1. tüzüklerinin 2. maddesinde de belirtildiği üzere "hukukun, insanlığın binlerce yıllık tarihsel kazanımlar ışığında geliştirilmesi, insanın özgürleşmesi ve demokratiklik temeline dayalı, toplum bilinci ile güvence altına alınmış bir hukuk sisteminin kurulması, başta yaşam hakkı olmak üzere temel haklara ve insanlık onuruna yönelik her türlü saldırının önlenmesi için çalışma yapmak" amacıyla 1974'te kurulmuş olan dernektir. burjuva hukukuna karşı mücadeleyi daima yükseltmiş, tüm toplumsal davalarda savunmalarıyla halkın yanında yerini almış olan avukatlarıyla yeni bir mevzi yaratmıştır.
  2. 30 nisan'da 1 mayıs 2016'ya dair alan tartışmalarını konu alan dikkate değer tespitlerle dolu bir açıklama yayınlamışlardır.

    “ALAN FETİŞİZMİ” YAPMıyORUZ; HAK ARıyORUZ!

    1 Mayıs Anma ve Kutlama günlerine çok kısa bir zaman kaldı. Bugün devlet ve sermayenin emeğe bakış açısı, emek sermaye çelişkileri, emeğin hakkı, işçi katliamları ve siyasi iktidarın tavrı gibi konular tartışamıyoruz. Çünkü sendikaların, valiliklerin, basının tartıştığı ve takip ettiği gelişme 1 Mayıs’ın nerede kutlanacağı konusudur. Kimileri bu konunun tartışılmasını ‘Alan Fetişizmi” olarak nitelemiş ve mahkûm etmiş iken kimileri de 1 Mayıs kutlamalarının nerede yapılacağı tartışmalarının tali bir tartışma değil bir ön ve gerekli tartışma olduğu görüşündedir.

    YAşadığımıZ SOMUT DURUM NEDİR?

    Bugün güvenlik gerekçesi ile 1 Mayıs’ın Taksim alanında kutlanmasını haksız olarak ve devletin silahlı imkânları ile yani zor yoluyla engelleyen siyasi iktidar, bundan dört yıl önce ve üçüncü kez olarak 1 Mayıs gösterilerinin Taksim de yapılmasında sakınca görmüyordu. Bu üç yıl içinde Taksim Meydanına dört bir koldan akan yüz binlerce insan coşku içinde bir 1 Mayıs yaşamış, hemen hemen hiçbir sorun çıkmamıştı. Oysa sınırlı sayıda insanın alana giriş yaptığı 2009 yılı da dahil olmak üzere Taksim’in yasaklandığı her yıl Beyoğlu ve çevre ilçelerde tüm gün olağanüstü hal yaşanmıştı. 1 Mayıs kutlamalarına katılmayı düşünmeyen ancak bu bölgede yaşayan ya da geçiş güzergahı olarak kullanan insanlar mağdur edilmiş ve İstanbul’un Avrupa yakasında adı konulmamış bir olağanüstü hal yaşatılmıştı. (Dernek olarak bu yılların bilançosunu kamuoyuyla daha önce paylaşmış olmamızdan ötürü tekrarlamıyoruz). Yani 1 Mayıs ın Taksim meydanında kutlanmasının değil yasaklanmasının kamu düzenini bozduğu, pek çok kurum kuruluş tarafından raporlanmış, bizzat halk tarafından yaşanmış görülmüştür.

    İLİN EN ÜST MÜLKİ AMİRİNCE VERİLDİğİ SÖYLENEN VE YıllAR BOYU DEVAM EDEN BU ENGEL VE YASAKLARA KARşı HUKUKSAL DURUM NEDİR?

    Bazı devletler siyasi rejiminin gerektirdiği şekilde anayasalar ile yönetilirler. Buna karşılık kimi devletler de kişi veya zümreler tarafından yönetilir. Örneğin Birleşik Arap Emirlikleri Anayasa ile yönetilmek zorunluluğu öngörmemişlerdir. Ya da Katar Emirliği Emirin istediği zaman uyguladığı bir anayasa ve danışmak üzere kurulu bir meclis öngörmektedir. Emirlik canı istediği zaman Parlamento dedikleri seçili ve atanmış kişilerden oluşan heyetin önerilerini dikkate almaktadır. Bunlar gibi dünyanın birçok ülkesi de hala meşruti monarşiler hüküm sürmektedir.

    Buna karşılık Türkiye Cumhuriyeti kendisini anayasa ile bağlı bir rejim olarak tanıtmaktadır. Bugünkü hükümet de halka bunun aksine bir yönetim uygulayacağını açıklamamıştır.

