1. xıx. yüzyılda dünya romanının - göreceli - babası dostoyevski idi dersem, muhtemelen pek de haksız sayılmam; ve dostoyevski"yi bir asır arayla takip eden tarkovski"yi sinema tarihinin en büyüklerinden biri olarak görürsem, pek de yanılmam. ve kaçınılmaz olarak "neden" "ne diye" "hangi sebep/sebeplerle" soruları doğmuş olur. ikisinin de rus olmaları mıdır sebep? bu kadar basit olduğunu düşünmüyorum tabii ki, ama "rus" karakteri denilen bir şey var. idealleri için her şeyi mubah görecek güçte (machiavellist) olmaları, zırhtan bir prensipe dönüşmüştür. ama bu "rus" tanımlaması pek de tarkovski için geçerli değil. ne var ki fyodr mihayloviç romanlarına "rusluğu," coğrafyayı dünyevi boyutta yayarken, tarkovski insan bazlı "duygusal montaja" inanmış ve hal böyle olduğu zaman ise tanımaya çalıştığı insanı "rus" bakış açısına indirgememiş. yani, "zerkalo"da işlenen kadınsallığı margarita terekhovna yansıtmıştır, peki aynı şeyi andrey rublev için de geçerli kılar mıyız? tarkovski"de daha çok doğu mistizmine kaçan (ki eğitimi de bu yöndedir) evrensellik söz konusu; ve bu durum "rusluğu" arka plana kaçınılmaz olarak itiyor...

    "zerkalo" yaşamımın filmidir; ancak tarkovski"yi bir yönetmen olarak pek o kadar teatralizeye kaçacak düzeyde sevmiyorum. bunun birçok sebebi var, öncellikle tarkovski"ye karşı yürütülen aşırı sevgi onun karakterine bakış açımda hasarlar açdı. bu en basit haliyle birilerine göre birisinin karakteri hakkında ahkam kesmek değildir, özünde iğrendirme politikası yatmaktadır.

    filmleri incil gibidir; yani, ciddi. amma incil"de gülüş bulursunuz, fakat tarkovski filmlerinde değil. uzun zamandır düşünüyorum aslında, hiç tarkovski filminde doğal ve bulaşıcı gülüş bir yana, gülümsediniz mi? tarkovski neden ironi duygusundan yoksun veya neden yaşamın en önemli vuruşlarından biri olan gülüşe yabancı? küçük detay değildir bu, tarzın getirisi; fakat özünde büyük eksiktir benim için.

    tarkovski ve gülüş hakkında yazmamız gerekir...
  2. alıntı yapıldığı yeri maalesef bilemediğim muhteşem sözler. insanın yolunun bir yerlerde tarkovski ile kesişmesi o kadar heyecan verici ki:

    "bir tek yolculuk mümkün yalnızca; kendi iç dünyamıza yaptığımız yolculuk. gezegenin yüzeyinde gezinerek pek fazla şey öğrenmiyoruz. insanın geri dönmek için yola çıktığına da inanmıyorum. insan asla başlangıç noktasına geri dönemez, çünkü o arada kendi de değişir. ve tabii ki kendinizden, olduğunuz kişiden, kendinizle taşıdığınızdan kaçamazsınız. kabuğunun içindeki kaplumbağa gibi, biz de ruhlarımızın evini taşıyoruz. dünya üzerindeki ülkeleri gezmek sadece sembolik bir yolculuktur. nereye giderseniz gidin, kendi ruhunuzu arıyorsunuzdur."
  3. (bkz: nostalghia - andrei tarkovsky) ^:delilik favorim 1 ^
    (bkz: stalker- andrei tarkovsky) ^:film noir favorim^
    (bkz: offret - andrei tarkovsky) ^:delilik favorim 2^
    (bkz: andrey rublyov - andrei tarkovsky) ^:inanç sorgulaması^
    (bkz: zerkalo - andrei tarkovsky) ^:yönetmenin en anlaşılmaz filmi^
    (bkz: ivanovo detstvo - andrei tarkovsky) ^:ilk dönem filmlerinden ^
    (bkz: solyaris - andrei tarkovsky) ^:çekimlerinde sayısız talihsizlik yaşanmış^^:vasat ^
    (bkz: katok i skripka - andrei tarkovsky) ^:filmografiyi hatmetmek için gerekli^

