• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (9.00)
çöküş kapitalizmin nihai krizi üzerine bir deneme - fikret başkaya
daha önce paradigmanın iflası çerçevesinde resmî ideolojinin köklü bir eleştirisini geliştiren, başka bir uygarlık için manifesto yazarak “neyi, nerede, nasıl üretmeli, nasıl tüketmeli, nasıl yaşamalı?” soruları ekseninde müştereklere dayanan yeni bir demokrasiyi tartışan fikret başkaya, şimdi de çöküş’ü anlatıyor.

kapitalizmin son büyük krizi, onun aynı zamanda nihai krizi mi? bugüne kadarki krizlerin dinamikleri nelerdi, bugün yaşadığımız kriz diğerlerinden farklı olarak ne gibi dinamiklere sahip? aslında “kriz”, ondan çıkış ihtimalini de barındırdığı için, “çöküş” gibi farklı bir kavram ekseninde mi düşünmeliyiz?

bir çöküş yaşanacaksa bu birdenbire mi gerçekleşecek, yoksa bir süreç, eğilim olarak mı kendini gösterecek? ekolojik yıkım hangi noktaya dayandı? gerçekten hepimiz “aynı gemide” miyiz? mevcut sistem geri dönüşü olmayan bir yola mı girdi, öyleyse bunun verileri neler?

başkaya’nın çöküş’ü bu soruların yanıtlarını oluşturan; kalkınma, teknoloji, uygarlık, finansallaşma gibi kavramları ayrıntısıyla tartışan çok önemli bir yapıt.

peki, bütün bu tartışmaların ışığında önümüzde ne gibi seçenekler beliriyor? yoksa seçeneksiz miyiz? kısa yanıtını fikret başkaya’nın şu sözlerine, uzun yanıtını ise tüm bir kitaba bırakalım:

“eğer mevcut durum sürdürülebilir değilse, çöküş kaçınılmaz ise, önümüzde iki seçenek var demektir: birincisi, çöküşü radikal bir devrimle bir fırsata dönüştürmek, aracın direksiyonunu sola kırmak, ama bu işi de vakitlice yapmak, zira zaman daralmakta; ikincisi, çöküşün altında kalmak… bu ikisi arasında bir orta yol, bir üçüncü seçenek yok…”

(arka kapak)


  1. sevgili hocamız fikret başkaya'nın son kitabı. henüz okumadım ancak birçok yerde söyleşilerine rastladım. en son birgün gazetesi pazar ekinde yayımlanan bir söyleşiden bir paragrafla kitabı paylaşmak istiyorum:

    "Doğrusu eleştirel düşüncenin hiç bu kadar yerlerde süründüğü bir dönem olmadı ve bu durum yeryüzünün egemenlerinin işini kolaylaştırdı. Özelikle de 1980’den itibaren ‘neoliberalizmin’ dayatılması ki, neoliberalizm denilen aslında emperyalist yayılmanın öteki adıydı ve 1990’lardan itibaren de Sovyet sisteminin çökmesiyle, işçi sınıfları, ezilen/sömürülen kitleler, halklar katında önemli bir umut ve ütopya zaafı ortaya çıktı. İdeolojik hegemonya kesin ve radikal olarak küresel oligarşilerin, ‘karşı tarafın’ lehine döndü. Neoliberal sosyal ve ekonomik politikalar kâr oranlarını restore etmeyi başarsa da, sistem bir bütün olarak verimlilik ve üretim bahsinde teklemeye devam etti. Dolayısıyla egemen sınıfların meşruiyet üretme, yalan üretme yetenekleri aşındı. Bu bir dibe vurma halidir ve artık dalganın dönmesinin koşulları da oluşmakta. Artık dünyanın her yerindeki egemenlerin, yönetici sınıfların meşruiyet üretme, kitleleri aldatma/oyalama yetenekleri aşındı. Bu aynı zamanda bir karşı ideolojik hegemonya oluşturmanın potansiyel koşullarının da oluşması demektir. Ve bizi kurtaracak yegâne şey de radikal eleştirel düşüncedir. Artık radikal eleştiriye hak ettiğini vermemiz gereken bir zamandayız. Malûm, 'radikal olmak, sorunları kökeninde ele almaktır' denmiştir."

    İhtiyacımız olan şey radikal düşüncedir