1. gölgesine sığınabildiğimiz bir ağaç. sanki başımıza bir iş gelirse sahip çıkmak için var gibiler.
    abi
  2. b-612
  3. sağlıklı olmak tüm organların sessizlik içinde çalışmasıdır, denir. bir organ hastalandığında onun farkına varırsınız. aile de böyledir işte. bir sorun yaşayana kadar ailede işlerin nasıl yürüdüğü ile ilgili kafa yormazsınız. ailenin sizin için ne ifade ettiğini sorgulamazsınız. bazen bunu ortaya çıkacak olanlardan hoşlanmayacağımızı hissettiğimiz için, bilinçli olarak, yapmayız. bazen önemsemediğimiz için, bazen düşünecek bir ailemiz olmadığı için yapmayız. ancak çok yoğun hissettiğim tek bir şey var aile mefhumu hakkında: bağlılık. bu coğrafyanın insanları olarak bizler; sahte mutluluklar, üzüntüler sergileyeceğimizi bilsek de asla aileden kopmayı göze almıyoruz. bu bizim için seçenekler listesinde bile yer almıyor. birbirlerimizin hayatlarını çok derinden etkilemesine izin veriyoruz. ailenin tanımı insan için günlük ruh haline, isteklerine, çıkarlarına bağlı olarak değişmiyor olmalı. işte o zaman sevgi ya da nefret gerçek olur.
  4. varlığının son bulmasının çok sürmeyeceğini öngördüğüm en küçük topluluk birimi.
  5. aile konusunda batıyla tam zıttız.onlar çocuk yetiştirirken 18 yaşına kadar sıkarken ondan sonra çocuğu serbest bırakır bizde ise 18 e kadar boş bırakıp ondan sonra sıkılmaya başlanır ki bu duru çoğu zaman aile içi çatışmalara yol açar
  6. aile kavramı tarihsel süreç içerisinde değişmelere uğramıştır.sanayi devrimi öncesindeki geleneksel toplumlarda ailelere baktığımız zaman bunların genel olarak kabile şeklinde olduğunu söyleyebiliriz,yine bu ailelerdeki her bireyin genel olarak aile ihtiyaçlarını karşılamak için çalıştığını ve genellikle kendi topraklarında tarımla uğraşan bu insanların iş hayatlarının da bir bakıma aile hayatıyla iç içe olduğunu yani bir anlamda günümüz modern toplumlarının aksine çalışma hayatlarının belirli zaman ve çevrede kısıtlanmadığını görürüz.ancak çağımızda bulunduğumuz bir çok ortamda tanımadığımız,haklarında hiçbir bilgi sahibi olmadığımız insanlarla temas halinde hayatlarımızı devam ettirmek zorundayız, bunun bir sonucu olarak ''yabancı'',''öteki'' kavramları ortaya çıkmıştır,modern dünyada yabancılaştığımız ve aynı zamanda bir başkası için başka bir yabancıya dönüştüğümüz günlük ilişkilerimiz sonucu aileye atfedilen değer de bu anlamda artmıştır,aile,bu karmaşık dünyadan ve formel ilişkilerinden kaçıp sığınabileceğimiz sıcak,samimi bir kurum olarak görülmeye başlanmıştır.bu süreçte modern toplumlardaki kalabalık ailelerin yerini çekirdek olarak tanımlayabileceğimiz aileler alırken mahremiyet isteği de artmaya başlamıştır.ailenin bu formuyla topluma hizmet edeceği,ideal olanın bu olduğu savunulurken özellikle de değişmekte olan sistemin kişilere yüklediği katı roller sebebiyle aile içinde artan çatışmalar,aile içi şiddet,boşanma vakalarındaki artış günümüzde bu kurumun için girdiği krizi göstermektedir.
  7. hayata ve topluma dair birçok tanımla ilk kez karşılaştığımız, anlamını öğrendiğimiz kurum. çekirdek aileyi baz alacaksak anne ve baba faktörüne değinmek gerek. kişinin duygu durumunu, karakterini, genel yaşantısını en çok etkileyen baskın anne karakteri ya da baskın baba karakteridir. tam tersi söz konusu olduğunda ise yani eksik anne karakteri ve eksik baba karakteri de kişiyi duygusal ve zihinsel açıdan yetiştirir.

    ancak, aile kavramı kişiyi tamamiyle oluşturmaz. sadece taslak belirlenir. geriye kalan evre ise çevresel etmenler ile oluşan ve gelişen fikirler, gözlemlerdir. burada toplumsal normlar ön plana çıkar. kişinin saldırgan olması hem aile içi iletişime göre hem de yetiştiği topluma göre konuşlanır. kişinin cılız olması, sosyalleşememesi, ahlaki değerlerinin kötücül olması gibi durumlar da önce aileye daha sonra dayatılmış toplumsal etiğe göre şekillenir. yani bahsetmek istediğim kişinin gelişiminde ne aile tek başına faktördür ne de çevre. birbirini besleyen ve özü oluşturan bu iki etmen sonucu ve dahil kişinin bunlarla beraber oluşturduğu fikirleri bireyi oluşturur.