    *beğeni sırasına göre yazılmıştır.
    sde
  4. "doğu, ebedi gerçeğe daha yakındı. ama batı uygarlığı maddi hayat beklentilerini karşılayarak doğu'yu yutuverdi. bunu anlamak için doğu müziğiyle batı müziğini karşılaştırmak yeter de artar bile. batı, "işte, ben buyum!" diye bağırıyor." bana bakın,! dinleyin! ben ben, ben.. oysa doğu kendi hakkında tek kelime etmez."

    cümlelerini kurmus, dev rus yönetmendir.
  5. 1972'de en sevdiği 10 filmin listesini yapmış yönetmendir.

    1- Le Journal d'un curé de campagne (Robert Bresson)
    2- Winter Light (Ingmar Bergman)
    3- Nazarin (Luis Bunuel)
    4- Wild Strawberries (Ingmar Bergman)
    5- City Lights (Charles Chaplin)
    6- Ugetsu Monogatari (Kenji Mizoguchi)
    7- Seven Samurai (Akira Kurosawa)
    8- Persona (Ingmar Bergman)
    9- Mouchette (Robert Bresson)
    10- Woman of the Dunes (Hiroshi Teshigahara)

    kaynak
  6. türk edebiyatında hasan ali toptaş'ı tanıdığımda, onun romanlarını okuyup hayran kaldığımda "sonunda roman diyince aradığımı buldum" demiştim. andrei tarkovsky'i tanıdığımda ise sinemanın benim için anlamını keşfettim.

    hep düşünmüşümdür beyaz perdeyi etkili kılan şeyin ne olduğunu, sinemayı neden bu kadar sevdiğimi. mühürlenmiş zaman kitabında "insanlar neden sinemaya gider?" sorusunun cevabını şöyle verir tarkovsky:

    "genelde insan, yitirilmiş, kaçırılmış ya da henüz erişilmemiş zaman yüzünden sinemaya gider. hayat deneyimleri arayışı içinde oraya gider, çünkü sinema, başka hiçbir sanat türünün başaramayacağı kadar insanın olgusal deneyimini genişletir, zenginleştirir ve derinleştirir, hatta yalnız zenginleştirmek de kalmaz, âdeta gözle görülür bir şekilde uzatır da. sinemanın esas gücü budur, yoksa 'star'lar, bıkkınlık veren konular, günlük hayatı unutturan eğlence değil."

    ben daha çok "yitirilmiş zamanlarım" için sinemaya tutkunum. "yitirilmiş zaman" benim çocukluğum, "erişilmemiş zaman" belki de hayallerim.

    onun filmlerini izlemeye başladıktan sonra kendimi ve insanları çok daha iyi anlamaya başladım. filmlerindeki derinlikli diyaloglar, yağmur ve su sesi beni büyülüyor.
  7. sinema tarihinin en önemli yönetmenlerinden biridir. filmleri ortalama bir filmden daha uzun olmasıyla bilinir. yaşamı ve felsefesi hakkında yazılmış onlarca makale bulunur. özellikle nostalji filminde kurtuluşumuzu bir mumun titrek alevinde görerek şiirsel anlatımda zirve yapmıştır. babası arseni tarkovsky de bir şairdir.
  8. sinemanın rahatsız edici dehası. tarkovski ve gülüş hakkında yazmamız gerekir demiş, yazar. hüzün ve daha çok acı var tarkovski'de. bir soru ile devam ettirilebilir belki bu başlık, tarkovski "gördüğü" nü mü yansıttı, "var olan"ı mı? her taşın altında acı mı var esasında, gülüsler; olmasını istediğimiz hayallerden mi ibaret? dostoyevski zaman zaman umutludur ama ona göre "hayat acı vericidir, hayat korku doludur ve insanoğlu mutsuzdur"(ecinniler). tarkovski kendini az kandirabilmis bir yönetmen . ağız dolu kahkahaları da vardır belki de, kendini kandirdigi kamera arkasında.
  9. 16 aralık - 31 aralık arası filmografisinin şöleni var istanbul"da...

