1. ı.

    (ne de olsa sevda başka şeydir.)
    olgun yaz başağı, güz ayvası…
    bir ölümsüz lezzet her ısırışta
    ömrün en güzel meyvası...

    bir destani türkü ki deyme gitsin,
    yaralısı sevdalılardan bahseder.
    bir gümüş kupada üç damla zehir,
    bakire belinde hançer..

    al kordelaya sarılmış bir demet çiçek,
    ipek sutyende saklanan mektup.
    ah, damar damar alnımda elleri, kimbilir
    ne hafif bir yumuşaklıkla geçecek?..

    işte ellerim koynumda, yanımdayım.
    dışarıda kış rüzgarlarıdır esen.
    avuçlarıma versen ayaklarını,
    virginie’nin o hazin hikayesini ağzından
    başım dizlerinde dinlesem…


    ıı.

    işte elagözlüm, sılsıklam
    boğazıma kadar aşka batmışım.
    ne kadar şarkı dinlemişsem ömrümce,
    hep senin niyetine tutmuşum.
    . . . . . .

    yuvarlak bir çift bilek,
    bir sedef tarak, bir yelpaze.
    ipek elbiseler altında tiril tiril
    yüzlerce yıl evvel bir esir pazarında,
    kılıç gölgeleri altında, bir civan taze.
    —güzeller güzeli zehra, işte
    son ganimeti bir saltanatın,
    altmış bin altın…

    değer sultanım, elagözlüm değer,
    sevda, tatlı şimşeği beynimizin.
    başbaşa fotoğraflar, mendiller
    bir keman taksimi hazin hazin
    ağlamak saatlerce,
    yıllarca ağlamak.

    bir güzel yaz sonu kandillide,
    bir ince yağmur, bir zarif şemsiye,
    zaman dursun, dursun da seyredeyim.
    ürkek bakışlarla postahanede,
    uzaklardakine bir kartpostal,
    -12 eylül……….. sevgilerimle.

    . . . . . . .

    işte elagözlüm sırılsıklam,
    tepeden tırnağa sevdalıyım.
    başıboş aşka bırakmışım kendimi,
    neyleyim.


    ııı.

    sakin ovalar, durgun göller
    sevda içinde uyusun.
    işte, alnımda ter kalbimde ter
    paramparça yırtılmış bakışlarım.
    nar çiçeği gölgeler altında gözlerin
    büyüsün büyüsün…

    bu yol kaf dağına gider sultanım
    demir asa, demir çarık, ince yürek…
    —ince küpelerin ne yaraşmış
    gözlerindeki kuzgun siyahı aşka.
    demir asa, demir çarık, sevda gerek.
    koçak atlılar doludizgin
    civan gibi güzeller terkilerde.
    kaf dağı…
    işte bütün sisleriyle elagözlüm,
    ilerde ta ilerde…

    ben nasıl olsa sarhoş olurum
    başımda, gözlerimde, iliklerimde sevda.
    ne şarap, ne rakı bu başka
    hiçbir şey benzemiyor aşka,
    her ne zaman bir şarkı dinlesem, sevdalı
    bir hoş olurum…

    sevdalım, elagölüm, sultanım.
    (sevda ne de olsa başka şeydir.)
    yenikapıda, mehtaba karşı sandalda…

    işte katırtırnakları, gelincikler
    bir koku bir koku hanımelilerden,
    binlerce altın değer her anım…
    bu sevda sultanım, bu başka
    —inci küpelerin ne yaraşmış bu akşam,
    gözlerindeki kuzgun siyahı aşka.


    ıv.

    şöyle bir içten öpmeni senin,
    bin tane cennete değişmem…

    varsın yatağımız ipek olmasın,
    güzel vücudun danteller içinde değilmiş,
    ne çıkar…
    o bütün tatlı saatlerinde gecenin
    güneş perdelere gelene kadar,
    kollarında bulutlarda gibiyim…

    mehtap, saçağımızdaki buzlarda
    odamıza bir soğuk aydınlık dolmuş.
    gözlerin gözlerimde,
    boynumda sımsıcak kolların,
    gündüzki yorgunluğum kaybolmuş.
    seni her an minnetle yad ederim.
    sen şimdi şarkılarda evimdesin,
    sahibem, efendim, elagözlüm
    gözlerinden öperim…

    boydan boya bekçi düdükleri sokaklarda
    gecemiz huzur içinde elagözlüm.
    öpüşlerin öpüşlerin ardarda..
    hem sevgi, hem şefkat dolu ellerin
    ne olur yine böyle yarın da
    binlerce şükrediyorum hayata geldiğime
    kollarında…

    bir başka lezzet var hayatta elagözlüm,
    öteki alemleri bilmek istemem.
    şöyle bir içten öpmeni senin,
    binlerle cennete değişmem…


    v.

    nereye gitsem, nereye baksam
    sevdalı sevdalıdır gözlerim.
    anlarlar diye herkeslerden,
    bakışlarımı gizlerim.