    Anayasa; Temel hak ve hürriyetlerin güvence altında alındığı devlet iktidarının sınırlandırıldığı, normlar hiyerarşisinin en üstünde yer alan kurallar bütünüdür. Böylelikle ülkenin en üst yasa normu ve devletin düzenleyici belgesi olan Anayasa’nın ikinci bölümünde kişi hak ve ödevleri düzenlenmiştir.

    MADDE 25- Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz

    MADDE 26- Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

    MADDE 34- Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.

    maddede belirtilen sınırlamalar istisnai olup şarta tabiidir. Üst üste üç yıl aynı gerekçelerle bu hakka yasak konulamaz. Üstelik hukuk düzeninin öngördüğü yargı organlarınca bu yasağın hukuka aykırı olduğu hüküm altına alınmış olduğu halde hoşuna gitsin ya da gitmesin böyle bir engel koyulamaz.
    Daha önce 2008 yılında Taksim’in 1 Mayıs kutlamalarına kapatmak isteyen ve eylemcilere saldıran AKP hükümetinin bu kararı AİHM a taşınmış ve mahkeme,

    *Toplantı ve Gösteri Yapma Hakkının, gösterinin yapılacağı yeri belirlemeyi de kapsadığına,

    *DİSK’in üyelerini anmak için Taksim Meydanı’nı kullanmak istemesinin hakkı ve üyelerine karşı görevi olduğuna,

    *Bu gösterilerden günlük yaşam etkilense bile Hükümetin, barışçıl hakkın gerçekleştirilmesi konusunda hoşgörülü olması gerektiğine,

    Karar vermişti. Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’nın 90/5 maddesi AİHM kararlarına uygulamada üstünlük tanınacağı hükmünü taşımaktadır.

    2008 yılında hükümet yetkilileri Halkı Taksim’e çağıran sendika ve meslek örgütleri temsilcilerinin suç işlediğini iddia etmiş ve ihbarda bulunmuşlardı. 2008 yılı da dâhil olmak üzere bu tür saldırı davalarının hepsinde ceza mahkemeleri beraat kararları vermişlerdi. 1 Mayıs’ın da bir bayram olduğu dolayısı ile Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkında Kanun’un konusu olmayacağı kararlara geçmişti.

    Yerel mahkemelerin ve Yargıtay’ın 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak istemenin suç olmadığına ilişkin kararlarına rağmen AKP hükümeti her yıl, halka saldırı tehditleri savurmaktan vazgeçmedi. Hükümet şöyle düşünüyordu “Mahkeme De Neymiş, Yasa Da Neymiş; Benim Polisim, Silahım Varsa Benim Dediğim Olacak”

    PEKİ, SİYASİ İKTİDAR NEDEN ANAYASAL BİR DEMOKRASİDE KENDİSİNE PARA, İNSAN VE PRESTİJ KAYBINA SEBEP OLACAK BÖYLE DÜŞMANLAŞTIRICI AYRIŞTIRICI BİR TUTUM İÇİNDE BULUNUYOR?

    Siyasi iktidarın 1 Mayıs kutlamalarına yaklaşımı TC Devleti kurulalı beri temel olarak değişmemiştir. Siyasi iktidarlar her zaman “Biz nerde ve nasıl kutlanmasını istersek 1 Mayıs’ı öyle kutlayacaksınız” şeklinde yaklaşmışlardır. Devlet bu konuda tarihinin hiçbir döneminde kendini hukuk kuralları ile bağlı hissetmemiş, dönemin siyasi ihtiyaçları ve devlet politikası nasıl emrediyorsa öyle davranmıştır.

    1886 1 Mayıs’ında Chicago da 8 saatlik iş günü için genel greve giden ve gösteri yapan işçilerin üzerine ateş açılıp işçi önderleri idam edildiğinde iktidar güçleri neyi hedefledilerse Türkiye’de de burjuva iktidarlar bu yoldan ilerlemeye devam ettiler. 1921’de işgalci İngiliz kuvvetleri 1 Mayıs’ı İstanbul genelinde yasaklamışlardı. Aynı siyasi akılla 77 yılı 1 Mayıs’ında katliam yaşattılar. Daha sonraki yıllarda yine katliamlar, tutuklamalar, yasaklar devam etti.

    Şu durumda biz de rahatlıkla şu çıkarsamayı yapabiliriz. Her ne kadar Anayasa’nın 1 ve 2. maddelerinde Türkiye devletinin demokratik, laik ve anayasaya bağlı bir hukuk devleti olarak tanımlamış olsa da bu tanım gerçeği yansıtmamaktadır. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Kişileri lafları ile değerlendirmediğimiz gibi iktidarları da süslü yasa hükümleri ile değerlendiremeyiz. Doğrusu şudur;Türkiye de devlet Anayasa’ya bağlı değildir. Sosyal devlet değildir. Hukuk devleti değildir ve son olarak halklar için de bir demokrasi değildir. Burjuva demokrasisi olarak tarif edilmek istense dahi mevcut durum bunu mümkün kılmamaktadır. Görüldüğü gibi rejim karakterinin gereğini yapmakta ve ne yerel ne de uluslar arası mahkeme kararlarını tanımamaktadır. Zor dışında bir yöntem bilmemekte uygulayamamaktadır.

