• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.17)
ben x - nic balthazar
ben, kimseye benzemeyen birisidir. kendine özgü hayatı olan ben, dış dünyadan bağımsız bir şekilde yaşamını sürdürmektedir. gününün büyük bir kısmını internet üzerinden “archlord” isimli oyunu oynayarak geçirmektedir. oyunda, çok güçlü, saygı duyulan bir karakteri vardır. ben'in en büyük hayali, gerçek hayatta da oyundaki gibi bir karaktere sahip olmaktır. fakat “otizm” adı verilen hastalığı yüzünden bu hiç te kolay değildir. sürekli arkadaşlarının şakalarına maruz kalan, dışlanan ben'in yardımına “archlord” oyunundan tanıştığı scarlite adlı kız koşacaktır...


  1. başlarda sıkıldığım, yarıda bırakmayı düşündüğüm filmdir.

    filmin sonları bu kararımı değiştirmiş, iyi ki yarıda bırakmamışım dedirtmiştir
  2. güzel filmdir, duygulandırır,öfkelendirir ancak sonunda (en azından bi' nebze) rahatlatan filmdir.(spoiler mı oldu şimdi bu?)
    genellikle klass filmi ile karşılaştırılır, bence gereksiz(ve anlamsız) bir karşılaştırmadır.
    dag
  3. simülasyon: bir araç, bir makine, bir sistem, bir olguya özgü işleyiş biçiminin incelenme, gösterilme ya da açıklanma amacıyla bir maket ya da bir bilgisayar programı aracılığıyla yapay bir şekilde yeniden üretilmesi.( simülakrlar ve simülasyon, jean baudrillard, sf.5)
    iç(duygu – his - düşünce) ve dış (saldırı – şok- baskı) bizim için tehlike durumu oluşturduğunda, bizi ayakta tutan şey nedir? bunu şöyle cevaplamak istiyoruz: “ daha iyi bir yer var.” dinsel anlamda bu cennettir. sosyal-politik anlamda bu ütopyadır. ve nihayetinde tüm bunlara temel olarak kişisel anlamda bu, korkutucu materyalin sürekli ve farklı şekillerde işlemektir. bilinmeyen ve “görünmeyen düşman” isimlendirilir ve şekillendirilir. kendisine sınırlar çizilir ve ona hükmedilir. sanat terapisinde bunu maskeler oluşturulurken görmüş ve konuşmuştuk. bunun farklı bir yolu da düşmanı inkâr etmek. yalnız burada ince bir detay var. inkâr eden salt bir biçimde görünmeyen düşmanı inkar etmez. sadece yeni oluşturduğu dünyaya/simülasyona/kurguya zarar veremeyeceğini iddia etmiş olur. ta ki kurgu gerçeğin yerini tutmaya başlayana dek… buna terminolojideki isimlendirme ile şizofreni diyoruz.
    egemen olan sürekli bize hükmetmek, ne olup olmadığımız hakkında sürekli sınırlar çizip kendi gerçekliğini bize dayatmaya çalışırken; biz, detaylara odaklanan, tüm bu kargaşa içinde rutinlerimizi bir sığınak gibi gören ve anlama saldıran biriysek ve bu farklılık arz eden bakış açımız hastalık diye nitelendiriliyorsa halimiz nice olur?
    ben hayat denen koca oyunda rutinleri ve aşırı dikkati ile ayakta durmaya çalışan bir oyuncu. başkaları tarafından bu farklılıkları; salak, ezik, yumuşak vb. şeklinde isimlendiriliyor. anne-babası ve öğretmenleri onu kendi çerçevelerinden bakarak korumaya çalışırken; ona saldıranlar, onu kendi çerçevelerine hapsetmek istiyorlar. kısacası şu: onu kimse anlamıyor.
    her iki taraftan egemen olanın köleliğinden oyunda kurtulabiliyor. evde oynadığı bu oyun, onun “gerçek” hayatı – ya da dersteki tabirle güvenli alanı. kendini yeniden tanımlayabildiği ve anlamlandırabildiği bu yer, onun simülasyonu. hepimizin bir simülasyonu var. hafıza sarayımızda, sığındığımız en küçük tatlı bir anı, bir simülasyon. peki, ben için sorun nedir? önceden belirtiğimiz gibi, simülasyon gerçeğin yerini almaya başlıyor. bu sürecin nasıl oluştuğunu mehmet güzel’in bir makalesinden alıntı yaparak açılamaya çalışacağız:
    “baudrillard’a göre, gerçeklik ilkesini kaybeden toplumların yani bir anlamda umutlarını amaçlarını ve geleceğe yönelik düşlerini kaybeden toplumların yaşamı yeniden üretmekten başka bir şansları yoktur. işte bu süreç, ona göre simülasyon evrenidir.”
