçların ardından "acaba benim dolmuş muydu?" endişesi ile atmosferin tadını çıkarma arasında kalmışlık gibiydi. ilk 45 - 60 dakika bu gel-gitle geçti. biraz kızdım filme. keşke dedim şu anıları bana iyi bir görüntü yönetimiyle canlandırıp, masalsı bir dille görsel olarak da anlatsaydınız. filmden çok kitap okumak gibi geldi, ama kitabı biri yumuşak bir sesle "uysun da büyüsün" huzurunda okuyordu sanki.

    beni sürükleyen anılar:

    >> beyaz gömlekli kadın: nick cave'in tariflerken ki el hareketleri, kadını iri göğüslü hayal etmeme sebep oldu.^: yok o kadar büyük meme hastası değilim^
    >> piyanoya sakızı yapıştırması: kameranın gerilerden salonun coşkusunu vere vere sahneye doğru gelişini, puslu ve kaotik bir ortamda kadının piyano başına oturuşunu, suratında özgüveni, kibri ve cool tavırlarını izlemek isterdim.
    >> kız kıyafetleri giymesi: ergen nick'in uzun saçları ve beyaz suratıyla kız kıyafetleri içinde, evin ana kapısından bahçeye çıkarken libidosunu, arkasından izleyen annesinin gözlerindeki endişeyi...
    >> babasının nick'e "lolita"yı okuması: çocukluğumda eksik olan ve belki sadece kendi çocuğum olduğunda doldurabileceğim bir duyguyu bana yaşatmalarını isterdim.

    son yarım saat ise konser ve kayıt sahnelerinin gelmesiyle oldukça heyecanlı geçti. konserlerde seyirciyle olan etkileşimleri, şarkıları yazarken hissettiklerini, düşündüklerini betimlemesi, yerde oturup sırtlarını duvara dayanık müzik yapışları etkileyiciydi. bir konser sahnesinde "stagger lee" dediği an videoyu durdurdum, sesi ve bası sonuna kadar kökledim, heyecanla ekolu ekolu "ıt was back in 32 when times were hard" beklerken, evet daha beklerken sahnenin sona ermesiyle götümde yine büyük bir bomba patladı. keza aynı bomba, bari birazcık kylie ile "where the wild roses grow" olsa umuduyla bir kez daha patladı.

    öyle ki brgihton manzarasının eşlik ettiği sonda, müziğin aniden durması dalgaların sesini duymak, film boyunca betimlediği kenti hissetmek amacıyla yine ses sistemini kökledim, yine bir duygu alamadım. :(

    filmde nadir güldüğüm yerlerden biri, kontağı açında pop - nan nan na, nan nan na na - çalan radyoyu iğrenti bir surat ifadesiyle saniyesinde kapatıp, müziği gömmesi olmuştur.

    !---- spoiler ----!

    film beni üzmüştür. bana hiç iyi davranmamıştır.
  2. nick cave'in hayatından kesitler sunan belgesel.