    Gelelim bu dikta rejimi altında halkın öncü güçleri olarak tarif edilen parti, dernek, sendika ve demokratik kitle örgütlerinin tavrına. Ülkemizde devlet rejimini bir ‘demokratik hukuk devleti’ olarak tarif edemediğimiz zaman ancak böyle bir devlette var olabilecek demokratik kitle örgütlerinin işlerliğinden da söz edemeyiz.

    Hukuk devleti olduğunu iddia eden ve buna göre kurumlar ihdas edip ama fiili olarak bu kurumları işletmeyen, hukuk uygulamayan bir devlette halkın örgütlü güçleri nasıl davranmalıdır?

    Her şeyden önce bu kurumlar siyasi iktidarın oyununa katılmamalı onları meşrulaştırmamalıdır. Ülkede hukuk varmış, işliyormuş; hata, kusur örgütlü güçlerin bakış açısısındaymış izlenimi yaratmamalıdır.

    Anayasayla öngörülmüş düzene göre şöyle olması gerekirdi; Tarih 1 Mayıs’a yaklaştığında kutlamalar için sendikalar bir program yapar ve buna göre İl Valiliğine bildirimde bulunurlar. Dikkat! bu bir izin değil bildirimdir.

    Bunun anlamı şudur; “Ey ilin idari amiri emrin altındaki kamu idarelerine haber ver, hazırlık yap biz hakkımızı kullanırken kamu düzeninin bozulmaması için tedbirleri al, bizim hakkımızı kullanmamızı sağla”

    Bu durumda valilikten izin alınmadığı için valilik yasak koyamaz. Valilik emri altındaki idareleri 1 Mayıs gösterilerine hazırlar. Eğer gerçekten fiili bir engel varsa bu engelleri ortadan kaldırmaya çalışır ve ona göre bir cevap verir. Yani bildirimde bulunanları ikna eder, özür diler ve özrün gereğini yerine getirir.

    Yani Sendikalar basın aracılığı ile Taksim Meydanında 1 Mayıs kutlayacağını açıkladıktan sonra o meydanda tadilat varsa bunu hızla bitirir. Yolları onarır. Trafik ışıklarını düzelir. Memurlarının mesailerini ayarlar Alternatif yolları ve güzergâhları ayarlar. Güvenlik için istihbarı ve güvenlik tedbirlerini alır. Eğer bu işleri bitiremediyse bildirimde bulunanlardan süre ister. Örneğin mitingi iki gün sonra yapıp yapamayacaklarını sorar? Gösteriyi tertip edenler bütün bu işleri yapsın diye devlet idaresine gösteriyi bildirmiş, yani gösteri hakkında bilgi vermiştir. Yoksa yasaklasın diye değil.

    Bu alan bildirimde bulunanların teknik bilgi eksikliği veya bir başka sebeple öngöremedikleri bir engele sahip ise bu durum hakkında bildirimde bulunanlar haberdar edilip bir başka imkân sunulur.

    Ama Taksim Alanı için böyle bir şey söylemek mümkün değildir. Çünkü tarih boyunca 2010-2011-2012 yıllarındaki gibi büyük bir kalabalığın bu kadar sorunsuz bir şekilde dağıldığı vaki değildir. Üstelik bu bir kaç kez tekrarlanmış bir durumdur.

    Bu alan toplanma ve yürüyüş için en uygun yerdir çünkü;

    – Trafiğe kapalı uzun bir caddesi vardır.

    – Günde 2,5 – 3 milyon insanı ağırlamak ile övünen bir kapasiteye sahiptir,

    – Geçiş güzergâhı olarak kullanılmak istendiğinde alternatif geçişleri mevcuttur,

    – İstanbul trafiği düşünüldüğü zaman yalnız yer üstü değil yer altı ve deniz ulaşımları da mümkündür. Böylece trafiği en az meşgul eden ve bu anlamda kamu düzenini en az etkileyen bir bölgedir,

    – Gelen insanları ağırlayıp ihtiyaçlarını giderebilecek alışveriş imkânlarına sahiptir,

    – O kadar uygun bir yerdir ki polis günü yürüyüşleri, büyük konserler, yılbaşı kutlamaları hep bu bölgede yapılmaktadır. Dünyanın en büyük yer sofrası iftarı bu bölgede yapılmıştır,

    – O Kadar uygun bir yerdir ki ‘dünyanın en eğlenceli’ rallisi olduğu söylenen ‘Gumball 3000 Rally’ ve yine yüzlerce festival ve yine burada yapılmıştır.