    buradaki toplum sözcüğü yerine ben sözcüğünü koyalım. her şey nasıl da berraklaşıyor! simülasyon üzerinden kendini tanımlamaya başlayan ben, gerçek hayattaki kişileri de simülasyondaki görsellerle görmeye başlıyor. bu salt anlamda saldıranların olduğu dünyayı inkâr etmeye yönelik bir hareket değil. bu gerçeğe karşıt olarak simülasyonun büyümesi. gerçekleştirmeyi düşündüğü intiharı bile “son oyun” şeklinde adlandırırken, biz aslında onun dünyası(simülasyon) ile gerçek(egemen) olan arasındaki savaşı dil alanında da görmüş oluyoruz.
    simülasyon başta bir kıyas yani gerçek dünyayı anlamlandırması adına bir ölçüt özelliği gösterirken, sona doğru, onu anlayan tek nesneyi (scarlite) içinde bulundurması ile gerçek oluveriyor.
    frida kendi simülasyonunda diego’ya onlarca rol vermişti. aftershock filmindeki kız kendi simülasyonunu üvey ebeveynleri ile oluştururken, “ ailen her zaman ailendir.” şeklindeki hakikatin oraya sızmasına izin bile vermiyordu. precious uğradığı tüm iğrençliklere rağmen kendi simülasyonunda; zayıf, beyaz ve popülerdi. evet, dostoyevski, hiçliğin karşısındaki eriyişini, suç ve ceza adlı simülasyonda, hiçliğe o kuvvetli soruları sorarak kendisini ifade etmiş olmadı mı?
    yaşanılan bir travma insanda neler hissettiriyor? gerçeklik ve o zamana kadarki duygusal/düşünse/davranışsal temellerimiz bu kara delik tarafından yutulup giderken, bizi adeta çocukluğumuzdaki hem fiziksel hem de ruhsal çıplaklığımız ile baş başa bırakmış olmuyor mu? ben neler hissediyor? ağacı görmese dâhil dallarının kırılıp gittiğini gördüğünde neler geçiyor kafasından?
    acı tanımlanmalıdır. ben, inek ve ya makine değildir. iliklerine kadar kendisini paramparça eden bu karışıklık ve üzüntü karşısında o, bunu tanımlayabilmelidir. bu kendisinin en güçlü olduğu alanda gerçekleşir: simülasyonda. orada egemen olan odur. bunu yaptığı ölçüde ve simülasyonun adeta sözcüsü olan scarlite’ i dinlediği anlamda, sonunda –kendine göre – egemen olan ve saldıranlardan intikamını alır. ama burada bir şeyi feda etmiştir: çocuksu masumluğunu. “artık ben de yalan söyledim” demektedir kendisi.
    dlg
  4. avrupa sinamasinin nadide bir eseridir ki benim gozumde egitimci arkadaslarin izleyip ders cikarmasi gerekir. otizmli birey paydasinda farkli bireylerin sosyal ve egitim hayatlarinda yasadiklari zorluklar uzerine cok guzel bir film. gunumuzun genclik sorunlarindan oyun bagimliligi ile beraber guncelligini koruyan bir yapim ki 2007 yilinda cikmasina ragmen anlatilanlar hala sicak. sadece bir film olarak gormeyip zorbalik, engel, video oyunlari ve akran iliskileri konularinda basarili bir calisma gozuyle incelerseniz faydalanabileceginiz bir kaynak olabilir.
  5. hiç kimseyi fiziksel veya zihinsel sorunlarından dolayı aşağılamayın diyen şahane psikolojik film.
  6. sirf az bilindigi icin yere goge sigdirilamama etkisinden faydalanan, ama o kadar da iyi olmayan, idare eder bi belcika filmi.

    bi kere otistik, kor, sagir vs engelli herhangi bir kisiyi canlandiran adam/kadin hemen oscar adayi ilan edilir, daha aksini duymadim... inandirici sekilde oynamis iste, abartacak ne var? bi de kizin cok guzel oldugu soylenmis. cidden dusunuyorum, ya bizim kizlarimiz cok cirkin, ya erkeklerimiz cok abaza, ya da filmden asiri bir etkilenme mevzu bahis; cunku kiz kasten olabildigince siradan bir tip olarak secilmis bence...

    neyse, zamanin otesine gitmeyi garantiledikten sonra, universite yillarinda saatlerce rpg oynamak yuzunden gercek dunya ile bir-iki saniyelik kopuslar yasamis, ancak bildigim kadariyla normal bir insan olarak, filmi aslinda ilgiyle izledigimi belirteyim.