1. Rivayet odur ki, Hades’in Lethe nehrinin suyundan içinler geçmiş acıları unuturlarmış. Eski Yunanca’da unutmak anlamına gelen “letea”dan türetilmiştir lethe. Unutuş. Hakikat, unutuşun örtüsüyle örtülüdür. Bu durumda, ilk olarak işaret edilecek şey, dil-dünya-anlam ilişkisinde “bellek”ın kazandığı önemdir. Hafiza bir anlamda zamanin mahvazasi, ve mahvaza hakikatin acikligi ve gizinin imkanidir.

    Heidegger, Varlık ve Zaman‘da “geleneksel hakikat” kavrayışının sorgulaması içinde “hakikatin özü”nü bir anlamda unutuş-hatırlama ilişkisi içinde ifade etmeye -“açıklık” haline getirmeye- yönelerek, aletheia kavramini yeniden güncellestirir.

    Alethia olarak “hakikat” bir açıklık sorunudur. Ama, bu kavramin bir yönüdür. kavram görüldügü yerde izahsiz bir sekilde “açıklık” olarak çevrildiğinde hakikat bahsi kesinlikle eksik anlasilmis olur. Hakikatin açıklığı, buna göre, varlığın unutuşun karanlığından çıkarılmasıdır. Dolayısıyla da “hakikatin özü” denilen sey, heiddegerci terminolojide, hakikat ile hakikat-olmayan, açıklık ile açık olmayış bir aradalığıyla ilişkilidir.

    “Aletheia” kavramı, lethe’nin olumsuzlanışından türetilir –a-lethia. Eski Yunan felsefesinden sürüp gelen bu kavram, “hakikat” olarak kaydedilmiştir. Heidegger’i alethia’nın yirminci yüzyıldaki mucidi saymak yerinde olur kavramın gündeme gşirmesi bakımından. Unutuşun örtüsünün kaldırılması, mahfuz olanın aleniyete taşınmasıdır, “aletheia”. Örtük olanın tevellüt edişi, görünür olması, “hakikat” anlamında karşılığını bulur. Ancak “açıklık” Heidegger terminolojisinde bir örtü kaldırma işlemi değildir esas olarak, mutlak bir açıklıktan söz edilemez, açıklık her zaman bir beliriştir, açık-olmayanla birlikte ortaya çıkan “vuku bulma”.

    Heidegger felsefesini kabaca “varlık” ve “hakikat” kavramlarından hareketle anlayıp açıklayabiliriz. Geleneksel felsefeyle hesaplaşma -ki Heidegger’in girişimi “geleneksel felsefenin sökülmesi”dir- bu kavramların yeniden sorunsallaştırılması olarak ortaya çıkar. Heidegger’de “doğruluk” sorunu şu ya bu disiplin açısından doğruluğun ne olduğu değil, “hakikat olarak hakikatin” neliğinin soruşturulması meselesidir. Heidegger, bu soruşturmayı, bir anlamda “geleneksel felsefenin sorgulanması” çabasının ekseni-odağı olarak yapılandırır.

    “Varlığın hakikati” ve “hakikatin varlığı” soruları, farklılaşan bağlamlarla Varlık ve Zaman‘dan Sanat Yapıtının Kökeni‘ne, Heidegger’in geç dönem çalışamalarına kadar iz sürülen sorulardır. Başlangıçta felsefi bir sorgulamanın içinde ele alınır kavramlar, giderek “sanat neliği”ne odaklanan bir sorun haline gelir; “varlık” ve “hakikat” sorusu, sanatta ve sanat yapıtında belirişiyle değerlendirilir. Şiir hakikat ilişkisi, Hölderlin’in şiirlerinin yorumlanması dikkat çekicidir. “Hakikatin Özü Üzerine” adlı makalesinde Heidegger, bir anlamda her iki dönemi kapsayacak ve olgunlaşmış düşüncelerinin görünürleşeceği şekilde meseleye yaklaşımını ortaya koyar ve geleneksel felsefe içinde ayrımını belirginleştirir.

    Platon’un “mağara alegorisi” ile hesaplaşma ve unutuluş noktasını -anını- açığa çıkarma çabası içinde ele alınır hakikat sorunu. Heidegger’e göre, çünkü, felsefenin ilk öncüllerinde, Heraklitos ve Parmanides’te “alethia olarak hakikat” “örtüsünü kaldırma”dır. Buna göre, alethia olarak “hakikat”, şu ya da bu bilgi biçimi sorunu ya da bir tür olarak hakikat sorunu değil, “hakikat olarak hakikat sorunu” formülüyle bahse açılmaktadır. Aletheia, yani hakikat olarak hakikat ise, “varolanın üzerinin açılması” ya da “unutulmuşluktan alınan”ın açıklığıdır. Bu “açıklık” kavrayışı Platon ile birlikte “hakikat”in İdea ile olan ilişkiye bağlanarak bir “doğruluk” meselesi haline gelir. Metafiziğin kuruluşu, insanın yaşamdan koptuğu, hakikatin insanın yazgısı olmaktan çıkıp bir bilme sorunu halien sokulduğu ve felsefenin de kendi özünden koptuğu ana karşılık gelir bu Heidegger düşüncesinde. “Batı metafiziği”nin karakteristiği varlık-varolan, yaşam-düşünce ilişkisinin koparılması birbirine yedirilmesi ya da karıştırılması ile belirlenir.

