1. ben sana mecburum bilemezsin
    adını mıh gibi aklımda tutuyorum
    büyüdükçe büyüyor gözlerin
    ben sana mecburum bilemezsin
    içimi seninle ısıtıyorum

    ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
    bu şehir o eski istanbul mudur?
    karanlıkta bulutlar parçalanıyor
    sokak lambaları birden yanıyor
    kaldırımlarda yağmur kokusu
    ben sana mecburum sen yoksun

    sevmek kimi zaman rezilce korkudur
    insan bir akşam üstü ansızın yorulur
    tutsak ustura ağzında yaşamaktan
    kimi zaman ellerini kırar tutkusu
    birkaç hayat çıkarır yaşamasından
    hangi kapıyı çalsa kimi zaman
    arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

    fatihte yoksul bir gramafon çalıyor
    eski zamanlardan bir cuma çalıyor
    durup köşe başında deliksiz dinlesem
    sana kullanılmamış bir gök getirsem
    haftalar ellerimde ufalanıyor
    ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
    ben sana mecburum sen yoksun

    belki haziranda mavi benekli çocuksun
    ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
    bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
    belki yeşilköy'de uçağa biniyorsun
    bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
    belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
    kötü rüzgâr saçlarını götürüyor

    ne vakit bir yaşamak düşünsem
    bu kurtlar sofrasında belki zor
    ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
    ne vakit bir yaşamak düşünsem
    sus deyip adınla başlıyorum
    içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
    hayır başka türlü olmayacak
    ben sana mecburum bilemezsin*
  2. birkaç yıl önce bir istanbul yorgunluğunda şu dizelerini aniden ve iliklerime kadar hissederek anladığım şiir:

    'sevmek kimi zaman rezilce korkuludur/insan bir akşamüstü ansızın yorulur tutsak ustura ağzında yaşamaktan'

    severken korkmazsın belki ama bir süre sonra yorulursun o sevmekten. çünkü sevmek, eğer aşk halinde tezahür etmişse, pasif bir eylem değildir artık. yaptığın her şeyin yanında bir yandan da seviyorsundur.yemek yerken, temizlik yaparken, seyahat ederken.. yanında sürekli taşıdığın biber gazı gibidir; kullanmasan da varlığı güven verir. soyut bir şeye güvenmekte direnmek kolay mıdır?tabi ki hayır. eğer sevginin beslendiği bir kaynak yoksa, özlediğin sevdiğin kişiyi arada sırada da olsa göremiyorsan çürümekten ve azalmaktan korkarsın. bu sevgi sadece ona karşı hislerinin adı değildir çünkü, aynı zamanda senin sığındığın limandır da.

    o kayıtsız bir sevgi değildir, adeta bütün umudundur. bir anda o duyguyu da kaybetmekten korkarsın, ellerinin bomboş kalmasından, kendine ayırdığın dünya nimetinin elinden kayıp gitmesinden. kalbin kırılmasın diye umut etmeye devam etmek kadar zor şeyler nadiren vardır çünkü.

    ve evet, o artık tutsak ustura ağzında bir yaşamdır. sevginin besleneceği bir kaynak yoktur ama hep diri tutmaya çalışırsın. umduklarının gerçekleşmemesi mi daha kötüdür yoksa o umudu kaybetmek mi?

    işte tutkunun insanın ellerini kırması böyledir. hem kendi sabırsızlığına hem de dünyanın kayıtsızlığına dayanmak zordur. bir çıldırış anı gelir arada. yardım çağrısıdır o an. delirmenin eşiğine gelip delirememek ama geri de dönememek ne zordur!elinde tuttuğun kalem, kaşık ya da her neyse çok ağırlaşır, bileklerinin hangi ara bu kadar zayıfladığını anlayamaz insan. gözyaşlarını döker ister istemez. ama işte, hangi kapıyı çalsa arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu.