1. yazılanlar ne kadar üzücü olmuş. hayat garip, suç ise hiçbir zaman tek bir omuza yüklenmemeli, herkesi sevin de olmaz ama işte birazcık empati.
  2. "en işe yaramaz ama hayatta olan bir baba, en ünlü ama ölmüş bir babadan bin kere daha iyidir."

    (bkz: gün olur asra bedel - cengiz aytmatov)

    yukarida yazilanlari görünce bu cümleyi buraya yazayım dedim. bu sözün yüzde yüz doğruluğuna inanmıyorum tabi. yaşanmışlıklar ve lnsanın hisleri her zaman önemlidir.

    fakat cengiz aytmatov insanlarin zihnindeki "baba"
    kavramını cok güzel tanımlamış.
  3. belit
  4. ben hapşırayım, sen çok yaşa baba diyebilmeyi isterdim hala
  5. dışı seni, içi beni yakar.
  6. ocak batiran diye bi tabir var, benimki ondan... bazi guzel sifatlari da hakediyor, ama ona en cok yakisani bu, ocak batiran... simdiye dek kendi babasindan kalan, annemin kardesleri tarafindan verilen, bi ara islerin iyi gitmesi sonucu elde edilen 3 adet evi ne idugu belirsiz sekilde buharlastirdigi vakidir... ne ise baslarsa baslasin sonunda cuvalla borca girer... yillar icinde evimize cok haciz gelmis, kapimiza cok alacakli dayanmistir...

    sonunda kardesim kit kanaat maasiyla adamin eksik bagkur primlerini odedi de emekli oldu, artik calismasina gerek kalmadi, dolayisiyla borc da yapamaz diye seviniyorduk, hic isi gucu yokken gitmis bankadan kredi cekmis, paranin nereye gittigi mechul... simdi de onu odemeye devam... ne yapsam bilemiyorum lan, gidip tek tek bankalara dilekce vericem, yaklastirmayin bunu diye...
  7. "babaaa! italya'ya gidiyorum, süper bir projeye kabul edildim,hem de bir yıllığına. allam ölücem heyecandan, italyanca da öğrenirim sular seller gibi, eşek değilim ya. ooo italyan erkekleri ;) ne diyorsun harika di mi?" bir süre düşündü ve " gitme bence ya hem dönünce ne yapıcaksın ne kazandıracak sana, bir senen boşa geçecek, gitme bence" dedi. önce biraz üzüldüm hevesimi baltalıyor diye, sonra dedim yiia babamdan kıymetli mi, gitmeyivereyim. gitmedim. tam üç kez de ayrı projelerden davet aldım. ama babamı kırmadım, gitmedim. sonra bir ara likya planı yaptık arkadaşlarla, bayram tatilinde gidelim kelebekler vadisi wuhuu diye, ona da gitme dedi adam."gitme bayramı ben sensiz mi geçireceğim" dedi. allahım, gitmedim.
    + keman kursu?
    - bizim ailede enstrüman çalma yeteneği yok
    + ya japonca?
    -dile yatkın değilsin.
    +peki resim çizsem?
    -sen önce bir okulunu bitir de...
    +baba iş buldum
    -ben seni doğuş'a aldıracağım

    yapma dediklerini yapmadım, gitme dediklerine gitmedim. sor bana pişman mıyım, değilim. çünkü babam bana böyle minik kedi yavrusu gibi bakıp "yapma" deyince aklımdan onyüzmilyon tane düşünce geçiyor. şimdi dinlemeyeceğim, gideceğim sonra adamın başına bir şey gelecek, üzülecek, bana ihtiyaç duyacak falan ne gerek var ki diyorum. geçen gün kız kardeşimle konuşuyorlar "ben ne istesem oldu" diyor, "yapmanızı istemediğim şeylerde hep engel çıktı yapamadınız, içime yatmayan şeylerde hep benim istediğim oldu" diyor, "bak mesela ablanın evlendiğini falan hayat edemiyorum kalbim ağrıyor düşününce, o yüzden otuz oldu hala bekar, çünkü ben öyle istiyorum" diyor. "beni yoldan çıkartmayın" diyor.
    kısacası babam benim her şeyimdir, kız babası misyonu, benim de ilk aşkımdır.
    izumi
  8. bıyıklarını kesince çok ağlamışım ben...çok küçükken...tanıyamamış mıydım yoksa otoritesini mi yitirmişti o küçük çocuğun gözünde? bilemem...sesini duyunca susmuş, o susunca ben basmışım yaygarayı bir kaç gün...durmadan türkü söyledim gezdim evin içinde diye anlatır...

