1. biraz başkalarının yorumlayisina bakınca tamamen farklı algıladığım ve doğru ya da yanlış algılıyor olsam bile motto edindiğim latince felsefi kavram.
    bana göre kaderini sevmek mozart'ın müzisyen olması gibi bir şey. doğuştan gelen bir yeteneği var ve onu kullanıyor, kullanmamak zaten aptallık olurdu. ya da hepimiz belli bir bakiyeyle doğuyoruz, bu bakiyeye dogdugumuz aile, zaman, mekan; düşünüs şeklimiz, zihinsel ve fiziksel özelliklerimiz, becerilerimiz de dahil. burda mustafa kemal geliyor aklıma, belki de savaşa ve karmaşaya doğmak diğerleri için sadece kadersizlikti ama birisi bunun aslında kahramanlık zamanı olduğunu idrak ediyor ve sıranın kendisinde olduğunu hissediyordu.
    ve dünyaya geldiğimiz cevrede bizim degistirmemiz gereken bizim müdahalemizi bekleyen onlarca olay oluyor, bambaşka bir insan olarak belirsiz bir kaderle dünyadaki yerimizi bulmaya çalışıyoruz. kolay değil zaten bazen ekstra zor.
    tüm bu zorluklar tüm mücadelelerimiz sevmediklerimiz minnet duyduklarımız okuduğumuz tüm kitaplar sevdiğimiz müzikler izlediğimiz filmler tercih ettiğimiz farklılıklar ve tercih edemediğimiz farklılıklar... gün geliyor ve tüm noktalar birleşiyor ve kaderimiz orada başlıyor. amor fati... kaderimizi sevmeye başlıyoruz. doğru yolu izlemişsek geride bıraktıklarımiza karşı kırgınlık bile kalmadan içimizde...
  2. türkçe "kaderini sev" anlamına gelen latince deyim, felsefi söz.
    kaderimizin değişmeyen bir şey olmasından dolayı, alın yazımızda olan şeyler başımıza geldiğinde üzülmeden, kırılmadan, kızmadan onları kabullenmeyi, kucaklamayı öğütler.
    kaderini değiştiremeyeceğin için bakış açımızı değiştirmeli, iyi-kötü olarak yorun yapmamalı, başımıza gelenlerden fayda sağlamaya çalışmalıyız.
    bu görüşü en çok kullananlar stoiklerdir. yakın dönemde ise nietzsche sayesinde sık sık karşımıza çıkar.