1. gazete karınca tarihten kadın portreleri yayınlıyor. erkek egemen sanat, siyaset, bilim dünyasının bütün engellerine rağmen kendilerini bir şekilde var etmeyi başarmış ancak eril tarih yazımı yüzünden bir türlü hak ettikleri değer verilmemiş kadınları anlatıyor. çünkü onlar çok tanınmış erkeklere ve erkek egemen düzene kafa tutmuşlar.

    camille claudel de böyle kadınlardan biri. çok meşhur düşünen adam heykelinin yaratıcısı ve aynı zamanda sevgilisi çok meşhur auguste rodin'e kafa tutmak zaten ruhsal sorunlar yaşayan camille için epey trajik bir şekilde sonuçlanmış. 1906’dan sonra sağlığı bozulmaya başlayan Camille, eserlerinin birçoğunu -90’a yakın heykel ve eskiz olduğu tahmin ediliyor- bu dönemde parçalayarak, nehre atıyor. ailesi tarafından ilginç bir şekilde Rodin’in de desteğiyle ‘akıl sağlığını kaybettiği’ gerekçesiyle 1913 yılında akıl hastanesine kapatılıyor. Ve yaşamını yitirdiği 19 Ekim 1943’e kadar 30 yılı boyunca hastaneden bir daha çıkamadan orada hayatını kaybediyor.

    akıl hastanesinde geçirdiği onca yıllar boyunca tek ziyaretçisi olan kardeşi şair paul claudel'e şöyle demiş son görüşmelerinden birinde:

    "Akıl hastanesi! Evim diyebileceğim bir yere sahip olma hakkım bile yok! Onların keyfine kalmış işim! Bu, kadının sömürülmesi, sanatçının ölesiye ezilmesi… Mahsus kaçırdılar beni, onlara tıkıldığım yerde fikir vereyim diye; yaratıcılıklarının ne kadar sınırlı olduğunu biliyorlar çünkü. Kurtların kemirdiği bir lahana gibiyim şimdi, yeni filizlenen her yaprağımı büyük bir oburlukla mideye indiriyorlar… Bilmiyorum, kaç yıl oldu buraya kapatılalı, ama tüm hayatım boyunca ürettiğim eserlere sahip çıktıktan sonra şimdi de kendilerinin hak ettikleri hapishane hayatını bana yaşatıyorlar… Bütün bunlar Rodin’in şeytani başının altından çıkıyor. Kafasında bir tek düşünce vardı zaten; kendisi öldükten sonra benim sanatçı olarak atılım yapıp onu aşmam; bunu engellemek için de, yaşarken olduğu gibi ölümünden sonra da ben hep mutsuz kalmalıydım… Her bakımdan başarıya ulaştı işte! Bu…. Bu esaretten çok sıkılıyorum… Eve hiç dönemeyecek miyim, Paul?"

    iç parçalayıcı olduğu kadar da öfke uyandırıcı değil mi camille'in dışlanmışlığı ve maruz kaldıkları?

    kaynak: taşların yüreği
  2. karin karakaşlı'nın can kırıkları kitabındaki en güzel öykülerden biri Camille Claudel’i anlatan “Rüzgâra Karşı”. karin karakaşlı şöyle diyor bir söyleşinde:

    "Camille Claudel’in hayat öyküsünü okudum ve çok etkilendim. Bir yerine de sekiz gün eksik diye bir not düşmüşüm. Evinden kovulduğu, Rodin’den haber alamayıp atölyeye kapandığı sekiz gün, tek bir satırla geçiyordu. Ben orada sızabileceğim bir yarık gördüm ve sızdım. Mari Gerekmezyan’ın öyküsü ise Aktüel’den Rıfat Dedeoğlu’nun röportajıyla kamuya mal olan bir bilgiden çıktı. Bedri Rahmi’ye ait kaynaklarda satır aralarına kaydırılmış, cemaat yaşamında ise hayatıyla ilgili susulmuş bir kadın Mari Gerekmezyan. Claudel ve Gerekmezyan’ın çok tuhaf ve paralel bir öyküsü olduğunu gördüm, buldum. Gerekmezyan, hikâyesi bile yazılmamış, onun kadar bile şansı olmamış bir Camille Claudel’di. Ve ben bir borç hissettim. İki sanatçı kadının her an depremi göze almış yaşamlarını, öz yıkımı anlattım."

    "rüzgara karşı" öyküsünden bir paragrafla bitireyim:

    "Çok fazla oldum belki, haddimi bilmedim kim bilir. Bu çağda erkeklerin alanı olan heykeltıraşlığa soyun, hem de çok yetenekli ol. Hem de çok sev, hem de çok sevil... sadece kendimi var etmek istedim her şeyimle. Hepsi bu. Kimsenin bana saldırmasına gerek yok aslında. Kendi olma mücadelesi yeterince büyük bir ceza.Her gün aynanın karşısına geçip kendime kendimi anlatıyorum. Kim olduğumu unutmayayım, dış seslerin karmaşasında dengemi yitirmeyeyim diye her gün bu aynanın karşısında Camille'i yeni baştan doğuruyorum."