1. calvin, duns scot gibi, tanrının mutlak ve tekelci egemenliğine iman etmekten yola çıkıyordu. ve, buradan insanın, bütün eserleriyle, tanrı gözünde mutlak liyakatsizliğine varıyordu. böylece, müminin kurtuluşu mümkünse, yalnız ve yalnız tanrının bağışlamasıyla olabilirdi bu. isa, çektiği acıda, bütün insanlığın kurtuluşunu sağlamıştı; ve tanrının esrarlı eylemi, günahkârları, cehennem azaplarından kurtarabilirdi. ne var ki, luther’in «iman yoluyla aklanma»sı yerine, calvin’ci, öğretinin merkezinde, tanrının sevgili kulunun mutlak yazgısı dogmasını buluyoruz. ona göre, her insan, tanrının keyfi bir kararıyla, yanılmaz bir biçimde, mezar ötesinde kurtarabilir ya da lanetlenebilir; kişisel çabalar ya da kilisenin katılması, tanrısal hükmü değiştirebilecek şeyler değildir. bu yeğleme, kimi insanları cehennemin ebedî azaplarına mahkûm ederken, kimi insanlara da cennette kurtuluşu sağlar. hangi nedenlere dayanıyor bu yeğleme? bilemeyiz. nasıl ki, ölümünden sonra her müminin başına neler geleceğini de bilemeyiz. seçkin, bağışlamadan uzakta değildir; ve giriştiği her şey yalnız tanrının yüceliği adınadır. oysa cehennemlik kişi, göğü yatıştırmaz; bütün liyakatleri boşunadır. kısacası, kurtuluş bir tanrı bağışıdır. müminin böyle bir bağışa erişmesi konusundaki iradesi, bir işarettir yalnız; yoksa, kurtuluşun bir koşulu değildir. calvin, mümini bütün dünyasal bağlardan kopararak ve yazgısını tanrının o bilinmez iradesine bırakarak, imanı, alabildiğine bireyselleştirdi; oluşmakta olan burjuva toplumunun sosyal atomculuğunu yansıtıyordu bununla.