• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.00)
bir zamanlar hayat bizimdi - marian izaguirre
gerçeklik kırılgandır. hafızamız ise sahip olmadığımız hayatları bize geri verir.

madrid sokaklarında küçük bir kitapçı dükkânı. ispanya iç savaşı'nın yıkıcı etkileriyle savrulmuş, geçmişin gölgesinde yaşayan lola ve matías için bu kitapçı dükkânı, bir zamanlar hayatın onlara ait olduğunu gösteren ve yaşama bağlılıklarını koruyan en önemli araçtır. geçmişin soldurduğu anılara tutunan lola, kitapları kendi yaşam amacına dönüştürmüş olan alice ile tanışır. bu gizemli kadın gizlice dükkândaki raflara eski kitaplar bırakmaktadır. birlikte kitap okumaya başlayan biri genç diğeri yaşlı bu iki kadın aracılığıyla yirminci yüzyılın başlarına ve ingiltere'ye doğru gideriz. onlar lepiska saçlı kız'ı okurken biz de kitabın birleştirdiği yaşamlara tanık oluruz.

pek çok ödülü olan izaguirre, bir zamanlar hayat bizimdi'de hikâye içinde hikâye anlatıyor. gerçekliğin kırılganlığına, savaşların yıkıcılığına karşı insana dair beslenen umuda, insanın yaşlansa da hâlâ sevgiye ihtiyaç duymasına, kısacası naif bir şekilde hayatın bizim olduğu zamanlara dem vuruyor. bir zamanlar hayat bizimdi, aynı zamanda kitaplara ve edebiyata da bir övgü niteliği taşıyor ve kaçılacak hikâyelerden içine sığınılacak hikâyelere götürüyor bizi.

bir zamanlar hayat bizimdi, kitap kokusu, düşler ve hikâyeler içinde geçen masalsı bir anlatı.


  1. bazı romanları okurken yalnızca yazılanlar üzerine değil hayatınız üzerine düşünürken buluyorsunuz kendinizi. hatta bazen sadece kendi hayatınızı değil insanlığın ortak acılarını, ortak ümitlerini, ortak tarihini duyuyorsunuz yeniden. kimi zaman da bir kitap okumanın sizi nerelere götürdüğüne, kaç farklı yaşama tanık ettiğine şaşarak çoğaldığınızı, olgunlaştığınızı hissediyorsunuz. bir kitap okumak yeni bir dost kazanmak gibi gönendirici oluyor bazen…

    ben de böyle bir kitap okudum, hikaye içinde hikaye barındıran; türlü yıkımlara rağmen umudu yeşerten; dostluğu, sevgiyi anımsatan ve insana yeniden başlama cesareti veren bir kitap. marian izaguirre’nin türkçedeki ilk romanı “bir zamanlar hayat bizimdi”, seda ersavcı’nın çevirisiyle delidolu yayıncılık tarafından yayımlandı. kitap, okurlarını bir yandan dünyanın tarihsel dönemeçlerinde yolculuğa çıkarıyor, öte yandan kitaplar üzerinden kurulan sımsıcak bir dostluğu izleme olanağı veriyor.

    bazı kitapçılarda diğerlerinden daha çok vakit geçirmek istersiniz hani, sizi kendine çeken bir havası olur; bazen de sizi çeken dost bir yüzdür o dükkana girdiğinizde gülümseyen. işte böyle bir kitapçıda geçiyor bu roman, madrid’de küçük bir dükkanda… bu kitapçıdan başlayıp yirminci yüzyılın başlarındaki ingiltere’ye, birinci dünya savaşı’na, oradan paris’e, derken ispanya iç savaşı’na ve faşist franco yönetiminde yaşananlara uzanıyoruz. yalnızca bu tarihi süreçlere tanık olmamızı sağladığı için bile okunmaya değer olan romanı, dilindeki ve anlatımındaki sadelik sayesinde elinizden düşürmeden okuyabiliyorsunuz. zaten hikayenin içine bir kere girdiniz mi kitabı bırakmak istemiyorsunuz…

    kitaplarla haşır neşir olan insanlar iyi bilir, farklı zamanlarda farklı anlamlara gelir kitaplar. ufkumuzu açar, yeni bir bakış kazandırır, dilimizi zenginleştirir, düşüncelerimizi derleyip toparlar, bilgimizi artırır ve daha bir sürü yarar sağlar; bunlar işin “teknik” boyutu. diğer yandan kitaplar sığınacak bir liman olur bazen, yalnızlığımızı unutturur, sevgimizi büyütür, umudumuzu çoğaltır… bir de kitaplar üzerinden kurulmuş dostluklar vardır, bir kitap yaşamları birleştirir bazen. tıpkı “bir zamanlar hayat bizimdi”de olduğu gibi.

