1. ıhlamur kokusu.
    soğuk kış akşamlarında peder bey haberleri açınca sıkılıp üst kata, dedemlere çıkardım. babaannem ve dedem o saatlerde yatsıyı kılıyor olurlardı. daha odaya adım atar atmaz, babaannem kaşı gözü arkaya devirirdi. bu 'sobanın üstünde ıhlamur hazır, bizim namaz daha çok sürer sen bekleme' demekti. sonra mutfak tezgahında şekerliği arayıp bulamayınca önce yüksek sesle bir sübhaneke sesi gelirdi ki bu da 'bana bak' anlamındaydı. dönüp babaanneme bakınca boyun, kaş ve göz bu sefer sola devrilirdi ki bu da 'şeker orada değil masanın üstüne bak, salak yemin ederim geri zekalı bu çocuk' anlamına gelirdi. küçük bir mimikle de buzdolabını işaret ediyorsa bu da 'anlattım bozukluğu hadi gene iyisin, tatlı da yapmıştım' demek oluyordu. sonra bendeki mutluluğu görünce babaannemin yüzünde belli belirsiz bir gülümseme, masmavi gözlerinde bir parıldama meydana geliyordu. bu da 'sakın büyüme çocuk, bir daha sobanın üstünde kaynayan ıhlamurun kokusunu nerede bulacaksın' anlamına geliyormuş. çok sonra öğrendim.
  2. düne kadar tayyip'ti. resmen beraber büyüdük biz bu yıllarda^:eheh^
  3. bir üniversitenin araştırma hastanesidir benim için. iğnelerin o kadar acıtmadığını, kan vermenin çok da korkunç bir şey olmadığını öğretti bana. ^:bir çocuk için^uzunca bir süre sonra bir şeyin yok deyip bıraktılar beni. sonra anneannemi aldılar, geldi geri ama eskisi gibi olmadı hiç. en yakın arkadaşlarımdan birini en son orada gördüm. tepede bir hastane bu, oldukça soğuktu o gün. ben de soğuk biri oldum gide gele.

    şimdi o üniversitede okuyorum. her girdiğimde içine tüm kanımı kusasım geliyor, daraldım deyip kaçıyorum.
    bozuk
  4. rutubet kokusu. 90'lar türkçe pop. etimek tatlısı. susurluk kazası. kısır günleri. kısır, patates salatası ve simit üçlüsü. bir araya gelen ev kadınlarının bitmek bilmeyen sohbetleri. uyumakla uyumamak arasında kalınan o araf ve kulağıma karışan kadın sesleri. mayışıklık hali. insanların ısrarla beni konuşturma çabaları. sırf cevap vermemi istedikleri için soru sormaları. utanmam, sıkılmam, suskunluğum.

    geceleri yatağımı ıslattığım için annemin serdiği muşamba. her gece yatmadan önce tuvaletini yaptın mı diye sorması. akşamları sulu meyve yiyememem, su içememem.

    çocukluğum mayışarak geçti: (bkz: #16723)
  5. portakallı ve çilekli şuruplar. onlardan içebilmek için hasta numarası yapmışlığım vardır.
  6. şeker kız - candy - anthony ve diğer karakterler; işıl işıl iri gözleri, pırıl pırıl güller ...
    rapunzel masal kitabım ve resimlerine hayranlığım, teyzemin kızının rapunzeli kurtaran prense " bu ne biçim prens böyle, tabla suratlı, böyle prens mi olur? " diyerek, hayallerimi yerle bir edişi...
    saatlerce pişmek bilmeyen tavuk...
    alt tarafı tığ ile örülmüş üst tarafı bez olan bi garip bebeğim, şaziment. gözleri makina dikişi denilen bir dikişle dikilmiş, gözleri asla kapanmaz, ama beni başlarından savmak isteyen büyüklerimin şazimentin uykusu gelmiş git uyut, ne biçim annesin, ilgilen diye yollamaları...
    bebeğin gözleri saçlarına doğru dikili nasıl uyusun diye sormayı akıl edemeyen zavallı ben, o kadar salladığım halde bana şaşkın şaşkın bakmayı sürdüren şaziment...
    yüksek sesle okuduğum bir mark twain öyküsü : bir ziraat dergisini nasıl yönettim. adam çilek ağacından düşüp ayağımı kırdım deyince kovuluyor, ben neden diye soruyorum. çilek ağaçta yetişmez, bunu bilmiyor musun? diye azarlanışım. ( sanki ömrüm çilek tarlalarında geçti. ) mark twain ile benzer bir kaderi paylaşmam...

    çocukluğum...
    şaziment ne ya? bari bebeğin adını bıraksaydınız da ben koysaydım!
  7. çocukluğumu çok şanslı yaşadım çok özgürce sonuna kadar keyfini çıkararak çocukluğumun geçtiği sokaklar hatırlatıyor duygusala baglatiyor adamı
    belit