1. isyana çağıran bir nevi ezan gibidir. son dizesindeki sızı duyulursa, aynı kalınamaz:

    tozludur saçlarım, saçlarımdan
    devrilmiş sarayların dumanları savrulur
    yüzüm yanıktır
    yüreğime bir karanfil sokuludur
    ve partizanca darbelerin dünyaya ilen şavkı
    benim göğsüme göğsüme vurup durur.
    ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum
    bahar da sürgülenir içime katranlar da
    hem koşarak yarattığım sevgiler vardır
    hem körlenmiş sevgilerin acısıyla koştururum.
    beni sular
    kocaman taşları parçalayarak hatırlıyor dağlarda
    ve beni hatırlatıyor çeltik tarlalarında aynı sular
    umutlu sakinlikleri
    lohusalıklarıyla.

    ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum
    kökten dallara yürüyen sular gibi
    yürürüm kömür ocaklarına, çapalanan tütüne
    yürürüm hüzün ve ağrılar çarelenir
    dağların esmer ve yaban telaşından kurtula diye
    torna tezgahlarında demir.

    yürürüm çünkü ölümdür yürünülmeyen
    yürürüm yürüyüşümdür yeryüzünün halleri
    kanla dolar pazuları tarladakinin
    hızar gürültüsü içinde türkülenir bir öteki
    gökleri göğsümden aşırtarak yürürüm
    yağlı kasketimin kıyısında nar çiçekleri.

    aynı adam ekim günlerinden beri gümbür gümbür gelirim
    teneke damların üstüne safi sinirden doğan güneş
    portakallar fırlatarak parlıyor benim adımlarımla
    anladım neden yorgunluk
    gülümserlik getiriyor insana
    hayatın bana başat
    bana avrat oluşunu öğrendim
    işçiler bunu kurşunlanarak öğrendi
    on beşinde bir arkadaş
    inancını savunurken yargıca
    anladı bulana durula akmakta olan şeyi.

    yürüyorum
    azarlanıyorum fışkıran başaklarla
    iki bomba gibi taşıyorum koltuğumdaki bir çift somunu
    hurdahaş bir sancıyla geçiyorum badem çiçekleri altından
    gözlerim nemli değil.
    gözlerim namlu.