    Paradoksal ve zor -görünen- ifadelerle ortaya çıkar “Heidegger terminolojisi” karşımıza. Aletheia’da, buna göre, “kendini gizleyerek açığa çıkan” varlık’ın hakikatidir. Dil’den kaynaklıdır bu paradoksal görünüm ve düşünce tarihi bir anlamda bunu ihlal ve ihmal ederek “hakikat”ten söz etmiştir. Platon’un mağara alegorisinde öne sürülen “gizlilik” ve “açıklık” bahsi, bu terimlerin Heideggerci kullanımının tam tersi yöndedir. Heidegger’de açıklık, aletheia’nın kökensel anlamıyla, varlığa gelme, gizlilikten açığa çıkma anlamlarına bağlıdır. Oysa platon’dan sonra “geleneksel hakikat” anlayışı “mimesis” bağlamında bir “uygunluk” sorunu etrafında biçimlenmiştir. “Düşünce”nin “şey”lerle uygun olarak örtüşmesidir hakikat’i tanımlamayı olanaklı kılan şey.

    Heidegger öncelikle bu “uygunluk” tasarımından çıkarmak ister hakikati. Dil varlığın gizlenerek açığa çıktığı sahnedir; varlık, dilde ancak kaybolarak görülebilir oluyordur. Tam da bundan dolayı hakikat -her zaman- bir hakikat-olmayanı içererek ortaya çıkar, yani belirir. Işık ve karanlık, hatırlayış ve unutuş belirsiz bir sınırla -salt karşıtlıklar olarak değil- sürekli koşullanmışlık halinde -karşılıklılık içinde- düşünülebilir. Platoncu varlığın üzerini örten hakikat düşüncesi bir “idea”ya karşılık geldiği için ya da idea’ya bağlı olduğu için, varolanın varlıkla bağını kopartan bir sorun olarak ortaya çıkar.

    Beliriş aynı zamanda açık olmayanı da içerdiğinden hakikat olarak aletheia hakikatin zaptedildiği, varlık’ın ele geçirildiği bir şey olmaktan öte, temaşa edilebildiği, sahnelenebildiği bir -geçici- durumu imler. Dil, buna göre, varlık’ın namevcutluğunun beliriş sahnesi ya da başka bir ifadeyle namevcutluğun mevcudiyetin açıklığına çıkış kaynağıdır. Heidegger ideanın bilgisi olarak hakikat düşüncesini sonlandırmak ya da aşmak ister bu yoldan. “Varlık” ve “Zaman” arasındaki ilişki bu açıdan belirleyici önemdedir.

    Biraz daha somutlamak için “aletheia”yı, varolanın örtüsünün açılması, Varlık’ın gizlilikten ya da kapalılıktan açığa doğru çıkması olarak tarif edebiliriz. Unutuşun koyu karanlığının aralanması. Hakikat, varlığın açıklığı ve aydınlığıdır; ancak, beliriş, hiç bir zaman nihai anlamda mutlak bir açıklık ve beliriş değildir, tutulan ve saklanan bir şeyler her zaman kalır varlıkta. Bu da hakikat sorununu nesnesiyle uyumlu bir bilme sorunu olmaktan çıkarmak için gereklidir. Hakikatin değişimle yani yaşamla bağını kesmemesinin zorunlu uğrağıdır burası.

    “Hakikatin özü” tuhaf gelecek şekilde “özgürlük” olarak kaydedilecektir; özgürlük, burada, varlığın varlık olarak açıklığındaki var oluşa karşılık gelir. Heidegger’e göre yalnızca insanın var-oluşu tarihseldir ve bu, söz konusu tarihin varlıkların açıklığının tarihi olması anlamındadır. Özgürlük, bu bağlam içinde, varlığın açıklığı olarak belirtilen hakikatin özünü ifade ede eden bir kavramdır. Buna göre, hakikat, doğru önermenin bir özelliği olamaz; o, esas itibariyle, -kapalı olanın varlığı göz ardı edilmeksizin- varlığın açıklığıdır.

    Dilin gizemi, bu açıklık ve kapalılığın, hakikat ve hakikat-dışının karşılıklılık muammasından kaynaklanır. Böyle anlaşıldığında dili bir “iletişim aracı” gibi düşünmek yeterli olmayacaktır elbette. Heidegger’in meşhur sözü, “Dil, Varlık’ın evidir” bu bağlam içinde alındığında, dilin iletişimden önce “dünyanın dünya oluşu”nu sağladığını kaydetmek gerekir.

    Aletheia bir beliriş olsa da, saklı olanı içerdiği ölçüde açığa çıkardığından daha büyük bir şeyi gizler. Bu nedenle de dil, açıklığın ve karanlığın yeri olarak, tekinsiz evidir varlığın. İdeolojilerin, dünya görüşlerinin, felsefi dizgelerin, inançların ele geçirmek, dahası bertaraf etmek, hükmetme ve hakikati tekeline alma iddiasıyla zaptetmek istedikleri şeydir bu tekinsizlik.

    kaynak: https://mutlaktoz.wordpress.com/