    ağaçlar, dağlar, çehreler
    yemyeşil gözlerimde yaz, kış.
    bir şarkı etrafta inceden ince
    yıldızlar pırıl pırıl donanmış.
    dost yüzlü saat kulesi, meydan
    sisler içinde bir köprü uzanmış.
    mendilin düşmüş vermişim,
    eğilmişim, güzel dizlerinden
    bir parmak yukarısını görmüşüm.
    bencileyin dertlilere elagözlüm,
    lokman da deva bulamazmış.
    seni saçların, aziz vücudun
    hatıralarınla, berrak ve nemli
    taşıyamıyacak dizlerim…

    titrek kollarımı beline
    bir hoyrat kemer gibi bağlamışım.
    yakanda bir çiçek terütaze
    bir küçük faytonda, göz göze, diz dize
    o sevimli kır otelinde yaz günü,
    hancı, halden bilir, babacan hancılardan.
    basma perdeli bir oda vermişti bize.
    bir toz kalkmıştı yollardan, yoncalardan,
    göğsünden, saçlarından bir güzel kadın kokusu.
    bir şişe yıllanmış şarabın başında,
    bana ömrümce sürecek bir sevdayı
    mahmur bir gülüşünle vermiştin.
    bileklerinden, parmak uçlarından
    inceden terli avuçlarından,
    doya doya
    öpmüşüm,
    ağlamışım…


    vı.

    insan bir kere sever severse,
    ister yedisinde, ister yetmişinde olsun…
    . . . . . . .

    benim ömrüm hep dumanlar içinde geçti
    bir rüzgâr bulup da serinliyemedim,
    oh diyemedim..

    o küçük meyhanede sabah, akşam
    —manastır meyhanesi’nde, bir şehirde
    üç masa, bir radyo, bir de ben
    meyhaneci tabak silerdi, köfte yapardı
    kırmızı turplar eski günlere karışır,
    içer içer ağlardım…

    küçük gözleri ile bir kız bakardı takvimden
    kadehimi kaldırırdım gülüşüne.
    vefalıydı, iyi kalpliydi, güzeldi
    sarhoş olurduk beraberce…

    seni o kıza benzetirdim elagözlüm
    o gülümsiyen, içen kıza, takvimdeki…
    onun saçları yeşil, yanakları aldı.

    kızın hemen yanından, ağaçlı
    bir yol uzanırdı, bir patika
    sonra, sonra bir gök, mavi
    bir deniz yemyeşil
    bir dudak geçerdi içimden upuzun seslerle
    bir gül açardı bilirdim, uzaklarda…
    bunlar hep geçmiş elagözlüm, geçmiş.

    ağlaştıklarımız, kavgalarımız
    şimdi sarmaşıklar gibi kollarımız.
    sen kadınsın, en tatlı çağında,
    ben en sevdalı yaşında erkek.
    bırak bir kedi gibi yatayım kucağında
    dizlerini, göğüslerini seyrederek…


    vıı.

    kapalıçarşıda, bir kuyumcu dükkânında
    sol eline bir yüzük takmıştım.
    senin entarin basmaydı,
    benim elbisem pamuklu
    yüzüklerimiz sekiz ayardı…

    çocuklar gibi gülmüştük, hatırlarsın
    kapalıçarşı, mahmutpaşa, satıcılar
    bir hafiflik içinde elele, yaya.
    bir sabah vaktiydi, güzel ve taze
    mevsim bahardı..

    sonra saçların, omuzların elagözlüm
    —sana elagözlüm diyeceğim ömrümce
    koyu da olsa rengi gözlerinin.
    bir kırmızı kordela, bir bulut, bir gül
    sen gittin hatıralar perişan etti beni,
    gel, eski günlerin içinden, rüzgârlarla,
    gel,
    kurumuş kirpiklerime bir yağmur gibi dökül…


    vııı.

    vapur gürültüsüz ayrılır limandan
    cümle hatıralar beraberimdedir.
    feriköy’de bir tramvay durağı,
    bir kış günü pastacıda, unutulmaz
    bir sandal gezintisi ki; sarıyer’de
    fotoğrafları hala iç cebimdedir…

    ömrümüz böyle olmamalıydı, elagözlüm
    bir vakitsiz meyve dilemeliydik tanrı’dan
    uzun hasretlerin arifesinde
    ellerim böğrümde kalmamalıydı.

    şimdi akşam olur, sular buruşur
    bir yastığa baş koyarım güvertede.
    hangi dilden olursa, bir şarkı isterim
    içimde kırık dökük besteler dolaşır.
    kalbim avucumdadır artık,
    bir sahilden sesler gelir, kaybolur
    uzun uzun nefes alır sular
    uzun uzun ağlamak isterim.

    gözlerimde bir yağmurla gün başlar;
    vakit ikindidir eyüp sırtlarında
    bulutlar vardır, pembeden, beyazdan
    mevsim sonbahardır sessiz ve taze.
    nemli otlar, çekirgeler, solgun yüzün
    bir gülüş, bir mahzun bukle saçlarında
    bir eski çiçeği andırırsın yazdan.
    ve bir şarkı başlar kahvelerin birinde
    bizi ömrümüzden alır götürür,
    bir şarkı, faslı hicazdan.

    vapurlar gelir geçer haliç’ten.
    sonra yağmur hafifler, elagözlüm
    sonra yağmur hafifler,
    sonra hisarlar, yollar, ikimiz
    sonra…

    hasret bir şey değil, elagözlüm
    ömrümüz böyle olmamalıydı
    hep aşkta durmalıydı çağımız.
    sevdayı mısra mısra değil
    ömrümle yaşamalıydım.
    sonra, sonra gene böyle olmalıydı
    tadına varmadan çiçeklerin
    şehirde bir sen, bir de ben, yalınız.
    yeşil yaprak, alaca gölge, düşen yıldız
    bir gün en büyüğü karşısında gerçeklerin
    maceramız yarıda kalmalıydı