    Güvenliğe gelince bu konuda da yasakçı iktidarlar akla yatkın bir açıklama yapamamaktadırlar. Canlı bomba olabilir gibi bir gerekçe de mantık dışıdır. Acaba canlı bombalar yalnızca Beyoğlu’nda mı dolaşabiliyorlar? İstanbul’un diğer bölgeleri canlı bomba eylemi için uygun değil mi?

    Madem ki Bakırköy pazar alanında güvenlik daha iyi sağlanabiliyor, o zaman neden bundan önce başka konularda yapılan toplanma başvurularına güvenlik gerekçesi ile olumsuz cevap verildi. Örneğin, 2 ay önce Newroz kutlaması bu alanda yapılmak istendiğinde burada güvenlik sağlanamıyordu da şimdi ne oldu da bu bölge güvenli oldu?

    Ya da İstiklal Caddesi dünyaca ünlü markaların malları için, yabancı ülke insanlarının kaldıkları oteller için, 23 Nisan etkinliklerinin dünyanın dört bir köşesinden gelmiş çocukların katılacağı tören için güvenlidir, polis yürüyüşü için güvenlidir de işçi yürüyüşü için mi güvenli değildir?

    Bu soruların hiç birine mantıklı bir cevap bulabilmiş değiliz.

    1 Mayıs’ı tertip eden oda ve sendikalar bu soruları sordular. Cevap alamadılar. Taksim Meydanı’nın yasaklanmasına mantıklı bir gerekçe gösterilmedi ve çocukları dahi kandıramayacak bahaneler sunularak inanılması beklendi.

    İnsan aklını hafife alan, insan ve kitle iradesini hiçe sayan bu durum insan onurunu kırmaktadır. İnsanı aşağılamaktadır. Yalnızca bu yüzden bile direnmek gerekir.

    İktidar bin dereden su getirip o derelerin sularını susuzların gözü önünde lağıma akıtırken, kendi koyduğu kuralları nizamları hiçe sayıp yasaklar koyarken, ellerinde savaş silahları ile yüz binlerce polis gücünü bu yasakların hizmetine verip bizi tehdit ederken; kim“Alan fetişizmi yapmayın canım ne fark eder ki önemli olan birlik beraberlik içinde bir 1 Mayıs kutlamaktır” diyebilir?

    Bu durumda biz hukukçular, toplantı ve ifade özgürlüğünü, özgürlük ve güvenlik hakkı, konut dokunulmazlığını ihlal, özel hayatın gizliliği gibi kavramları nasıl açıklar kişi haklarını nasıl savunuruz?

    Bu durumda biz hukukçular ulusların kendi kaderini tayin hakkını nerede savunuruz? Kendi yurtlarında kendi bağımsız iradesini kullanmak isteyen ezilen halklara alan fetişizmi yapmayın diyebilir miyiz?

    Kentsel dönüşüm dedikleri saldırılara hangi temelde karşı koyarız?

    Adliyelerin, üniversitelerin bizim olduğunu haykıranlara “Alan fetişizmi yapmayın, devlet yasak dediyse yasaktır. Siz de gidin yasak denmeyen işleri yapın, anayasaya yasalara inanmak zorunda değilsiniz. Önemli olan birlik olmak, barış içinde yaşamaktır” mı diyeceğiz.

    Odalar, Sendikalar, Siyasi partiler ve Demokratik Kitle Örgütleri,

    Valilik bizi ikna etmeye ya da kandırmaya bile çalışmıyor aslında; “sıkıysa gelin” diyor.

    Bu durumda 1 Mayıs “kutlanamaz”. Silahların gölgesinde tehdit ile kandırmaca ile üstümüze saldırılarken hiçbir şey yokmuş gibi nasıl davranacağız?

    Hayır, zulmedenlerin, haklarımızı gasp edenlerin oyunlarını meşrulaştıramayız.

    “Kutlamak” zorunda değiliz; bizim görevimiz “Kral çıplak” demektir.

    Kral çıplaktır, ülkede demokrasi yoktur. Biz burjuva diktatörlerinin kendilerini demokratmış gibi göstermeleri oyununun bir parçası değiliz, olmayacağız.

    1 Mayıs boyunca hakları ihlal edilenlerin saldırıya uğrayanların yanında olacağız.

    Biz işimizi yapacağız. Bunu yaparken de gerçekleri söylemekten geri durmayacağız.

    Saygılarımızla...

    ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBESi