1. yaşarken öldüren, doğduğun güne lanet ettiren şeydir.

    hayatımdaki ufak çaplı çaresizlikleri saymazsam, en lanet ettiğim iki durum yaşamış ve benim elimi kolumu bağlamıştır. ikisi de hastane günleri ve ikisi de ölüm. önce babam da gördüm bu çaresizliği. iki buçuk sene kanser denen allah'ın belası hastalığa direnmiş, sonra da yaşama siktiri çekip göçmüştü. oldum olası sevmem hastaneleri ama bu sefer ki çok başkaydı. o yatakta yatan baban ve sen doktorların gözünün içine bakıyorsun, bir şey yapsınlar da ayağa kalksın diye. kolların da serumlar, ilaçlar. hiç düşünmüyorsun ayrılığı ama baban gidiyor gözünün önünde. seyrediyorsun sen de. mal gibi. elini kolunu bağlamışlar gibi. belki diyorsun, her şey daha iyi olacak. kalkacak. ama olmuyor. gözünün önündeki adam eriyip bitiyor. sonra da biri, ölüm haberini veriyor. "başın sağ olsun." bu yani. öylece kalakalıyorsun. hastane koridorlarında ve odalarında beklediğin, umut ettiğin, istediğin her şey yitip gidiyor birkaç kelime ile. geriye kalan, babanın giydiği üstü başı ve cenazee işlemleri. bu kadar.

    ikinci yaşadığım durum ise, babamın ölümünden iki-iki buçuk sene sonra dedemi hastaneye yatırışımız ve o'nun da ölümünü çaresiz gözlerle izlemek oldu. o da kanser hastasıydı ama diğer organları iflas etmek üzereydi. hastaneye refakatçi olarak gittiğinde sabah kalbinin durduğu ve doktorların yoğun çabası ile hayata döndürdüklerini öğreniyorsun. öyle ki, sen gittiğin de bile doktorlar uğraşıyor düzelmesi için. gergin bekleyişlerin ardından doktor geliyor. "yaşıyor" diyor ama tabi ki makinelere bağlı olarak. tek bir fişe bakıyor yani. çektiğin de, bitiyor her şey. tüm hayat. makinelere bağlı olarak "yaşıyor" bir hafta. ilk makineye bağlandıktan bir-iki gün sonra toparlıyor gibi oluyor. seviniyorsun. "işte bu lan!" diyorsun. seksen yedi yaşında azrail'e selam çaktı diyorsun. hemşireler de "bu yaşta gayet iyi toparlıyor" dedikten sonra iyice keyifleniyorsun. belki konuşamıyor ağzındaki nefes alma borusu yüzünden ama seni duyuyor, görüyor. ve dahi elleriyle derdini anlatmaya çalışıyor. ne var ki bu da kısa sürüyor. üç günden sonra daha iyi gelişmeler yaşanmıyor. vücut kendi başına nefes alamıyor. aradan geçen birkaç gün sonra ilerleme şöyle dursun, geri gidiyor göstergeler. değerler. ardından gelen kalp durmaları. doktorların çabası ve geri gelişi. bakıyorsun yine doktorun suratına. kalp masajı yaptırdıktan sonra, "geri geldi" diyor. sen sormadan. çünkü o da anlıyor gözlerinle sorduğun soruyu. konuşmasan da. ve en sonunda gecenin birinde tamamen duruyor kalp. gözlerimizin önünde can çekişen ikinci isim oluyor.

    iki olay ve iki ölüm. sen ise çaresizce, izliyorsun olup biteni. elinden bir şey gelmiyor çünkü. en kötüsü de bu zaten. elinden bir şey gelmediği için seyirci kalıyorsun. "ulan, bir şey yapın be!" diyorsun içinden. haykırıyorsun. çığlık atıp dünyayı yıkmak istiyorsun ama sonuç nafile. çaresizce bir sandalyeye çöküp bekliyorsun. birileri bir şey yapar da, durumu değiştirir diye. üzgün ve umutlu. ama çaresizce.

    işte böyle boktan bir şey çaresizlik. varsın, biliyorsun, anlıyorsun, istiyorsun ama bir şey yapamıyorsun. sadece, izliyorsun...
  2. ülke geleceği özelinde, gezi parkı olayları sonrasından itibaren giderek çoğalan şekilde hissettiğim şey.
    bazen umursamaz oluyorum bu konuda ama ben bu ülkeyi seviyorum. bu ülke tarihinin böylesini hak ettiğini düşünmüyorum. o yüzden üzülüyorum.
    bazen müstahak diyorum.
    kısacası elimden çok sınırlı şeyler geliyor ve çaresiz hissediyorum.
  3. gözlerim kararıyor, yüzüm kan kızarıyor. yine gözlerim yaşarıyor apansız. 'tamam' diyorum, "bu defa her şey yoluna giriyor galiba." derken ağır bir tokat daha. "mutluluk ne haddine deyyus!"
    bi çaresi bulunur elbet. bi uyuyup, uyanalım! umutlarımız elbet yeşertecek hayallerimizi. sahibi olduğu ilk bisiklete sevinen çocuk mutluluğunu yakalayamasak da, bir adım gerisinde olacağız o çocuğun.
  4. başlık başa