    kız çocuğu ve erkek çocuğu bakımından ailenin etkisi değişkenlik gösterecektir. öyle ki ailenin yaklaşımı her ikisine de eşit mesafede değilse zayıf olan taraf toplum içerisinde de güvensizlik ve zayıflık ile baş etmek zorunda kalacaktır. türkiye'de durum bilindiği üzere geleneksel aile tipinden genelleyecek olursak -istisnaları saymadan- güveni sağlam bir erkek çocuğu diğer taraftan ise sürekli kısıtlanan ve görevler addedilen bir kız çocuğu göz önünde bulunuyor. ailede gelişen bu iki tip karakter tüm topluma sirayet ettiğinde şu an karşı karşıya kaldığımız ve salt ailede değil bu aile kavramının geliştirdiği toplumsal normların içerisinde, bürokraside, yönetimde, işçilikte, hizmette karşılaşılan muameleler alelade şekilde ortaya çıkmış değil birbirini seyretmiş, geliştirmiş ve zaruri şekilde toplumsal yapıyı oluşturmuştur.
  8. insanların birbirinden çok korktuğu ve uzak durduğu bir dunyada; çok da sorgulamadan sizi kabullenen , çeken hatta seven bir topluluk.. aile iyidir ancak yine de bir dert noktasıdır.
    zahle
  9. her zaman kan bağı gerektirmeyen oluşum. bu akşam bunu ilk defa, gerçekten hissettim.

    dağılmış bir ailede doğup büyüdüğümü bilen çoğu insanın, gündelik hayatta yaptığım hataları ya da "eksikliklerimi" bu duruma bağlamasına alışmış bir insanım. her alışkanlık insanın hoşuna gitmez; bu da kendimi bildim bileli hoşuma gitmeyen bir alışmışlık. aile desteğini olması gereken şekillerde ve zamanlarda görmediğim için "eksik" bir insan olarak değerlendirilmek sanıyorum ki kimsenin hoşuna gitmez. bu, hayatımın bazı noktalarında çuvallıyor oluşumu kabullenememekle ilgili de değil -zira gerçekten çuvalladığım çok oluyor-, kendi hatalarımı üstlenmek isteyişimle ilgili. şimdi burada yazsam gülünüp geçilecek hatalarımın bile aile ilgisi görmemiş oluşuma bağlanması ziyadesiyle irite edici. bazen oluyor, ben bile hissediyorum yanlış yapışımın ya da doğrusunu idrak edemeyişimin sebebinin ailemle ilintili olduğunu. ama bazen de; kendi toyluğumdan, kendi inadımdan ya da kendi umursamazlığımdan dolayı yokuş aşağı yuvarlanıyorum. yaptığım hataların bu iki türü arasındaki ayrımı yapıp bana yaklaşımını ona göre ayarlayabilen çok az insan var; ve onlar benim ailem. farklı yılların farklı günlerinde, bambaşka evlere doğmuşuz. birbirimizi bulana dek bambaşka düzlüklerimiz ve yokuşlarımız olmuş ama öyle bir yerde kesişmişiz ki; öncesindeki tüm ayrımlar telafi edilmiş sanki.

    en çok minnet duyduğum nokta, benim eksik olduğum düşüncesiyle beni tamamlamaya çalışmaktan ve bana duygusal sakatlıklar içindeymişim gibi yaklaşmaktan kaçınmaları; ve alışılmışın dışında bir formda tamamlanmış olduğumu görüp buna eşlik etmek istemeleri. evet, koşullarım farklı olsaydı çok daha iyi ve dengeli bir hayatım olabilirdi. evet, kaçırdığım ve zamanında deneyimleyemediğim, yabancı olduğum birçok duygu var bu bağlamda. eğer bunları yaşamamış olmam eksiklik olarak görülecekse, öyle olduğumu sorunsuzca kabul edebilirim. ama ben böyle düşünmüyorum. çünkü hayatımdaki şanssızlıkların ve dezavantajların yanında öyle değişik, öyle ender, öyle samimi güzellikler var ki ve ben hayatı ya da insanları öğrenmeye öylesine devam ediyorum ki; kendimi eksik görmeye ve belki de çoktan telafi edilmiş olan deformasyonlara üzülmeye zamanım bile yok. çünkü olayın "tamamlanmak"la ilgili olmadığını anlıyorum son zamanlarda. hayatlarımızı yapboz yaparcasına yaşıyor olmamız, bireyler olarak bizim de birer yapboz parçası olduğumuz anlamına gelmiyor; zira değiliz. hepimiz çok değişik şekillerde bir bütünüz aslında. kilit nokta bu değişik bütünlükleri kabullenmekte. bunları tolere ya da tahammül edilecek değil de; benimsenecek ve sevilecek yapılar olarak görebilmekte. beklentileri taviz vererek değil gerçekten isteyerek, bireysel yapbozun bütünlüğünü ya da yapısını bozmayarak tatmin edebilmekte. "yapılması gereken" olarak görülen her şeyin aslında "yapabildiğiniz/ yapmak istediğiniz" şeyler olmasında. karşılıklı olarak bunu yapabildiğim insanlar benim için bir aile. ve bu akşam, ailemle bir sofrayı paylaştım.

    küçücük bir masada dört kişiydik; tabağı kucağına alıp diğerlerine yer vermeye çalışma içgüdüsü hepimizde olduğu için bir an masa bomboş kaldı, gülüştük. hepimizin rahat edeceği bir şekilde yerleşmeden kimse bir lokma bile yiyemedi. içimizden biri gününü anlatırken onu dinlemeye yönelik olarak gelişen iştah, hepimizin kurt gibi aç olmasına rağmen yemeğe yönelik olan iştahı her defasında yendi. güldük ve hüzünlendik, güzel müzikler dinledik. ziyadesiyle sıradan bir akşamdı esasında; ama bir yandan da hiç de öyle değildi ve herkes bunu garip bir memnuniyetle fark ediyordu.

    aile dediğimiz bu değilse, başka ne olabilir bilmiyorum.