    anne başka, annenin eksiklerini de, ezilmişliğini de zayıflığını da erken yaşlardan itibaren görürsün...saklayamaz ki...çünkü bir nevi bağımlı yaşam geliştirmişsindir, babayla olan kopuştan çok sonra gelir birey olurken anneyle kopuş ve o süreç içinde yanıbaşında binbir türlü şeye şahit olursun annenin yaşadığı...onun korkuları, sevinçleri, yeterlilikleri ya da yetememezliği sana da geçer hatta...

    ama baba öyle değil bizde...hep biraz uzak, yakın ama uzak...lokum gibi derler ya; öyle, ama içindeki fındık parçalarının dişine ne zaman batacağını bilemezsin...

    uzun bir ayrılığın ardından ilk görüşünde uzaktan sana doğru gelirken şöyle bir süzüp dökülmüş saçlarına bakarsın, içine tel tel bir hüzün dökülür...

    kovboy filminin orta yerinde koltuğunda uyuyakaldığında izlersin biraz iç çekerek; kalkar uyandırırsın fısıldayarak, uyumadım yahuu diye diretişinde güç ararsın sen de kendine, çayını verirken hafiften titremeye başlayan elini görünce yine bir iç geçirirsin...

    hastayım demez, iyi gibiyim der; ama sesinde duyduğun zayıflıkla artık bıyıklarını kesti diye ağladığında seni susturan ses olmaktan uzak...anlarsın, artık o senin çocuğun olmaya başlayacak...
    mesut
  9. bugün babamın ellinci yaş günü.

    yalnız uyandı. telefonuna baktı. biri turkcell, diğeri türk telekomdan iki mesajı vardı. ikisini de okudu. borçları birikmişti. mesajlar fazla yer kapladığından her ikisini de çöpe yolladı.
    ayağa kalkıp lavaboya gitti. işedi, yüzünü yıkadı, tıraş olmak gelmedi içinden, bir süre öylece yüzünü izledi. bugün ellinci yaş günü olduğunu hatırlamayarak oradan ayrıldı.

    evet, bugün babam yarım asırlık bir tarihin vatandaşı.

    telefonda biraz oyun oynadı. snake xenzia. günlerce uğraşmıştı rekor için. bugün sonunda başardı. mutluydu. çocuklar gibi kahkaha bile attı.
    sonra oyundan sıkılıp televizyonu açtı. haberleri (daha açık konuşursak haberleri sunan sunucuyu) izledi. kanalı değiştirdi. eski bir fransız filmi canını sıktı. moda programlarındaki tartışmalara geçti. on sekiz yaşına daha yeni basmış iki kız hiddetle tartışmaktaydılar. babam dediklerinden hiçbir şey anlamıyordu anlamamasına da, ne yapsın, zaman geçmeliydi işte, izliyordu.
    o an, hayatında farklı bir şey oldu. karnı acıktı. dolaba gitti, dolap boştu. bu yeni bir şey değildi işte. sonra masadan üç günlük yarım çekirdek kutusunu aldı. çıt-çıt, zaman da geçiverdi. gece oldu.

    bugün babamın ellinci yaş günü.

    gece bulmaca çözmeye başladı. polonya"nın başkentini aradı durdu saatlerce. gelmedi aklına. kederlenip, tuvalete gitti. bir sigara yaktı, duvarı izledi. aniden, büyük bir zafer kazanmış komando veya futbolcu edasıyla, berlin diye bağırdı. babamı duyan olmamıştı. berlin, berlin diye sayıklamaya başladı. polonya"nın başkenti, berlin.
    bulmacaya koştu derhal. berlin hanelere sığmıyordu. canı sıkıldı. küfürler etti. gözleri bile dolmuştu. hayatına lanet etti. yalnızlığına lanet etti. herkes el-ele, ona karşı birlik içinde savaş veriyordu.
    biraz pencereden dışarıya baktı. otomobiller ve ışıklar akıyordu geceye. canı iyice sıkılmıştı.
    sonra bildiğiniz gibi, yerine yattı. yeni bir güne uyandı, ve bütün bunlar bir ömür - belki de bir elli sene - devam etti.

    bugün babamın doğum günü.
  10. dün gece sigarayı bıraktığını söyledi. 1 aydır içmiyormuş. bir daha da içmeyecekmiş. şimdi de çıkmış ağaca kayısı, erik topluyor. 72 yaşında.