• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (7.47)
babel - alejandro gonzalez inarritu
fas'ta turistik geziye çıkan amerikalı evli çiftin başına gelen trajik bir olay, dünyanın farklı ülkelerindeki dört ailenin yaşamında olaylar zincirini harekete geçirir. koşullar açısından birbirine bağlı olan ama kıtalar, kültür ve dil açısından birbirinden ayrışan karakterlerin her biri, gerçek huzur ve teselliyi sadece aile kavramının sağlayabileceğini keşfeder.


  1. baştan söyleyeyim filmi çok güzel buldum, etkileyici, gerici, güzel fotoğraflanmış bir filmdi. başından sonuna kadar ekrandan çok çekemedim gözümü. kültürler arası geçişleri ve kültürlerin birbirlerine geçişlerini izlemek keyif vericiydi. farklı coğrafyanın farklı insanları, farklı kültürlerde farklı aile yapıları, hepsini aynı dakikalarda peşpeşe gözlemlemek güzeldi. tüm bunlar kapitalizm ve küreselleşme ekseninde izah ediliyor. yani masaya yatırılan amerikanın yarattığı bizim de şu an yaşamakta olduğumuz bu yeni global dünya.

    --bundan sonrası spoiler içerebilir--

    filmin sonunda bi zaiyat hesabı yapıldığında;

    faslı ailede büyük çocuk öldü, küçük hapse girdi. baba ve anne geride kaldı.
    japon ailede zaiyat yok. işitme engelli kız çocuğun psikolojik buhranları devam eder halde kaldı.
    amerikalı aile zorlu zamanlar yaşadı ama zaiyat yok.
    meksikalılarda birisi polis tarafından aranır durumda bulununca hapse girecek. kadın amerikadan yurtdışı edildi. bu da amerikadaki hayatın bitişi olarak zayiattan sayılabilir.

    bu hesabı şunun için yaptım,

    japonya küreselleşme etkisiyle amerikalılaştı daha doğrusu japon kültürü metropolde yozlaştı. gençlerin genel görünümü berbat halde sunulmuştu. uyuşturucu kullanım yaşının hayli düşmesi, boşlukta savrulan gençler gibi konular vurgulanıyor. özellikle japon sahnelerinin başlangıcında mc donalds tabelası gibi unsurların kameraya yansıtılması bu yozlaşmanın mimarının amerika olduğunu gösteriyor. şehir hayatı ve globalleşme ortamında aslında bireylerin yalnızlaşması mevzusu ise genelde japon aile kapsamında inceleniyor.

    faslı ailede ise yaşam koşullarının berbatlığı, yine kültür yozlaşması(kardeşin kardeşi gözetlemesi-kız kardeşin buna izin vermesi), kendisine hediye edilen silahın satılması değer yargılarının maddesel boyuta geçişini anlatıyordu. çocukların ise çocuk olmaktan başka her şeyi yapmaları ayrıca vurgulanıyor. keçileri otluyorlar, çalışıyorlar, ellerine silah veriliyor. hatta bi ara çocuklar bir yerde saklanırken anneleri hadi iş yapın o iş olmazsa öbürünü yapın diye zorluyor. çocuklar kesinlkle çocuk değil, adeta bir işçi. çölde bir köyde her yeni doğan bebek muhtemelen yeni bir işgücü olarak algılanıyordur.

    meksikalı ailede ise durumlar daha başka. amerikanın o kadar dibinde olup bu kadar uzağında kalabilmek mevzu bahis. kadın 16 yıl amerikada yaşıyor ailenin çocuklarını büyütüyor, kendine bir hayat kuruyor ama ne yaparsa yapsın hiçbir zaman amerikalı olamıyor. ve nihayet sınırdışı ediliyor. burada ilgimi çeken şey kadının amerikayla ve amerikalı aileyle kurduğu duygusal ilişkinin tek taraflı olması. amerika onu kaça olarak görmeye devam ederken amerikalı aile de onu köle olarak görüyor hiçbir duygusal yakınlaşmaları yok. çocuklar bile belli bir mesafe ile yaklaşıyorlar. yine de çocukların henüz tam anlamıyla bu etkiye girdiği söylenemez.

    peki ya amerikalılar? turist olarak fas’a gelmeleri. bir çocuk kaybettikleri için diğer iki çocuğu bakıcıya bırakıp dünyanın başka bir ucuna yol almaları. orada istemeye istemeye bulunmaları gibi amaçsızlıklar söz konusu. gittikleri yerde tek içebildikleri şey kola. çünkü en güvenilir buldukları şey o. kapitalizm varlığını bu güven sayesinde koruyor. japonyaya gitseler mc donalds yerler. küreselleşme ve kapitalizmin müthiş bir kardeşliği var. olayın siyasi boyutunda da bir amerikalı tiplemesi yansıtılıyor. vurulma olayının anında terör saldırısına bağlanması, fas hükümetinin ambulans teklifinin reddedilmesi hatta durudurlması, onun yerine çlöde bir köye helikopter gönderilmesi hepsi ayrı bir siyasi durum. sağlık veya ölüm de diyebiliriz bir can söz konusu iken bile yardım kabul etmeme durumu var. aynı durumun cevabı ise helikoptere binerken rehbere verilen dolarların reddedilmesi ile alınıyor. bu noktada da bir hediye olarak “para” konusunu gündeme alabiliriz. ilk başta hediyenin paraya dönüştürülmesi ve finalde paranın bir hediye olması dikkate değerdi.

    özet geçmek gerekirse küreselleşme nedir?

    amerikanın ürettiği bir silahı belli bir kapital gücünü elinde bulunduran japon iş adamı satın alır. yine bu güç ile fas’a avlanmaya gelir, rehberine işini iyi yaptığı için bir faslıya hediye eder. bir faslı öbür faslıya keçilerine saldıran kuzgunları vursun diye satar, paraya çevirir. satın alan faslı silahı çocuğuna verir, çocuk silahla oyun oynamaya kalkar ve amerikadan seyahate gelmiş olan çiftin kadın olanını vurur. namlu döner amerikayı vurur ana temalardan birisi budur. fakat aynı silahlar ölümcül kol gücünün gezdiği fasta bir çocuğu sormadan etmeden vurur, öldürür.

    amerikalı kadının vurulması dünya basınından olay yaratırken, faslı çocuğun ölümü gece gibi sessiz ve karanlıktır. amerikalı çocuklar bir süre çölde yalnız kaldığında biz izleyiciler bile endişelenirken, hayatı çölde keçi otlatarak geçen iki çocuğa bakınca endişe duymayız. bu da küreselleşme ve kapitalizmin ta beyin kıvrımlarımıza soktuğu “aman amerikalılara bir şey olmasın bey” fikrinin açık bir örneğidir.
    abi