    roman, bir takip sahnesiyle başlıyor. hikayenin baş kahramanlarından biri olan alice’in yaşamını da öğrenmeye başladığımız bu takipte madrid sokaklarında belirli kapıları çalıp onu karşılayanlara kitapları teslim eden genç bir adamı izliyoruz alice ile beraber. bu adam, matias, faşist franco yönetiminden önce bir yayınevi sahibi olan ancak ispanya iç savaşı’nın ardından yayınevini ve özgürlüğünü kaybederek işkencelerden geçen; bu işkencelerden kurtulduktan sonra ise daha önce sözünü ettiğimiz küçük kitapçı dükkanına sahip olan biri.

    bu küçük kitapçıyı güzel eşi lola ile birlikte işleten matias, çok sevdiği karısıyla mutluluklarını sürdürebilmek için elinden geleni yapar. lola ve matias hayatlarının kendilerine ait olduğu zamanlara özlemle yaşamlarını sürdürürler. ispanya iç savaşı’nın yıkıcı etkileriyle savrulmuş olan bu çift için kitapçı dükkanı yaşama tutunmalarını sağlayan bir araçtır aynı zamanda. geçmişin gölgesinde yaşasalarda hayata bağlılıklarını korurlar.

    matias’ı takip eden alice’in, henüz elli bir yaşında olmasına rağmen saçları bembeyazdır, otuz sekiz yaşında geldiği madrid’de hala bilmediği yerler vardır ve bu takip sırasında keşfettiği kitapçı sayesinde lola ile dostluk kurar. kitapları yaşamının amacına dönüştürmüş biri olan alice sık sık kitapçıya gelmeye başlar. ziyaretleri sırasında gizlice dükkandaki raflara “buraya daha çok yakışır” duygusuyla kitaplar bırakır. bıraktığı kitaplardan biri “lepiska saçlı kız” isimli anı kitabıdır. kitapta bir genç kadının birinci dünya savaşı’nın ingilteresi’nden paris’in bohem yaşantısına değin akıp giden kalp kırıklıkları, hüzünler ve aşkla dolu hayatının izi sürülmektedir.

    lola ve alice, bu kitabı birlikte okumaya başlarlar ve dostlukları geliştikçe kendi anılarını da paylaşırlar. hem kitap hem de iki kadının dostluğu ilerledikçe bizler de bir kitabın birleştirdiği yaşamlara tanık oluruz. bu yaşamlar da bizi dünyanın önemli tarihsel dönemeçlerinde bir yolculuğa çıkarır.

    bu tarihsel dönemeçlerden biri birinci dünya savaşı, diğeri ise yine tüm dünyayı etkilemiş olan ispanya iç savaşı. çok katmanlı olarak anlatılan bu hikayede ana bölüm ispanya iç savaşı sonrası devam eden faşist franco yönetiminde geçiyor. bütün bu siyasi ve sosyal kırılma anlarını birleştiren ve bu romanın çatısını kuran şey de yine bir kitap.

    marian izaguirre’yi biz bu romanıyla tanıdık ama ispanyol edebiyatı için yeni bir yazar değil, üstelik ülkesinde pek çok ödüle de layık görülmüş. zaten yazar bu romanda alice’in, matias ile lola’nın ve “lepiska saçlı kız”ın yaşamlarını iç içe geçirerek ve bu hikayeleri de yine büyük bir başarıyla dallandırarak ustalığını gözler önüne seriyor. fakat romanda kesinlikle bu ustalığın gözünüze sokulduğu hissine kapılmıyorsunuz. zor bir kurguya sahip olmasına karşın okumada bir zorluk yaşamıyorsunuz. roman boyunca pek çok ayrıntı incelikle işlenmiş olsa da hikayenin masalsı yönüne öyle kapılıyorsunuz ki bu usta işi anlatımın ayırdına bile varamıyorsunuz kitap bitene kadar.

    “bir zamanlar hayat bizimdi” ilerleyen her sayfada akışına daha da kapılacağınız, sürükleyici bir roman. hikayenin gelişim süreci boyunca aklınızı kurcalayan, kafanızda sürekli bir “acaba” sorusuyla sayfalarını çevirdiğiniz romanın sonunda “iyi ki kitaplar var” diyeceğinize neredeyse eminim…

    roman boyunca kitap kokusu duyar gibi, düş görür gibi ya da bir masal dinler gibi hissedeceksiniz; bazen de hepsini birden… “bir zamanlar hayat bizimdi” geçmişe öykünüyor gibi görünse de gelecekten umudunu kesmeyen bir kitap.