    "Pera Film, ölümünün 30. yıldönümünde Andrey Tarkovski'yi (1922-1986) derin, şiirsel ve son derece kişisel filmleri ile anıyor. Tarkovski ödül kazanan kısa filmi Silindir ve Keman’ın (1960) ardından ilk uzun filmi İvan’ın Çocukluğu’nu (1962) çekti. İkinci Dünya Savaşı sırasında partizanlarla birlikte casusluk yapan bir çocuğun hikayesini anlatan film, Venedik Film Festivali’nde büyük ödül kazanmıştı. Bunun ardından Tarkovski, epik ve alegorik bir film olan Andrey Rublev’i (1966) çekti. Yapımı üç yıl süren filmde 15. yüzyılda yaşayan bir ikona ressamının yaşamı, topluma, Tanrı’ya ve sanata olan inancını yitirişi ve sonunda, filmin bitimindeki ünlü çan yapımı sahnesinde ruhunun yeniden canlanışı anlatılır. Çağdaş Sovyet sanatçısının çilesine göndermeler yaptığı için yıllarca raftan inemeyen film, 1969’da Batı’da gösterime girdi ve büyük beğeni topladı. Tarkovski’nin çoğu filmi gibi burada da ağır ilerleyen, zengin dokulu bir tuval ve duygusal bir doruk noktası vardı. Tarkovski’nin sonraki filmleri ise genellikle başka dünyaları anlatıyordu: Solaris’te (1972) bir uzay gezgininin fantezileri gerçeğe dönüşüyordu; İz Sürücü (1979) gizemli ve yasak bir çorak “bölge”de geçiyordu; Kurban (1986) nükleer kıyametten birkaç saat öncesini konu ediniyordu. Kişisel ve çok katmanlı bir görsel şiirselliği olan Ayna (1976), sanatçının Sovyetler Birliği’nde İkinci Dünya Savaşı sırasındaki gençliğine dönüyordu. Tarkovsky’nin gerçek hayattaki annesi, filmde sanatçının annesini oynuyordu, babası ünlü şair Arseniy Tarkovski’yse kendi şiirlerini seslendiriyordu. Tarkovski 1980’lerin başında SSCB’nin dışında çalışmaya başladı, 1983’te İtalya’da Nostaji’yi yaptı. Ardından Ingmar Bergman’ın yapım ekibinden oyuncu Erland Josephson ve görüntü yönetmeni Sven Nykvist gibi önemli kişilerle İsveç’te Kurban’ı (1986) çekti. Bu filmde Josephson, ancak büyük bir kişisel fedakarlık sayesinde dünyayı yok olmaktan kurtaran ünlü ve emekli bir sanatçı/entelektüeli oynuyordu. Zengin bir görselliğe sahip ve son derece ağır tempolu bu film Tarkovski’nin, en önemli odak noktasının bir özetiydi: “kültürümüzde ruhsal varoluşa yer olmaması.” Kurban Cannes’da Özel Jüri Ödülü aldığı yıl Tarkovski de 54 yaşında Paris’te akciğer kanserinden öldü."

    kaynak: http://peramuzesi.org.tr/FilmProgram/Andrey-Tarkovski-Muhurlenmis-Zaman/177

    not 1: böyle paylaşımları kıskançlıkla yapıyorum. çünkü tarkovski konusunda - daha evvel dile getirdiğim gibi - ciddi endişelerim mevcuttur. türk entelektüelizminin (büyük çoğunluğunda) ona beslediği sevgide hep bir "iğrençlik" gördüğümdendir. ama neyse, paylaşıyorum işte; paylaşıyorum çünkü belki aranızda görmeyenler olmuştur. ben zamanında böyle güzellikleri çok kaçırdım. kieslovski içimde yaradır mesela... biletler de makul 10 lira... bir de lütfen sinemada homurdanmayın. uyumak tabii ki serbest...

    not 2: 22-23-24 aralık günlerinde gitmeyi planlıyorum. istanbulda yaşayan, sıkı bir tarkovskici arkadaşı olmayan, filmi beraber izlemek, arzu ederse yorumlamak, kahve yudumlamak isteyen - fularsız - arkadaş, dost varsa, benimle iletişime geçebilir.