1. Bu konuda spinoza’nın görüşünü almak isteseniz size tek bir cevherden, bu cevhere bağlı sıfatlardan, sıfatların tavırlarından ve bu tavırların duygulanışlarından bahsederdi. Yani benim anladığım kadarıyla tanrı tabiatının birtakım sıfatlarının tavırlarından teşkil olan insan ruhu bedeninin duygulanışlarını kavrar, biz buna arzu deriz. Başka zamanlarda; arzuyu gerçekleştirmede gösterilen dirayet açıklamasıyla irade deriz, kabaca iştah deriz, isteğin yöneliminde uzağa gider basiret deriz, nedenine bakar nefis deriz.

    Mesela canı çekmek diye bir tabir var, can ruhtur, bedeni kavrar, asıl isteyen beden değil ruhtur demek istiyor “dil”.

    Spinoza ruh için de tanrının fikri diyor, her bedende tanrının fikri farklı kavrama yetkinliğine sahiptir diyor. Benim ruhum başka bedenlerin ya da cisimlerin duygulanışlarını kavrayamıyorsa bu yalnızca bana aittir, kavrama ve yetkinlik açısından diğer ruhlardan tıpkı bedenler ve cisimler gibi ayrışmıştır.

    Fakat arzunun ya da iştahın tanrı tabiatına bağlı sıfatların tavırlarından kaynaklanmayacağını ancak yine bu cevher tarafından gerektirileceğini söylüyor. Yani peynir yemek istiyorum değil, peynir yemek istemem gerektiriliyor. Eğer burada toplumsal açıdan bakılırsa bireyler bir yere kadar etkin bir yere kadar da edilgin durumda hiyerarşik olarak diziliyorlar. Bu da bireyin iştah sınırlarını oluşturuyor, neyi isteyeceğimizi bize öğretiyor.

    Velhasıl bizim arzularımız maşallah bizden başka her şeye bağlı. Ama yine de arzulamaya devam ederiz, çünkü cevherin tabiatı bize bazı sıfatlarının tavırlarına duygulanma olarak yansıyıp zorunlu olarak gerektirdi. Tavırların farklı miktarda ve biçimde duygulanışları, payına düşen fikrin kavrama yetkinliğinin sınırlarına göre ortaya çıkıyor. (demiş özetle)

    David hume “isteme” yi yapma-yapmama olarak tanımlıyor.
    “Özgürlükten yalnızca istemenin belirlemelerine göre eylemde bulunma ya da bulunmama gücünü anlayabiliriz, yani hareketsiz durmayı seçersek hareketsiz durabiliriz, harekete geçmeyi seçersek, yine, harekete geçebiliriz”

    Kant ise iyiyi isteme olarak farklılaştırıyor ve içgüdüsel isteklerin bir değeri yoktur, önemli olan aklın iyi isteme yapması diyor, aklın görevi budur. İyi istemek eyleme geçmek ve iyi sonuç almak olarak değil tabi ki, sonucunda mutluluk olan bir istemeden bahsetmiyor, sadece kendinde iyi olan bir akıl yoluyla iyiyi isteme faaliyeti. Her yapma etme eylem değildir, ilkelere göre yapılan faaliyetler eylemdir diyor ve Buradan ödev ahlakına geçiş yapıyor.

    Schopenhaure’e göre “İsteme gövdenin a priori bilgisi, gövde de istemenin a posteriori bilgisidir” bu bakış açısı yukarıda belirtilen spinoza’nın görüşüyle ahenk içinde. Fakat kendi başına bir istemeyi bilgisiz ve kör bir dürtü olarak niteliyor.

    Nietzsche ise gelip bu istemeyi doğrudan gücü istemek olarak ele alıyor ve kant’ın ödev ahlak vs tanımlamalarına uydurma sıfatını yapıyor. Çünkü istemeyi ahlakileştirmenin kapısı nihayetinde nihilizm’e açılacaktır. (demiş özetle)

    kant ve Nietzsche'de ayrıntılı inceleme için: http://www.flsfdergisi.com/sayi8/1-16.pdf

    İşin özü isteme denilen şey maddenin yapıtaşlarında bile var. hatta bilimsel olarak a-priori olduğu ispatlanıyor. Enerjinin kütleye dönüşümü de bir istemedir, eril enerjinin(bozon) dişil boşlukla(higgs alanı) bütünleşerek- birlikte, birbirini yok ederek kütleli varoluşa dönüşümü ile meydana gelen atomaltı parçacıklarının (kütle çekim kanunu ya da isteme-arzu denilebilir) bir araya gelerek oluşturduğu cisimleriz. “Neden peynir yemek istiyorum” sorusunun cevabı bu devinim olabilir.
    abi