    çaresizliği aşmanın en kolay yolu bir profesyonel den yardım almaktır. bu profesyonel bazen bir psikolog bazen bir mahalle bakkalıdır.

    sorunlarım karşısında çaresiz hissettiğim de gökyüzüne bakarım. bir süre sonra o bana evrenin çok büyük, benim ve sorunlarımın ise ne kadar küçük olduğunu hatırlatır.

    savaşın ilk yıllarında suriyede gördüm ben çaresizliği kendi gözlerimle, bir baba üç çocuğunun soğuk bedenini enkazdan çıkardı az önce.

    afrikada 3.yaşını göremeyecek çocuğuna mama bulamayan, su bulamayan annenin gözlerinde gördüm ben çaresizliği.

    çaresizlik şımarıklık olmuş bizde, pelinsu beni değilde mehmeti seviyor diye.
  5. ya enerjinizi sömüren bir işte çalışır tüm yaşam enerjinizi tüketirsiniz yada işsiz kalır enerjinizi kanalize edecek bir şeyler bulamazsınız. yönlendiremediğiniz bu enerji yine bir yerlerden patlar.büyük bir çaresizliğidir insanın yaşama enerjisinin yönetimine sahip olamaması.
  6. çaresizliğin en amansız olduğu yerdeyim şimdi

    ilk defa sevmenin tarif edilmez korkuları içindeyim

    uykusuz gecelerin yorgun sabahlarında seni düşünüyor

    ve korkularla yine sana doğru koşuyorum

    hep aynı soru düşüncemde “ya severse”

    o zaman neler olabileceğini düşünmek korkutuyor beni

    ilk defa yenileceğimi anlıyorum

    karşımda kendinden emin gözlerin, dudakların, ellerin bunu söylüyorbana

    seni tanımadan geçen bütün yıllara lanet ediyorum

    önceleri hiç bilmediğim adını, şimdi binlerce defa tekrarlıyor dudaklarım

    gün oluyor bir tabloyu seyredercesine mutlu heyecanlarla doluyorum karşında

    gün oluyor eski bir yunan heykelin ölümsüz güzelliğiyle büyülüyorsun beni

    gözlerin gözlerime takılınca güçsüzlüğüm aklıma geliyor

    beni sevmediğin sevmeyeceğin

    o zamanlar öylesine yıkılıyorum ki bilemezsin

    insan nasıl gökyüzüne baktığı zaman

    bu sonsuz evren içinde küçük ve çaresiz bir yaratık olduğunu anlarsa

    güzelliğinde bana aynı şeyleri düşündürüyor

    gün oluyor mavilerde, gün oluyor kırmızılarda, gün oluyor karalarda yaşıyorum seninle

    dudaklarında çıkan her kelime suya bir taş atmışçasına büyüyor içimde

    nereye gitsen kulaklarımda o yarı karanlık çocuksu sesin

    sonra kendine has kokun, kokuların en çıldırtıcısı, en tahrik edicisive gözlerin…

    esmer bir akşamüstünün serin hüznünü getiren gözlerin

    görebildiğim, duyabildiğim her şey bana seni sevmeyi söylüyor

    uzaklaştıkça yaklaşıyor uzak

    işin en kötüsü yaklaştıkça da uzaklaşmaktan korkuyorum

    belki hiçbir zaman sana seni sevdiğimi söyleyemeyeceğim

    ne sana nede senden başkasına…

    düşün ki çoğu zaman kendime bile söyleyemiyorum

    sanki söylediğim anda her şey bitecek ve bu emsalsiz büyü bozuluverecekmiş gibi geliyor

    bir insanın kendini aldatması ne güçtür bilirsin

    bu sevmek korkusunun aslında çok sevmek olduğunu biliyor fakat anlatamıyorum

    galiba asıl korku sevmek değil onun arkasına gizlediğimiz sevilmemek korkusu

    küçük aldanmalarla kendimizi avutmaya çalışıyor

    düştüğümüz bir çıkmazda bir teselli arıyoruz kendimize

    belki de aynı korkular içindeyiz seninle, bir birimizden haberimiz yok

    sevmek…

    seni alabildiğine sevmek…

    hiçbir şeyi umursamadan, bütün karanlıkları hiçe sayarak sevmek

    tutmak ellerinden, o derinlere inmek, gitmek oralara, o yerlere

    orda hep sen olmalı, seni yaşamak ve olduğun yerde bile

    seninle sensiz olamamak…

    sonrada sensiz edemediğimi, edemeyeceğimi söyleyememek sana

    susmak…

    susmak…

    korkudan ölünceye kadar…

    (çaresizlik - ümit yaşar oğuzcan)
  7. mutlu