• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (7.00)
another earth - mike cahill
güneş sistemindeki benzer gezegenin bulunmasının gecesinde, hırslı, genç bir öğrencinin ve başarılı bir bestecinin yolları, üzücü bir kazada kesişir. mike cahill’in uzaylı, alternatif evren, reenkarnasyon gibi kavramları iç içe geçiren bilimkurgusu, dikkat çekici metinleriyle aradan sivriliyor. hal hartley usulü düşük bütçeli bir tür filmi olarak anılabilecek eserin ‘el kamerası’ndan aşıladığı gerçeklik ve serbestlik mutluluk verici. etrafta fazlaca muhafazakar ve emperyalist uzaylı istilası filmi dolaşırken, “başka bir dünyada” şüphesiz alanında son derece dürüst bir denemeye dönüşüyor.


  1. uzaya ilk defa çıkan rus kozmonotun hikayesini bilir misiniz? sene 1961, fenerin lefter'li, can bartu'lu, selim soydan'lı efsane kadrosuyla gönüllerin şampiyonu olduğu güzel zamanlar, cemil'in fenerbahçeli cemil olup samatya kahvelerinde peynir ekmek gibi giden o meşhur cileti kullanmasına ise henüz yıllar var.

    fener kadıköy'de şerefli mağlubiyetlerle göğsümüzü kabartırken, soğuk savaşın bu en civcivli yıllarında, rusya yankilere müthiş bir çalım atıp uzaya ilk insanı gönderiyor. kalkıştan birkaç saat sonra dünyanın yörüngesine oturup fırıl fırıl dönmeye başlayan vostok 1'in yuvarlak penceresinden dünyayı ilk kez bir bütün halinde görebilen ilk insan oluyor rus kozmonot. yeşilli mavili küre, ana karnındaki bir bebek gibi sâkin sâkin salınıp duruyor uzayda. ne manzara ama.

    kozmonot bu büyüleyici ânın etkisi geçtikten sonra kabinin içinde bir tiktak duymaya başlıyor. başka odaya geçeyim dese mümkün değil, karbüratör, akü, yanma odası, ateşleme sargıları, krank mili, tork konventörü derken ufacık bir yere sıkışmış kalmış zaten. alet çantasını kapıp panelleri kurcalamaya başlamış ki o lanet tiktağın kaynağını bulsun ve sessizliğe kavuşsun. o kurcaladıkça daha da artmış tiktaklar; paneldeki ses, çürük dişteki apse gibi, kozmonot dil attıkça serpilip beyninin içine kök salmış. birkaç gün haybeye uğraştıktan sonra kozmonot tiktaklarla baş edemeyeceğini anlamış ve on sekiz numaralı anahtarı, kargaburnu, su terazisini, saatçi tornavidasını falan bir kenara bırakmış. şirin gezegenimize dönene kadar kalan yirmi küsur günde debriyaj kaçırmadan kaptanın seyir defterini tutabilmesi için tek yapabileceği şeyin bu sese aşık olmak olduğunu anlayıp gözlerini kapatmış ve hayal kurmaya başlamış. gözlerini açtığında, dünyamız hoş bir müzik eşliğinde o bildik seyahatine devam ediyormuş.

    o müziği merak ettiniz sanırım: http://www.youtube.com/watch?v=UbBimodAu3Q

    bu yirmi küsur günlük kutlu yolculuktan önce, gezegenimizin sâkinlerinin birçoğu, her şeyin farklı yapıldığı, geçmiş adlı o yabancı ülkenin hayalini kurmaktaymış. bu nanemolla taş kertenkeleleri, kopmuş kuyruklarının başında yas tutmakta, başka bir dünyada, bir paralel evrende ya da zamanda her şeyin gönüllerince olduğu bir ülkede yaşadıklarını hâyâl ediyor, gözlerini açtıklarındaysa mâzinin dipsiz kuyusunun serinliğini, başlarının üzerinde salınan geleceğin keskin sarkacının vınlamasını yeniden hissedip analarının karnındaki karanlık, ıslak ve mutlu günlerini özlediklerini fark ediyorlarmış.

    kozmonotumuz seyrüseferini başarıyla tamamlayıp dünyaya döndüğünde de, dünyanın şikayetçi sâkinleri her şeyin tam da olması gerektiği gibi olduğu yabancı ülkelere yolculuğun hâyâlini kurarken, kozmonotumuz gözlerini kapatmış ve geçmişe yelken açan o tiktakların büyülü müziğini tekrar yakalamaya çalışmış.
  2. düşük bütçeli, bilim kurgu türünde ama bilim kurgu dediğimizde aklımıza ilk gelenden epey uzak bir diğer paralel evrenler filmi. çok çok yavaş ilerleyen bir buçuk saatlik kısa bir film. yavaş temposuna rağmen uyandırdığı merakla kendini izlettiriyor.

    yönetmenin çok daha meşhur ve daha yakın tarihli filmi i origins'ten daha ilgi çekici buldum. soru işaretleriyle dolu bir sona ve görsel olarak nefis sahnelere sahip. izlemeye değer.

    trailer
    filmin meşhur ve nadide sahnesi