• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.29)
anna karenina - lev nikolayeviç tolstoy
anna karenina, 19. yüzyıl rus toplumunun ruhsal dalgalanmalarına çarpıcı bir aşk ve ihanet anlatısıyla ışık tutan bir başyapıt.

güzelliği ve nezaketiyle çevresinde hayranlık uyandıran anna karenina’nın mutsuz ve monoton bir evliliği vardır. üst düzey bir devlet memuru olan aleksey aleksandroviç ile evliliğinde tek tesellisi oğludur. ağabeyi ile yengesinin aralarını düzeltmek için gittiği moskova’da yakışıklı ve genç kont vronski ile tanışması, anna’nın hayatında dönüm noktası olur. tolstoy, anna karenina’da sıradışı bir gözlem gücü ile aşk, evlilik, ihanet gibi temaların izini sürerken roman sanatına yepyeni ve uzun soluklu bir boyut katar. modern dünya edebiyatının otoritelerince gelmiş geçmiş en iyi romanlardan biri olarak kabul edilen anna karenina, güncelliğini daima koruyacak bir eser.


  1. vicdan hürriyetinin ne demek olduğunu ilk defa doğru düzgün anladığım kitap. yanlış hatırlamıyorsam bir bölümde anna'nın kocası onun evlilikle ilgili düşüncelerine ve inançlarına saygı duyduğunu fakat içtima hayat içerisinde evli bir kadının sorumluluklarını yerine getirmesinin gerekliliğinden bahsediyordu. notlarıma baktım ama o kısım yazmamışım, bu yüzden tam olarak yazamıyorum. benim için mühim olan vicdan hürriyetinin bu kadar şahsi bir meselede dile getirilebilmiş ve aslında tüm cenahları ile izah edilebilmiş olmasıydı.

    vicdan hürriyeti felsefe ve bittabi siyasetin olmazsa olmaz bir özelliğidir. nitekim türkiye cumhuriyeti anayasası'ında "Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir" der. buna mukabil siyasetimizde adet olduğu üzere niyet okuma ve inanç sorgulama had safhadadır. takiyye gibi kavramlar da gene bizim siyasetimize has olsa gerek. politik doğruculuktan bile bahsedemez haldeyiz.

    neyse bu kitabı okuduğum dönemlerde radikal gazetesinin o dönem yazarlığını yapan gökhan özgün'ün konu ile ilgili güzel bir yazısına denk gelmiştim. ilgili yazıda ahmet türk'ün pkk'ya terörist dememesini vicdan hürriyeti çerçevesinde ele alıyordu. yazar derdini anlatmak için şöyle bir analoji oluşturmuştu:

    "Bir adamı karakola getirirler. Adam suç işlemiştir.
    Dahası suçüstü yakalanmıştır. Diyelim hırsızlık yapmıştır. Suçüstü yakalanmış olduğundan zaten suçu da sabittir. Adam da direnmez, suçunu kabul eder. Bu vicdanın birinci aşamasıdır.
    Ortak kurallara ve yasalara tâbi olduğunu kabul etmek. Suçu bunu bilerek işlediğini ifşa edebilmek. Bu, ortak vicdandır. Tamamıyla ortak olduğu için özgür olmayan bir vicdandır. Vicdanın bu birinci aşaması dünya üzerindeki her hukuk sisteminin işlemesi için yeterlidir. Adam hırsızlık yapmıştır. Bunu kabul etmiştir. Ve kanun ne öngörüyorsa o cezayla cezalandırılacaktır.
    Derken vicdanın ikinci aşaması gelir.
    O karakolda diyelim canı çok sıkılan bir polis vardır.
    Canı sıkılan polis suçludan kanun ve adalet için gerekli bütün ifadeyi almasına rağmen, can sıkıntısından olsa gerek, biraz daha kaşımak ister meseleyi. Aslında kaşımanın birazı yoktur. Çünkü kaşımanın nereye kadarı kaşıntıyı bastırmak, nereden sonrası zevk içindir bunu kimse bilmez.
    Neyse, canı sıkılan polis suçluya kaşıntılı soruyu sorar. "Hırsızlık yapmışsın, bunu kabul etmişsin, şimdi soruyorum sana, sen hırsız mısın?"
    Adam cevap verir, "Hırsızlık yaptım ama ben hırsız değilim." Polis ısrar eder, "Madem hırsızlık yapmışsın hırsızsın." Adam da diretir "Senin için öyle olabilir, ama benim için öyle değil. Hırsız değilim."
    Adam, mesela çocuğu aç kalmasın diye hırsızlık yapmaktadır. Kendi vicdanına göre bu, öncelikle babalık göreviyle ilgili bir şeydir. İşte bu da vicdanın ikinci aşamasıdır. Bu ikinci aşama şahsi vicdandır.
    İşte özgür olması gereken vicdan budur."

    anna karenina'da beni hayrete düşüren böylesine herkesi ilgilendiren bir meseleyi, dikkate değer bile olmayan şahsi bir mesele üzerinden eleştirilmesi olmuştu. sonraları vicdan hürriyetine ehemmiyet göstermiş ve düstur edinmeye azmetmiştim. böyle olunca insanları anlamak daha kolay gerçekten. bu anlamak affetmektir demek değildir bittabi.