1. doğru her yerden gelir ve bazen ağlayan bir bebek yaşlı bilgenin son sözlerinden çok daha fazla şey söyler. bu; görmek, çağırmak ve kabul etmek eylemlerine dayanan çok uzun bir hikaye. kısaltmaya çalışacağım.

    "bana yer verirsen yolumu uzatırsın!"
    otobüsteyim. uyuklamama ara verdiğim sırada orta kapının hemen önünde duran yaşlı, baş örtülü, tonton bir teyzenin yüzünü görüyorum. yer verme isteğime karşı koyamadığım o an teyzeye daha yakın genç bir kız yerinden kalkıyor ve teyzeye oturabileceğini söylüyor. teyze konuşmaksızın eliyle reddediyor. genç kız tekrar oturabileceğini söyledikten sonra teyze kendine has şivesiyle karşılık veriyor. "teşkür ederim kıızım, otur sen" genç kız ısrar edince teyze bu kez daha gerekçeli bir yanıt veriyor. “bak iyilik yapmak istiyorsun yavrum benim ama ben şimdi ineceğim, bana yer verirsen yolumu uzatırsın” genç kız “sen bilirsin” diyerek oturuyor geri yerine. otobüstekilere bakıyorum. oldukça olağan görünüyorlar, her şey olağan görünüyor. oysa aklımızda, gönlümüzde yer verdiklerimizin yolunu uzatabileceğimiz ya da kısaltabileceğimiz gerçeği karşısında herkes şaşkına dönsün istiyorum. elektronik levhaya bakıyorum, uzunçayır’dan yeni çıkmışız, tekrar uyukluyorum.

    ”boşluğa imza atmayın...” nüfus dairesindeyim, bir kağıda imza atacağım, ne içindi hatırlamıyorum, önüme kağıt verildiği gibi hızla bankodaki kalemi çekip kağıdın herhangi bir kısmını tüm hızımla imzalıyorum. kalemleri böyle kullanmayı hep sevdim. bu memur aksi -ama bütün memurlar aksi değil-, bana kızıyor ve beraberinde şöyle diyor. “boşluğa imza atmayın, birileri o boşluğu doldurur, sonra al başına belayı...!” siz neden dolduracaksınız ki boşluğu ya da devlete de mi güvenmeyeceğim gibi şeyler söylemeyi ahmaklık sayıyor ve susarak içimden konuşmaya devam ediyorum. “başıboş bıraktığımız imzalar... birileri dolduruyor, bütün derdimizin kaynağı bu değil mi, memur haklı. aksi memurlar haklı... ”

    ”valla abi o kadar haklısın ki bu kadarı haksızlık”
    yine otobüsteyim. sarsılıyoruz. küçük bir kaza, bizim otobüs şoförü bir otomobile hafif dokunuyor. otobüs şoförü hayatının hatasını yaparak iniyor otobüsten ve çarşafın açılmaya utandığı bir tartışma başlıyor. otomobilin şoförü sanırım avukat, öyle çok konuşuyor ki, kanunlardan giriyor, trafik kurallarından çıkıyor, cezai yaptırımlarıyla devam ediyor, yolun ortasında kendi mahkemesini kuruyor. ve hüküm veriliyor. bizim otobüs şoförü şaşkın, adama bakıyor ve fırsat bulduğu an şöyle diyor. “valla abi o kadar haklısın ki bu kadarı haksızlık” irkiliyorum. çok haklı, aşırı haklı, ezici boyutta haklı olmanın haksızlık olduğu gerçeğiyle durağa doğru yürüyorum.

    ”kendi kapını küstürmüşsün, açılmıyor...”
    bir gece yarısı. kadıköy’den eve geldim. anahtarı deliğe sokup çeviriyorum, sanırım zorladım, anahtar elimde kalıyor, diğer yarısı da evin içine girmemi sağlayacak anahtar deliğinde sıkışıp kalıyor. muhakeme yetim dışarıda kaldığım gerçeğini kabullendiğinde telefon rehberindeki çilingiri arıyorum. bu ilk kapıda kalmam değil. çilingirci abi hemen geliyor sağolsun, delikte sıkışan anahtar parçasını zorlukla çıkarıyor ve bunu yaparken hatırladığım kadarıyla şöyle diyor: “ulan gençlik işte! artık hangi kapılardan girip çıkıyorsan kendi kapını küstürmüşsün, inat etti, çıkmıyor!” kendini kendi kapılarına küstürmek deyimi karşısında öylece kalakalıyorum. neden bilinmez, bilinen bilinmezleri seviyorum, kendi evin bile olsa çilingirle açılan eve girmek çok daha başka... bir gün bilerek anahtarı unutun ve deneyin.

    "acı ayrı, her şey ayrı...”
    yine gece yarısı. sokağa çıkıyorum. canım çiğ köfte yemek istiyor ama aynı zamanda uzunca yürümek de istiyorum. bu yüzden bana en uzak çiğ köfteciye gidiyorum. orası daha tenha. içeriye girip dürüm istediğimi söyledikten sonra orta yaşlı bir abi bana “içerisinde her şey olsun mu” diyor. “olsun” diyorum. çok geçmeden ikinci bir soruyu soruyor. acı olsun mu? gülümsüyorum, “abi her şey olsun dedik ya” diyorum. o da gülümsüyor. bu gülümsemeyi tanıyorum. diyor ki; “acı her şeye girmez ki, acı ayrı, her şey ayrı” eyvallah diyorum, eyvallah, acı ayrı, her şey ayrı.

    hatırlatma: https://www.youtube.com/watch?v=Q3Kvu6Kgp88
  2. (bkz: seni alan ağlasın sikini kara çalıya bağlasın)

    bir işi beceremememden mütevellit babaannem çok sinirlenince ergenlik dönemlerimde işittiğim sözdür.

    önce sözün ne anlama geldiğini anlamaya çalışmaktan sonra da ne anlama geldiğini anlayınca utancımdan yaklaşık üç dakika paralize olmama sebep olmuştur.

    şimdi hatırladıkça gülüyorum o ayrı.
  3. saçlarımı kısa kestirmeme zaten çok sinir olan annem geçen yine bana sinirlendi ve dedi ki "kalan saçlarını da ben yolarım valla gel şuraya!"
  4. öğretmenler günü vesilesiyle mesaj attığım iki profesör de mesajıma sevgi içerikli bir dönüş yaptı. mezun olalı 6 yıl geçmiş..
    biri tez danışmanım. lisans ve lisansüstünde hep danışmanlığımı yaptı. kadınla kimse doğru dürüst anlaşamaz. ters ve inatçı, mesafeli bir tiptir. mesajıma “sevgiyle kucaklıyorum” diye bir sonla cevap verince, resmen eridim.
    ikincisi lisansta mail yoluyla not dilendiğim başka bir kadın hocamız. o da “güzel t.’m” demiş.

    beklenmedik insanlar mı evet, beklenmedik sözler mi evet.. eh unutulmamak ve sevilmek güzel hissettiriyor..